Mimesis Çeviri / James Ngcobo, Apartheid Dönemi’nde protest oyunlar sahneleyen Market Theater’da öncü konuma yerleşiyor.
Guardian. 5 Eylül 2013, Çeviri: İlke Albar
1976’daki Soweto Ayaklanması’ndan sonra kurulan, Johannesburg’daki Market Theater, şimdi ilk siyahi sanat yönetmenini göreve getirdi. Fotoğraf: AFP/Getty Images
Bir aktör olarak pişerken, James Ngcobo’nun deneyimlediği tek eşitlik sahne üzerindeydi. O günleri şöyle hatırlıyor: “Açılış gecesine doğru yönetmenin yanında oturur, not alırsınız, ardından saatinize bakıp, ‘Son otobüsü kaçırdım, şimdi eve dönemeyeceğim.’ diye düşünürsünüz. “ . “Bazen, geceleri provalar bittikten sonra beyaz oyuncularla bir iki kadeh şarap içer, ardından uyumak için parka giderdim, çünkü o sıralar araba kullanmıyordum ve o saatte kasabaya gidecek otobüs yoktu, dahası kasabaya geri dönmek tehlikeli olabiliyordu.”
Yirmi yıl sonra, Apartheid Dönemi bitti ve Ngcobo Güney Afrika tiyatrosundaki en prestijli işe yerleşti. 44 yaşındaki bir Zulu, şimdi Johannesburg’daki Market Theater’ın yeni sanat yönetmeni. Bu tiyatro her ne kadar “Mücadele Tiyatrosu” olarak bilinse ve beyaz azınlığın hüküm sürdüğü zamanlarda sahnelediği protest oyunlarla bezeli bir tarihe sahip olsa da, Ngcobo bu pozisyonda tam zamanlı olarak işe alınan ilk siyahi. Göreve getirilişi; çeşitli sitcomları, 14 Avrupa ülkesine yayılan bir festivali, Afrika Ulusal Kongresi’nin yüzüncü yılı onuruna gerçekleştirilen devasa bütçeli bir extravaganzayı [bir çeşit müzikal-tiyatro]ve takip eden yılda New York’taki Carnegie Hall’da sahnelenmesi planlanan, Hugh Masekela’nın rol aldığı bir müzikali de içeren verimli bir yönetmenlik kariyerinin ardından geliyor. Gecede sadece dört saat uyuyan iş bağımlısı Ngcobo, tanıkların söylediklerine göre, kalburüstü bir adaydı.
Ancak yakınlardaki bir röportajda, ırkın hala baskın bir ayırıcı faktör olduğu bir ülkede böyle bir işe alınmasının ne anlama geldiği sorulduğunda, Ngcobo kendi önemini yadsıyor: “Bu oldukça göz korkutucu bir görev çünkü insanlara ulaşabilmem gerekiyor.” . “Tüm bunları kendi başınıza yapabileceğinizi düşünüyorsanız tamamen yanılıyorsunuz. Ben sürekli insanlarla işbirliği içinde olmaya çalışırım çünkü hayattaki felsefem; yapamadığım şeylerin, eğer onları iyi yapabilecek birini tanıyorsam benim için birer zayıflık olmadıklarıdır.”
Onun yaşındaki her Afrikalı gibi Ngcobo’nun gençliği de Apartheid ile yaralanmıştı. KwaMashu kasabasında, bir hizmetçinin ve hem fabrikada çalışan, hem de “beyaz insanların evlerini boyayan” bir adamın on iki çocuğundan onuncusu olarak dünyaya gelmiş ve yine orada büyümüştü. O zamanları şöyle anımsıyor: “Ben o çılgın zamanlarda, kasabalar yanarken büyüdüm, ama çocukluğum hakkında hatırladığım önemli şeylerden biri de içinden geldiğim sevgidir. Annem, babam ve büyükannemle aynı evde yaşıyordum ve onlar bende sözcüklere dair gelişen sevgiyi beslediler. O mücadele zamanlarında yaptığımız bir şey de okumaktı.”
Ancak aşağılanmalar günlük varoluşun içinde sayısız biçimde kök salmıştı. “O zamanlar kasabada siyah insanların yüzmesi için ayrı plajlar vardı. Babam beni yılda üç veya dört kez kasabaya götürür, bana bir Chelsea çöreği ve portakal suyu alırdı. Parka vardığımızda orada oynamak istediğimi ve babamın bana hep hayır dediğini hatırlıyorum, bana oranın parkın en sıkıcı yeri olduğunu, daha eğlenceli olan diğer kısma gitmemiz gerektiğini söylerdi. Bilmediğim şeyse babamın beni siyahlar için ayrılmış olan kısma götürdüğü ve bana bunu söylemek istemediğiydi.
