[Eleştirmen Ömer Lekesiz, doğu ve batı dünyasının ‘sanatsal zihniyet kodlarını’ irdeleyen yazılarını ‘Sanat Bizim Neyimize’ adlı kitapta topladı. Gülen Tezcan’ın Lekesiz ile yaptığı ve Star’da yayınlanan yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.]
Sanat kelimesine batıda ve doğuda kullanım farkından başlayan bir itirazınız var. Bu itirazınızın nedeni nedir? Batılı anlamda sanatsal / kültürel bir tehdit ya da tehlike midir?
Bugün itibariyle sanatın teknolojiyle kurduğu ikircikli ilişkiden değil Latince, Arapça gibi muteber dillerdeki sanat kelimelerinin etimolojisinden hareketle söyleyecek olursak onun öz’ü itibariyle değişmediğini görürüz. Bu manada sanat insanlığın ortak hakikatidir; öz’ü itibariyle değil hareketi itibariyle değişir. Heidegger, sanatı “bir açığa çıkarma pratiği” olarak kavramsallaştırır. “Neyi açığa çıkarmak?” diye sorulduğunda biz Tevhid’i işaret ederiz, Batılı ise özne’liği işaret eder. İlkinin yönü dünyadan (seküler olandan) sema’ya doğrudur, ikincisinin yönü ise sekülerizme doğru. Bunları “kültür emperyalizmi”yle birleştirdiğimizde bir karşı kutupluluğun oluşması normaldir.
Yapılamayacak olan ne?
Yeni sanat anlayışı yapacaklarımıza göre değil yapamayacaklarımıza göre belirlenecektir diyorsunuz.
Bu konuda çaba var mı peki?
Yapabileceklerimizde geniş bir kabiliyete sahibiz. Örneğin, birilerini öldürebiliriz, ahlaksızlığın dibini bulabiliriz, vs. Bunun karşısında ise şeriat vardır. İbn Teymiyye şeriatı kısaca “Allah’ın hadlerinin uygulanması” olarak tanımlar. Bu da bize neyi yapmadığımız takdirde İslamî vasat’ta, dolayısıyla insanî vasatta bulunacağımızı bildirir. Bu zihniyeti kuşanma açısından hangi seviyedeyseniz, o çaba açısından da aynı seviyedesiniz demektir.
Edebiyat ya da sahne sanatları kulvarında böyle bir arayış var mı?
Sanat toplumsal ve siyasal planda projelendirilerek uygulamaya konulan bir iş değildir. Sanat da, onu içinde şekillendireceğimiz zihniyet de son tahlilde orta yerde olan ancak iktisabı önce nasiple, devamında ise samimi taleple mümkün bir idraktir. “Sahne sanatları” terimi benim için bir şey ifade etmediğinden üzerinde henüz yoğunlaşmadım. Biz de zıll-ı hayal vardır ki, o dünyadır. Çünkü, dünya hayatı ahiret hayatına göre bir hayalden/rüyadan ibarettir. Zıll-ı hayal, Batılı anlamda sahne sanatına tekabül etmez.
Sanatı belli dallarla sınırlamak sanatın özgürleştirici yanıyla çelişmez mi?
Ne tür bir özgürlükten bahsediyoruz? İslamî kültüre göre özgürlük kendi bakış ufkunun tahakkümünden bile kurtularak hiçbir tahakkümü kabul etmeyen, zamanı, mekanı ve hali aşan bir yönelmeyi ifade eder. Bu, İbn Arabi’nin “Algı mahallini mümkünler hakkında düşünmekten boşaltmak” dediği şey, yani “perspektifsizlik”tir. Özgürlükten kasıt müstehcenlik ve pornografi yapabilme serbestisi ise bunlar insanı normalliğinden aşağı çekme durumudur, yani bir koşullanmışlığı özgürlüğe nispet etme yanılsamasıdır.
Tiyatroyu gerekli görmüyorsunuz. Ancak Türk toplumunda tiyatro orta oyunu, meddah gibi türlerde varolmuş. Üstelik kavga eden iki insan gördüğünde bile durup izleyen bir milletiz. Toplum olarak ‘seyir kültürü’ne bu denli yatkınkın ‘tiyatro’yu toptan reddetmek yerine yeni bir dil oluşturma çabası gözetilemez mi?
Tiyatro (theatron) kelimesi Theos’a (Tanrı’ya), theoros’a (seyreden’e), theoriya’ya (nazariyat’a) bitişiktir. Bu kelimelerin hiçbirisi benim kültürüme ait kelimeler değil. Diğer bir söyleyişle benim kültürel kodlarım o tiyatroda yatmıyor. Hadi bunu geçip mevcut duruma bakalım: Tiyatro yapılabilmesi için tiyatrocular “beslemek” zorundasınız. Aksi halde toplumumuzca muteber olmadıkları için açlıktan ölürler. Yok hükmünde olan için bir dil oluşturmak zorunda mıyız? Ben değilim, siz de kendi kararınızı verin.
İdeolojik Kılıflar Kötüdür
Muhafazakarların ‘sanat’ alanında ‘yokluğu’na dair eleştiriler yapılıp artık bu alanda da varolmak gerektiği söylendiğinde siz devletin sanatı belirleyici olmaması gerektiğini söyleyerek karşı çıkmıştınız. Peki muhafazakarların sanatla bağ kurmaları için nasıl bir itici güce ihtiyacı var?
Sanata ideolojik bir kılıf giydirmenin her türlüsü kötüdür. Kemalizm kendi sanatını üretmeye çalıştı da ne oldu? Bir sürü taklitçi, sanatla uğraşmayı aydın olmak zanneden onlarca cahil yetişti. Şimdi siz “muhafazakar sanat yapılacaak, yap!” derseniz, tersinden bir Kemalizm yapmış olursunuz. Müminlerin sanatla bağ kurması konusuna gelince: İslam sanatı bir bakış terbiyesidir (tanım Özlem Hemiş’e aittir). Kur’an’la, Osmanlı Türkçesi’yle (yani kültür diliyle) bütünleşmeden bunu yapamazsınız. İSMEK’ler söz konusu terbiyeyi sonucundan yani uygulamasından başlattılar; buna da şükür; devamı gelir inşallah.