[Zeynep Kılıç’ın Zaman gazetesinde yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.]
Tasavvuf edebiyatının klasik eseri A’mâk-ı Hayal ilk kez tiyatro sahnesine taşındı. Hüseyin Sorgun’un geçtiğimiz yıl aynı adla oyunlaştırdığı eser yeni kurulan Tiyatro Nefes’in de ilk oyunu. A’mâk-ı Hayal, tiyatroseverler için özgün ve farklı bir uyarlama.
Kimi eserler vardır; daha baştan ismiyle sizi kendisine çekmeyi bilir. Adını duyduğunuz anda etkisi altına girmeye başlarsınız. Ve artık kaçarı yoktur, behemehal okunacak, daha sonra mutlaka yeniden okunmak üzere kütüphanenizin en nadide yerlerinden birine özenle yerleştirilecektir. Filibeli Ahmet Hilmi’nin hakikat aşkıyla yanan Raci’nin hayal âlemindeki yolculuğunu anlatan A’mâk-ı Hayal adlı kitabı, bu tanımlamayı en çok hak eden eserlerden biri. İşte; okuyanların, hele hele gönül gözü ile okumayı başaranların ‘arayışın romanı’ addedip başucu kitabı yaptığı bu eser ilk kez tiyatro sahnesine taşındı.
Raci; havvasın hemen her an, avamın nadiren, yani akıl ve izan sahibi her beşerin hayatında en az bir kez de olsa kendi kendine sorduğu ‘hakikat nedir’ sorusuna cevap arayan bir gençtir. Sualine cevap bulmak için ‘Aynalı Baba’ namlı bir zatın mihmandarlığında çıkacağı yolculuğa ihtiyaç duymaktadır. Bu yolculuğa çıkması için hayale dalması gerekir. Zahiren uyuyup batıni olarak uyanan Raci, yokluk ve varlığın aynı şey olduğunu öğrenene kadar bir dizi sınavdan geçecektir. Hindistan’da Buddha’ya uğrayıp onun öğütleriyle ‘Yokluk tepesi’ne ulaşmaya çalışacak, Fars diyarında Zerdüşt’ün huzuruna çıkıp Hürmüz ve Ehrimen’in yani aydınlık ve karanlığın yenişememesine şahit olacaktır. Anka kuşunun sırtında âlemleri gezecek, gezdikçe hakikate yaklaşacaktır.
Hüseyin Sorgun’un geçtiğimiz yıl Zaman Kitap’tan yayımlanan aynı adlı oyununu ilk kez sahnelemek, yeni kurulan Tiyatro Nefes’e kısmet olmuş. Önceki akşam Cennet Kültür Merkezi’nde galası yapılan oyun, kitabın kendisi gibi oldukça sıradışı. Ağır tasavvufi ve fantastik öğeler barındıran bir eserin, tiyatroda hele ki yeni kurulan bir grup tarafından sahnelenmesi dolayısıyla oluşabilecek muhtemel endişeler, daha ilk sahnelerde gideriliyor. Genç ekip, ‘zamane’ genci Raci’nin faydalı faydasız bir dolu bilgiyle çöplüğe dönmüş aklını bugüne göndermeler de içeren eğlenceli bir yolla anlatarak selamlıyor izleyiciyi. Nitekim oyunu uyarlayan Hüseyin Sorgun ve yönetmen Öncü Alper, ‘kitabın felsefî ağırlığı tiyatronun didaktik ruhu ile birleştiğinde seyirciyi mesaja boğacak bir eser’ ortaya koymaktansa, absürt öğelerle örülü sıradışı bir oyun sunmayı tercih etmiş. Ne yalan söyleyelim iyi de olmuş. ‘Yokluk tepesine’ çıkmaya hazırlanırken kendisine sunulan yiyeceklerde aklı kalan Raci ile dalga geçen bir Buddha karakteri görmenin, izleyiciyi şaşırtırken oyunu cazip kıldığını söylemekte sanırız bir sakınca yok. Ya da Hürmüz-Ehrimen savaşında aydınlık tarafta mı yoksa karanlık tarafta mı olması gerektiğine karar veremeyen şaşkın Raci karakterinin oyuna oldukça sempatik bir hava kattığını da… Ancak aynı durumun, eserin ‘duygu’ kısmının seyirciye geçmesini önlediği de bir gerçek.
A’mâk-ı Hayal amiyane tabirle ‘değişik’ bir oyun. Ve tam da bu yüzden başarılı. Türk tasavvuf edebiyatının kült eserine de ‘sıradan’ bir uyarlama yakışmazdı zira. ‘Okuduğu eşek yükü kitaplar’a rağmen hakikati bulamayan bir gencin, sonunda bilmekle bilmemeyi bir tutan bir meczuba dönüşümünü özgün bir uyarlama ile sahnede görmek isteyenlere duyurulur.