Bülent Sezgin
Hükümet tarafından son açıklanan demokratikleşme paketinde belki de en olumlu maddelerden birisi, 1933 yılında eski Milli Eğitim Bakanlarından birisi olan Reşit Galip tarafından yazılan “Andımız” adlı metnin ilkokullarda kaldırılması oldu. Metnin kaldırılmasının sembolik de olsa bence önemli bir anlamı var. Ulus devlet ideolojisinin çocuk zihni ve bedeni üzerindeki en somut yaptırımlarından birisi olan faşizan bir ritüelin kaldırılmış olması olumlu bir adım olarak gözüküyor. Ancak salt sembol olan bir ant üzerinden yapılan bir demokratikleşme girişimi, resmin bütünü düşünüldüğünde oldukça cılız kalmaktadır. Hükümet nezdinde politik hesaplarla bağlantılı bir şekilde “manipulatif olmaya açık” bir şekilde yürütülen reformlar elbette ki tartışılmalıdır. Ben bugünkü kısa yazımda, andımız adlı metnin kaldırılmasının yararlı ama yetersiz olduğunu savunacağım ve de çocuklar ve gençler açısından etkileri tartışılmak istenmeyen törenler konusuna dair değerlendirmeler yapacağım.
Türkiye’de 1930’lu yıllarda gelişen aydınlanma sürecinde, müzik, tiyatro ve dans alanlarında oluşan ana akım eğilimin ulusalcı bir paradigma olduğu açıktır. Geçen yıl yapılan 10. Eğitimde İyi Örnekler Konferansı’nda genç kuşak akademisyenler olarak bu konudaki verilere dikkat çekmiştik. Andımızın kaldırılması ile ilgili kamuoyu tepkilerine bakıldığında CHP-MHP eksenli aydın ve sanatçı çevrelerinin tepkisel olarak olaya yaklaştığı, hükümet kanadından ve demokrat çevrelerden olumlu tepkiler verildiği görülüyor. Ancak bence burada gözden kaçırılan nokta, 16 milyon çocuk ve genç nüfusu olan bir ülkede, kültür ve sanat alanındaki asıl tahribat yaratan şeyin, yani resmi tören anlayışının derinlemesine sorgulanmıyor oluşudur. Andımız bir sembol olarak belki kaldırılmıştır, ancak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 10 Kasım Atatürk’ü Anma Etkinlikleri, 18 Mart Çanakkale Şehitleri, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı gibi etkinlikler hala yerinde durmaktadır. AKP hükümeti döneminde, açık alanlarda bu törenlerin kutlanması konusunda sınırlı düzenlemeler yapılmış olsa, etkinlik içerikleri çağdışı bir şekilde devam etmektedir. AKP hükümeti döneminde de Kutlu Doğum Haftası, Türkçe Olimpiyatları, İstiklal Marşı okuma yarışmaları gibi etkinlikler ön plana çıkarılmıştır. Gerek müfredat çalışmaları ve pratik uygulamalarda, gerekse de sanat ile ilgili ders kitaplarında törenlerle ilgili günümüzün bakış açısıyla bir revizyona gidilmemiştir. Resmin bütününe bakıldığında, çocuklar belki sabah ant içmemekte, ancak yılda en az beş altı defa törenler vasıtasıyla milliyetçi-muhafazakâr etkiye maruz bırakılmaktadır. Çocukların tören adıyla şehitlik ve muhafazakâr ahlak edebiyatı yapılan dramatizasyonlara maruz bırakılması, Türk-İslam sentezli estetik ve etik kaygılarla gösterilerde “etek boyu” tartışmalarına girilmesi, ulusalcı müzik öğretmenlerimizin hala Muammer Sun ekolünden kalan köhnemiş parçaları “yıkıldık ama ayaktayız” şeklinde çocuklara öğretmesi gibi örnekler, belki de etkileri Andımız kadar güçlü olan ürünlerdir. Örneğin tiyatro ve drama alanında yarışma baskısı ve tören konusundaki anlamsız ısrarların, çocuklarla ve gençlerle çalışma yapan birçok eğitmene zarar verdiğini yakından gözlemliyorum. Özelikle de okul gösterilerinde bir türlü vazgeçilmek ya da demokratikleştirilmek istenmeyen, kalıplara dayalı bir estetik anlayış söz konusu. Çocuğa özgürce kendini ifade etme şansı tanımayan köhnemiş bu etkinlikleri, başta yaratıcı drama ve tiyatro çalıştırıcılarının sorgulaması gerekiyor. Ancak malum “ulusalcı” alışkanlıklar bu alanda çalışan sanatçıların ve sanat örgütlerinin kendilerini ileriye taşıyacak hamleleri yapmasına engel oluşturuyor. Gezi Ruhu henüz bu kurumlara yeterince sirayet etmemiş gözüküyor.
Mimesis sayfalarından en çok gündem olan yazılardan birisi olan Tören, Çocuk ve Tiyatro adlı yazımda düşüncelerimi daha önceden açıklamıştım. Türkiye’de hem öğretmenler, hem de çocuk ve gençler üzerindeki kalıcı olumsuz etkileri olan tören anlayışının, bence iktidarı oluşturan odaklardan önce, demokrasi isteyen aydın ve sanatçılar tarafından tartışılması gerekmektedir. Demokrasi isteyen sanatçıların ve aydınların törenler konusunda yapacağı bir eleştiri ve farklı bir model önerisi, okulculuk alanında çalışan müzik öğretmeni, drama-tiyatro öğretmeni, beden eğitimi öğretmeni, edebiyat öğretmeni, halk dansları çalıştırıcısı vs. birçok kişiye yarar sağlayacaktır. Çocukların ve gençlerin özgürce ve yaratıcı bir sanat üretimi içinde olmasını istiyorsak, bu konuda elimizden gelenleri yapmalıyız.
Örneğin Prof. Dr. Serdar Değirmencioğlu, bu tartışmalara katkı sağlamak amacıyla İletişim Yayınları’ndan çıkacak önemli bir derleme çalışmasının hazırlıkları içerisinde. Türkiye’de şehitlik ve ölüm imgesinin, farklı boyutlarda yansımalarına dikkat çeken derleme çalışmasında benim de tiyatro ve drama alanıyla ilgili bir yazımı okuyabileceksiniz.
Yazımı bitirirken herkese sağlıklı ve huzurlu bayramlar diliyorum.