Tarihi bir süreçten geçiyoruz. 15 Haziran günü gece saat dokuz civarı, tencere tavaların çalınmaya başladığı saatte, Gezi Park’a baskın düzenlenmiş ve park içerisindeki insanlar dağıtılmıştı. Sonraki günlerde polis ablukasıyla birlikte Gezi Park’ı kurtarılmış alan olmaktan çıkmıştı. Ne var ki bir eylemcinin de dediği gibi “insanları Gezi Park’tan çıkaranlar Gezi Park’ı insanların içinden çıkaramadı.” Böylelikle ceberut devlet müdahalesi Gezi Park’taki “mikrobun” diğer parklara da sıçramasına neden oldu. İnsanlar diğer parklarda buluşmaya, direnişi değerlendirmeye ve gelecekte neler yapılabileceğini tartışmaya başladılar. Beşiktaş’taki Abbasağa Parkı, Kadıköy’deki Yoğurtçu Parkı, Bebek Parkı, Yeniköy Parkı, Üsküdar Doğancılar Parkı bunlardan bir kaçı…
Öte yandan özellikle Abbasağa da ilginç şeyler olduğunun altını çizelim. Direnişi hayatın tüm alanlarına yaymak adına önemli bir hareketlilik yaşanmakta… Abbasağa Parkı’nda diğer parklarda olduğu gibi forumlar gerçekleştirilmekte ve insanlar görüşlerini ve deneyimlerini paylaşmaktalar. 21 Haziran Cuma günü yine burada bazı çalışma gurupları oluşturuldu. İnsanlar bu gruplar altında toplanmaya ve belirli kararlar almaya başladılar. Çalışma gruplarında alınan kararlar daha sonra parkın genel görüşüne sunulacak. Abbasağa’da uygulanan model hem katılımcı demokrasi adına bir girişim olarak hem de diğer parklardaki buluşmalara bir yol modeli sunması bağlamında önemli bir yerde duruyor. Gruplardan birisinin kültür sanat aktiviteleri ilgilenmek üzerine kurulduğunu da vurgulamalıyız.
Bu tarihi günler içerisinde gösteri sanatları bölgesi önemli ölçüde ön plana çıktı. Birçok sanatçı Taksim’deki direnişin ilk günlerinden itibaren oldukça aktivist bir tavır takınmıştı. Gezi Parkı’nın polis müdahalesiyle “insansızlaştırılması”nın ardından karşımıza çıkan farklı protesto eylemlerinin, gösteri sanatları ile ilgilenen kişilere tanıdık gelecek performans biçimleri üzerine inşa edildiğini gözlemledik. Bu tür eylemler özellikle sosyal medya üzerinden hızla yaygınlık kazandı ve ana akım medyanın iktidarca belirlenen sınırlarını çok hızlı biçimde aştı. Ancak bu esnada bazı etik tartışmalar göz ardı edildi. Yazarlarımızdan Ömer Faruk Kurhan’ın gündeme getirdiği “Gül Taşlı Cenal” vakası bu tür tartışmalara bir örnek teşkil edebilecek cinsten. Arkadaş arasında izlenmek için kayda alındığı iddia edilen bir videoyu sanal alemde yayanlar bir oyuncuyu mağdur etmiş olabilirler mi? “Tiyatro camiasının, kadın örgütlerinin ve insan hakları örgütlerinin bu vaka ile ilgilenmesi ve acilen bir netleşmeye gitmesi gerekir. Gül Taşlı iddia ettiği gibi bir medya mağduru ise, kendisine destek verilmesi ve yalnız bırakılmaması gerekir.” Gezi Parkı direnişiyle başlayan ve zaman içerisinde çok daha kapsamlı bir nitelik kazanan bu süreç yeni sorular ve yeni tartışma başlıkları üretmeye devam ediyor. Belli ki daha da devam edecek.
Tabii ki sanatçılar olarak üzerinde durmamız gereken önemli bir diğer nokta daha var: Bir yandan en temel vatandaşlık hakları için yürütülen bu sürece sahip çıkarken diğer yandan her geçen güç daha çetrefilli hale gelen “barış süreci”ne de sırtımızı dönmememiz gerekiyor. Son günlerde çeşitli biçimlerde bu süreci uçurumdan yuvarlama dönük bazı girişimler ortaya çıktı. Sonuncusu Lice’de halkın “kalekol” denen yeni karakolların inşaatına dönük tepkisine bir ölü ve onlarca yaralıya yol açacak vahşilikte yanıt verilmesi oldu. Temel haklar mücadelesinin başarısının içinden çıkmaya çalıştığımız iç savaş koşullarının sona ermesine bağlı olduğunu unutmamak şu tarihi dönemeçte daha da önem kazanıyor.