Sefa Babutcu
Sanatın ne olduğu ya da ne olmadığı üzerine yüzyıllardır kafa patlatan “sanatçı, yazar, düşünür vs” genelde sanatın dinamik bir yapısı olduğunu ve bu yapıya göre de toplumları değiştiren dönüştüren, insana dokunabilen bir “iş” icra ettiğini söyler. Toplumları değiştirmek dönüştürmek denilince sanatın ve sanatçıların hep bir adım önde giderek toplumu yönlendirmesi düşünülür. Toplum da sanatın tavrına ve duruşuna göre şekillenir diye bilinir. Böyle olmalı mı? Böyle midir? Bu sorulara da cevap verilmeli ki sanatın ideali ve sanatın şuan durduğu yeri de iyi görebilelim.
Bir de toplumları değiştirmek dönüştürmek için “toplum mühendisleri” var. Toplumu dönüştürmek için ülkemizde de bolca bulunan “toplum mühendisleri” çoğu zaman devlete yani yönetim şekli olan rejimin istenildiği gibi sürdürülmesi için varlıklarını sürdürürler. Ancak devletleri yöneten iktidarların politika anlayışlarına göre şekillenir. Ülkemizdeki “toplum mühendisleri” sanat alanından da özellikle Cumhuriyet dönemiyle beraber ciddi anlamda yararlanmış ve toplumu daha “çağdaş ve muasır medeniyetler seviyesine çıkartmak” için Batı’dan alınan sanat ülkemizde yerleşmeye başlamıştır. Bununla birlikte toplumun Batı’ya dönük olarak bir sanat anlayışı benimsemesi sağlanmaya çalışılmış, Batı kültürü topluma entegre edilmeye başlanmıştır. Fakat bu sanat anlayışı Cumhuriyet dönemi devrimleri gibi bir anda olduğu için toplumla homojen bir bağ kuramamıştır. Bu yüzden toplumun sanatla arasındaki bağ pamuk ipliği gibi olmasına rağmen o dönemde çokça uğraş veren tiyatro yazarları ve edebiyatçılar sanata bir nebze olsun nefes aldırmıştır. O dönemde yapılan tiyatro ve edebiyat çalışmaları eğer ki olmasaydı belki şuan çok daha vahim bir şekilde patinaj çekiyor olabilirdik.
Tiyatro tarihçileri de çok iyi bilirler ki ülkemizdeki tiyatro oyunlarına bakıldığında genellikle “toplumsal gerçekçi” oyunlardır. Peki nedir bu toplumsal gerçekçilik? Toplumsal gerçekçilik kavramı dillendirildiğinde aklımızda, toplumun dönüşümünü toplumun dinamiklerinden yararlanarak yapan bir kavram olarak belirir. Gerektiğinde bu anlayışla ülkemizde “devrimci tiyatro” adı altında onlarca oyun sahnelenmiş ve toplumun “uyandırılıp” bu devrime katkı sağlanmasına çalışılmıştır.
Sevgili hocam Zehra İpşiroğlu “bir sanatçı belli bir ideolojinin hizmetine girerek bunu bize dayatmaya çalıştığı anda sanatını hiçe saymış olur” diyerek aslında yeni bir tartışma zemini de oluşturmuştur. Çünkü ülkemizdeki sanatçılarımızın çoğu devrime inanmış ve bu yönde oyunlar sahnelemişlerdir. Yukarıda bahsettiğim “toplumsal gerçekçilik” kavramı sosyalizmin ürünüdür. Yani bir ideolojinin. Hal böyleyken ülkemizdeki oyunların ciddi bir kısmı bu ideolojiyle sahnelenmiş oyunlardır. Zehra İpşirioğlu’nun “sanatını hiçe sayan sanatçılar” derken tabi bütün bunları düşündüğünü de tahmin ediyorum. Burada dikkat edilmesi gereken kelimeyse “dayatmadır.” Dayatmadan sanatçının istediği sanatı istediği gibi sanatını icra edebilmesi gerekiyor. Toplumu değiştirip dönüştürmek isteyen bir “sanatçı” dayatmadan nasıl toplumu dönüştürüp ön ayak olabilir ayrıca incelenmesi gereken bir meseledir. Sanatçıların bu konudaki düşünceleri “sanat için sanat” ya da “toplum için sanat” tartışmalarına kadar uzanıyor.
