Hükümet 1 Ekim’de yeni demokratikleşme paketini kamuoyuna açıkladı. Paketin en tartışılan maddesi şüphesiz anadilde eğitim. Özellikle yıllardır devletin sistematik dilkırım politikasına inat anadilde tiyatro yapan Kürt tiyatrocular için, anadilde eğitim konusunda atılacak adımlar büyük önem taşıyor olmalı. Ancak sunulan pakette anadilde Kürtçe eğitimin yalnızca özel okullarda yani paralı olabileceği söylendi. Böylece devlet kendi vatandaşlarının en temel haklarından birisini görmezden gelmeye devam edeceğini ortaya koymuş oldu. Eğitimcilerse bu maddenin en basitinden eğitimde fırsat eşitliği denilen herkesçe kabul görmüş eğitim ilkesinin ihlali anlamına geldiğini belirtiyor.
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Prof. Dr. Fatma Gök, dil konusunun pazarlık konusu olamayacağını ve anadilinde öğrenmenin herkesin hakkı olduğunu söylüyor. Agos Gazetesi yazarı Pakrat Estukyan ise anadil konusunda gelinen bu aşamayı hastalıklı zihniyetinin devamı olarak niteliyor ve bu pakete “Yetmez ama yetmez”den başka bir tavır üretilemeyeceğini belirtiyor. Estukyan, faşist Musolini İtalyası’ndan kopya edilen okullardaki “andımız” uygulamasının zaten bir utanç abidesi olduğunu, bu uygulamanın kaldırılmasınınsa bir lütuf gibi sunulmaması gerektiğini söylüyor.
Radikal Gazetesi yazarlarından Ezgi Başaran’a göreyse paket Kinder süpriz yumurta! Paketin uyandırdığı intiba ise “Çok geç. Çok küçük. Son dakikada ıskontolu. Ve mümkünse 10 yıllık taksitlerle.” Bu imgeye benzer şekilde, paketin hazırlanma süreci ve sunum şekline dairse Boğaziçi Üni. Sosyoloji Bölümü akademisyeni Nazan Üstündağ’dan anlamlı bir benzetme geldi. Üstündağ “Demokrasi Paketi ve Müşteri Memnuniyeti” adlı yazısında Başbakan Erdoğan’ın bir şirket ceo’su tavrıyla hareket ederek uzun bir reklam kampanyasından sonra millet diye seyircileştirdiği müşterilerine yeni ürününü tanıttığını belirtiyor. Üstündağ’ın yazısındaki şu bölüm AKP’nin demokratikleşme vizyonunu önemli bir ölçüde tanımlıyor:
Milleti tüketici memnuniyeti üzerinden değerlendiren ve tüketici profili çıkartmayı, seçilmiş kitlelerle ürün test etmeyi, görev verdiği pazar araştırma şirket yöneticileri ile ürüne son halini vermeyi katılımcılık sayan bir hükümet var karşımızda.
Cengiz Çandar ise hükümetin demokrasi paketinin, Uluslararası Af Örgütü’nün 2 Ekim’de yayınladığı Gezi Eylemlerine yönelik hükümetin antidemokratik ve insan haklarını hiçe sayan tavrını ifşa eden raporun gölgesinde kaldığı yorumunu yapıyor. Paketin içerdiği olumlu maddelerin “yetmez ama evet” şeklinde değerlendirilmesinin aşağılanmayı kabul etmek anlamına geldiğini belirten Çandar, Gezi süreci unutturularak Türkiye’de demokratikleşme paketi hazırlanamayacağını belirtiyor.
Köy isimlerinin geri verilmesi, q,x,v harflerine dönük özgürlüklerin tanınması gibi maddeleri olumlu bulan Hasan Cemal ise eski DGM’lerin devamı niteliğindeki Özel Yetkili Mahkemelere dair, yargıda çift başlılığın, Terörle Mücadele Yasasının ortadan kaldırılmamasına dair pakette hiç bir maddenin yer almayışını ise ciddi bir eksiklik olarak gördüğünü belirtiyor.
Paketin içeriğine dönük tüm bu ve buna benzer rahatsızlıklar aynı zamanda 2010 referandumunda üretilen bir “yetmez ama evet” onaylamasının artık miadını doldurduğunu işaret ediyor. Hükümet kanadından gelen “dahası da var” minvalindeki açıklamalarsa paketin Mart ayındaki yerel seçimlerin yatırımı olduğunu ve hükümetin demokratikleşme konusundaki sahici niyetinin yerel seçimlerden sonra ayyuka çıkacağı yönündeki argümanları güçlendiriyor.