Market Theater’da sahnelenen, Athol Fugard’ın çığır açan oyunu The Island’da oyuncular Mpho Osei-Tutu ve Thami Mngqolo . Fotoğraf: Tristram Kenton
“İşe gittiğimi ve beyaz genç bir adamın, kimsenin uğraşmayı göze alamayacağı bir adam olan babama gayet kaba davrandığını gördüğümü hatırlıyorum. Bunlar, insanın henüz genç yaşta bir şeylerin yolunda olmadığının farkına varmasını sağlayan şeyler. Ben on yaşına geldiğimde ANC’nin [Afrika Ulusal Kongresi] mücadeleyi yoğunlaştırdığı ve ülkeyi yönetilmez kıldığı döneme girilmişti. Ben o karanlık yılları yaşayan jenerasyondanım.”
Market Theater o tarihle iç içeydi. Bu tiyatro 1976’daki Soweto Ayaklanması’ndan beş gün sonra, Çehov’un Martı oyunuyla açıldı ve 1987’de sergilenen Othello’da beyaz ve bir siyahinin sahnede öpüşmesiyle homurdanmalara neden oldu. Athol Fugard, John Kani ve Winston Ntshona’nın ‘The Island’ ve ‘Sizwe Bandi is Dead’ gibi ortak çalışmalarına ön ayak oldu ve basında ya da parlementoda söylenemeyen şeyleri söyledi, dünya çapında Apartheid karşıtı bilinci uyandırdı.
Apartheid Dönemi hatıraları hala seyircileri çekse de yeni çalışmaların satışı zor olabiliyor. Moliere’in Cimri’si geçen yılın sürpriz hiti olsa da batılı klasiklerin soyu tükenmek üzere. Ngcobo’nun niyeti Hintli ve renkli (karışık ırklardan gelen) halklar ve siyahi orta sınıftan bir izleyici kitlesi oluşturmak.
Değişiklikler olmadan planları işe yaramaz: bu değişiklikler arasında ‘Requiem for Ground Zero’yu sahneleyen Steven Berkoff, David Memet’nin Zulu kimliği üzerine tek kişilik bir şovu olan ‘Race’i, ‘Anne Frank’in Günlüğü’nün Çek bir kumpanya tarafından uyarlaması ve bir hip-hop sahnelemesi yer alıyor. Ngcobo bunların yanısıra bir opera yönetmeyi ve Zimbabwe’den bir dans kumpanyası getirmeyi hedefliyor.
“Güney Afrika’nın Afrika isimli bir kıtada yer alan bir ülke olduğunun farkına varmamız gerekiyor.”
James Ngcobo,44, sitcomlar, festivaller ve bir müzikal yönetti, bir kasabada doğan on iki kardeşin onuncusuydu. Fotoğraf: Market Theater
Ngcobo’nun favori yazarları arasında Samuel Beckett ve Harold Pinter var, Ngcobo aynı zamanda Shakespeare’in, artık Apartheid-sonrası Güney Afrikalılara hitap etmeyen ‘sömürgeci’ edebiyata dahil olduğu fikrini de reddediyor. “Bunun saçmalık olduğunu her zaman söylemişimdir. Shakespeare’e böyle tek yönlü bakamazsınız. Shakespeare’den esinlenmediğini söyleyen hiç bir yazarla tanışmadım. Bir Shakespeare oyununda oynamak istemeyen hiçbir aktörle tanışmadım. Ben her zaman tiyatro iyi yapıldıysa onun nereden geldiğinin önemli olmadığına inandım. Ben büyürken, kasabadaki insanlar Brecht’i severdi, Shakespeare’i severdi.”
Fakat sonsuz enerjiye sahip, hızlı konuşan Ngcobo tiyatronun ülkesinin zorlu tarihini deşmesinin hayati önemde olduğuna inanıyor. Güney Afrika için geçmişten uzaklaşmanın zarar verici olacağını düşünüyor. “Şimdi akşam yemeğine oturulduğunda insanlar ‘Çocuklarımıza Apartheid’tan bahsetmemeliyiz.’ diyorlar. Benim iki oğlum var ve ben onlara Apartheid’tan bahsediyorum çünkü öbür türlü bunun onlardan hafızalarını çalmak olacağını düşünüyorum, dünyadaki en başarılı uluslar kim olduklarını hafızalarında bulundurarak yürüyen uluslardır.”
“Eğer çocuklarınıza bu ülkede neler olduğunu anlatmazsanız, bence bu onlara yaptığınız korkunç bir kötülük olur. Bu onlara zamanın yükünü yüklemek değil, sadece onlara ‘İşte bunlar oldu.’ demektir.”