Dikmen Gürün
* Türkiye özgürlükler anlamında notu kırık bir ülke. Victor Hugo, “düşüncenin gümrük memurlarından” söz eder düşünce özgürlüğünün denetlenemeyeceğini söylerken. Ama nedense, hemen her dönemde bunu yapabileceklerini düşünür iktidar odakları… Haldun Taner ustamızın dediği gibi, kendilerince statükonun bekçiliğine soyunurlar. Bunu, baskıyla, sansürle yaparlar. Ya da yapabileceklerini sanırlar…
* Bu kısa yazı kapsamında sansür mekanizmasının sanatın çeşitli alanlarında yaptığı tahribatları tek tek ele almak mümkün değil. Ama şu bir gerçek ki, bu ülkede maalesef her devirde işlemiştir sansür mekanizması.
Geçen hafta sansürün kaldırılmasının 105. yılı birtakım etkinliklerle anıldı. Bu etkinliklerden birinde, Basın Konseyi Başkanı Sayın Pınar Türenç: “… Ülkemde hâlâ sansürü konuşmak, basın özgürlüğünün kısıtlanmasından yakınmak, cezaevlerinde gazetecileri görmek Basın Konseyi Başkanı olarak bana tarifi mümkün olmayan acılar veriyor. Üstelik seçilmiş, ileri demokrasiyi getireceğini vaat ederek iktidara gelmiş bir hükümet zamanında bunları konuşmamız ayrı bir üzüntü vesilesi” diyordu.
Türkiye özgürlükler anlamında notu kırık bir ülke. Victor Hugo,“düşüncenin gümrük memurlarından” söz eder düşünce özgürlüğünün denetlenemeyeceğini söylerken. Ama nedense, hemen her dönemde bunu yapabileceklerini düşünür iktidar odakları… Haldun Taner ustamızın dediği gibi, kendilerince statükonun bekçiliğine soyunurlar. Bunu, baskıyla, sansürle yaparlar. Ya da yapabileceklerini sanırlar…
Dünden Örnekler
Bu kısa yazı kapsamında sansür mekanizmasının sanatın çeşitli alanlarında yaptığı tahribatları tek tek ele almak mümkün değil. Ama şu bir gerçek ki, bu ülkede maalesef her devirde işlemiştir sansür mekanizması. Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”sine kadar gerilere gitmeden, şöyle bir düşünüyorum: Mesela; neden“Sezuan’ın İyi İnsanı” oynarken Tepebaşı Sahnesi saldırıya uğradı? Neden “Muzır Müzikal” oynadığı sırada bir gece o güzelim Şan Tiyatrosu yanıverdi? Neden Haldun Taner’in“Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım” oyunu yasaklandı? NedenVedat Nedim Tör’ün “Sahte Kahramanlar” adlı oyunu “milli teamüllerimize ve ananelerimize aykırı” olduğu gerekçesiyle Devlet Tiyatroları’nda oynaması yasaklandı? Neden Oraloğlu Tiyatrosu’nda Aristophanes’in “Lysistrata”sı (“Kadınlar I-Ih Derse”) müstehcen bulunarak yasaklandı… Saymakla bitmez kimi ürküten, kimi de güldüren ama her daim düşündüren bu yasaklar zinciri…
Peki, Ya Bugün?
Evet, her dönemde sansür var olmuştur ama son on yılda, Ak Parti iktidarı döneminde sanata müdahale, baskı ve sansür tavan yapmıştır. Bu, ne yazık ki 2002 ve ardından 2011 yıllarında sandıktan çıkan yüzde 50 civarında oy oranıyla bağlantılı bir otoriterleşmenin sonucudur. Hele 2011 itibarıyla söz konusu otoriter resim daha da belirgindir. Mehmet Aksoy’dan Fazıl Say’a ve de düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün sembolü haline gelen Gezi Parkı olaylarındaki polisin aşırı şiddet uygulamalarının körüklenmesine kadar uzanan kalın, esnemeyen bir çizgidir bu.
Öte yandan, 2012 yılında ülkenin iki köklü ödenekli tiyatrosunu hedef alan ve sanat dünyasını karıştıran“kapatırım, özelleştiririm” söylemleri yatışmış gibi gözüküyorsa da yakın bir gelecekte öncelikle Devlet Tiyatroları’nın başını yakacak gibi, çünkü İngiltere’de Arts Council’dan esinlenilerek yapıldığı söylenen ama öyle bir özgür yapıya asla sahip olmayacak olan Sanat Konseyi tasarısı üzerinden ilerleniyor. Devlet Tiyatroları’nın yanı sıra, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlükleri’nin kaldırılması yolda…
Bir yanda köklü kurumlarda böylesi sarsıcı yapısal değişimlere yönelmek, öte yanda “ben yaptım oldu” tarzında yasaklarla ilerlemek hayli düşündürücü. Sanki bir kuşatma… Bu arada, ihbarlar ve bu ihbarlardan yola çıkarak uygulanan yasaklar, baskılar şaşırtıcı olmanın ötesinde trajik… O kadar çok ki yasaklar. Hepsine değinmek olanaksız…. Yakın zamanda bu konuda bir araştırma yapılması, tez hazırlanması bir zorunluluk kanımca… Ama doğrusu bu ya, hiç mi hiç anlamış değilim Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın neden Konya’da “okuma tiyatrosu” olarak sahnelenen Necip Fazıl Kısakürek’in oyunlarından yapılan ve yılların sanatçısı Serhat Nalbantoğlu’nun yönettiği bir kolajın provaları sırasında “dinin aşağılandığına” dair aldıkları bir jurnal nedeniyle müfettiş görevlendirdiğini ve bu kişi ya da kişilerin sanatçıları sorguya çektiğini. Olabilir mi böyle bir şey? Bu, çirkin bir yıldırma politikasından başka bir şey değildir ve de bu ihbarı yapanın kimler olduğu, böyle bir ihbarın neden ve niçin ciddiye alındığını sanırım açıklamak durumundadır sorumlular.
Bu sadece sahne sanatları, özellikle de tiyatroda görünen resim. Daha geniş perspektiften bakıldığında amacın kültür sanat alanında mevcut bitki örtüsünü köklerinden sökerek yeni ve de tamamen iktidar partisinin gölgesinde bir sanat florası oluşturmak olduğunu söylemek yanlış olmaz… Şunun da çok iyi bilinmesi gerekir ki sansürsüz, baskısız, tehditsiz bir düzen, düşüncelerin tartışılmasına, gerçeklerin görülmesine zemin hazırlayacaktır.
Cumhuriyet