Sanatın yapısına dair düşüncelerin az çok böyle olduğunu göz önünde bulundurursak toplum, sanat ve iktidar arasındaki ilişki de belirginleşmeye başlar. Sanatın doğası gereği iktidarla kavgalı olduğu, iktidarın otoritesine bir başkaldırı olduğu Antik Yunan oyunlarından beri kanıtlanmıştır. Ülkemizdeki Batılılaşma bir dönem tiyatro oyunları üzerinden de yapıldığı için devletin eliyle sanatın gerçekleştiği de söylenebilir.
Ancak darbe dönemlerinden kurtulup da sanatın üzerindeki tam da baskı gitti demişken, devlet eliyle sanatın bertaraf olma ihtimali varken ülkemizdeki sanatın yine başka bir yere doğru savruluşu söz konusu olduğunu düşünüyorum. Devletin sanatına rağmen iktidara boyun eğmemeye çalışan sanat yine aynı şekilde bu dönemde de hem iktidara boyun eğmemeye çalışırken hem de devletin istediği yönde sanat yapmaya da mecbur kalıyor. İki arada bir derede olan sanatın, başta tiyatronun tam olarak ne yapmaya çalıştığı konusunda da önümüzdeki günlerde daha da fazla kafasının karışacağını düşünüyorum.
Ülkemizdeki sanat anlayışı hep “sol” elle yapıldı bundan sonra da böyle olacağa benziyor. Ak Parti hükümetine kadar olan hükümetlerden hiçbiri sanat adına bu ülkede sağlam işler yapmak için sanatın önünü açmaya çalışmadı, çalışamadı. Hatta umurunda bile olmadı. Ak Parti hükümetiyse 2002 yılından beri olan iktidarından beri birkaç tiyatro binası yaparak, kültür merkezi açarak sanatı ayakta tutabileceğini düşündü. Şuana kadar tiyatro, bale, opera vs. adına bu kadar yıldır tek bir çivi çakılmadı denilse yeridir. Kalkınmaya ve adalete öncelik verildiği söylendi ancak sanat ayağı büsbütün terkedildi. Terkedilmesinin yanında sanatçılarla da kavgaya girişildi ve sanatçıların tepkisi bir hınca dönüştürüldü. Şuana kadar icra edilen herhangi bir sanat dalını iktidar beğenmese dahi, meydanlardan bağırarak ya da “kapatırım bak” anlayışıyla değil de daha çok sanatı destekleyerek bir yere varılabilirdi. Ancak Ak Parti tabanını düşündüğümüz zaman Anadolu insanının büyük çoğunluğunun bu tabanda yer aldığını görüyoruz. Anadolu insanının tabi ki sanattan kopuk olduğunu bunlardan önce iş ve aşın geldiğini biliyoruz. Bu düşünceler doğrultusunda biraz da tribünler ne istiyorsa onu veren iktidar sanatla arasına büyük bir mesafe koydu, koymaya devam edeceğe de benziyor. Paragrafın başında belirtilen “sol” elle yapılan sanatın o şekilde devam edeceğe benzemesinin nedeni aslında sanat adına sağ cenahta bir materyal bulunmamasıdır. Sağ elle bir sanat yapmanın şuan imkansız olduğu aşikarken “muhafazakar sanat olur mu?” diye düşünmenin bütün iktidarların yaptığı gibi Ak Parti iktidarının halihazırdaki sanata baskısından kaynaklanan bir “paranoya” olduğunu düşünüyorum.
Gönül isterdi ki “sol” “sağ” diye ayrılan bir sanat anlayışı yerine, devlet eliyle yapılan sanat anlayışı yerine özgür, özgün ve küresel bir anlayışla yapılan bir sanatımız olsun. Olmuyor, olamıyor. Ak Parti de bu ortamı hazırlamadı, hazırlayamadı. Darısı bir sonraki iktidarların başına inşallah.