Yaşam Kaya
Bu ara uzun sürecek bir tatile çıktım. ‘Gezi Parkı İsyanı’ sırasında herkesi derinden etkileyen birçok olaya tanık olup, tiyatronun ‘devrimci’ gücünü ortaya koyan ‘Mi Minör’ ve ‘Gezerken’ adlı oyunların yeni tiyatro sezonunu sil baştan değiştireceğini düşünerek tatil rotama yönelmiş durumdayım. Bu köşeden geçtiğimiz sezon tüm tiyatrolara bir çağrı yapmış, ‘Politik Tiyatro’nun mutlaka ama mutlaka sahnelerde yer alması gerektiğini savunmuştum. 2012-2013 yılı içinde İstanbul’da hemen hemen izlemediğim oyun kalmadı, bunun yanında Konya, Trabzon, Adana ve Ankara’da onlarca yeni tiyatro yapıtıyla tanışma fırsatını yakaladım. İnanın ‘Politik’ diyebileceğim sadece beş tane oyunu izlediğimi itiraf etmeliyim.
İzlediğim beş oyunun içinden sadece bir tanesi insanların ufkunu öylesine açtı ki, ‘demokrasi’ nutuklarının atıldığı 2013 yılında, Türkiye’de yaşanılan ‘anti demokrasiyi’, ‘baskıyı’, ‘sivil diktayı’ gerçekçi kurguyla muhteşem bir analizle seyirciye sundu. Bizim tiyatro eleştirmenlerinin oyun sonrası ‘böyle rezillik görmedim’, ‘neden iki saatimi harcadım ki?’ gibi söylemlerine şahit olmuş, yapılan amaçsız, mesnetsiz eleştirilere gülüp geçmiştim. Yazdığım kritik sonrasında oyuna övgüler dizmiş, neden bu oyunun sahneler için önemli olduğunu detaylı biçimde anlatmıştım. ‘Mi Minör’ oyunundan bahsettiğimi anlamışsınızdır. Hükümetin hedefinde olan gösteri için uydurulan yalanlara geçtiğimiz haftalarda cevap vermiştim. Konuyu buradan başlatarak ‘Politik Tiyatro’ yapmanın neden önemli olduğunu tiyatroyla ilgilenen herkese bir kez daha hatırlatmak istedim.
Tatile çıkarken tiyatroyla ilgili kafamdaki soru işaretlerini beraberimde götürüyorum. Türkiye’de ‘Devrimci Tiyatro’nun çağın koşullarına göre şekillendiği şu günlerde, artık her şeyin daha gerçekçi olaylarla seyirciye ulaşması bir şart oldu. Tüm düşüncelerimin yanında Stefan Zweig’ın ‘Joseph Fouche – Bir Politikacının Portresi’ adlı kitabını henüz bitirdim. Kitap aslında ‘politika’ üstüne kurgulu olsa da Türkiye Tiyatrosu’nun neden bir adım ileriye gidemediğini de açıkça gösteriyor. Eser, ‘Fouche’ adlı karakterin Fransız Devrimi sırasında Makyavelist oyunlarla nasıl iktidarda tutunduğunu anlatıyor bizlere. Her türlü görüşün içine sinsice sızan, kimin kellesi gidecekse o anda taraf değiştiren ‘Fouche’, günümüz Türkiye’sindeki politikaya ayna olurken, tiyatronun içine kümelenmiş Makyavelist kişi ve kurumlara inceden göndermeler yapıyor. Yazarın yaşadığı dönemdeki dünya koşullarıyla şimdi arasında çok durumun değiştiğini söyleyemeyiz. ‘Her devrin adamı’ mantığıyla tiyatroda yaşamına devam eden sanatçılar, oyuncular, yazarlar bu saatten sonra Makyavelist oyunlarla sistemlerini sürdüremeyecek. ‘Sanatı sadece sanat’ olarak değerlendiren bu kurnaz tilkiler ‘Ulusalcılık’ kisvesi altında yıllarca toplumu uyutup, ‘On yılda demir ağlarla Türkiye’yi donatıp’, sonrasında kim iktidara geçmişse o’nun gemisine binerek tiyatro oyunlarını topluma sundu. ‘Milliyetçi’, ‘ırkçı’, ‘gerici’ gösteriler boy boy Anadolu’da sahnelerde yer alırken, 1960’lı yıllarda başlayıp 1980 askeri faşizmi ile sonlandırılan ‘Politik Tiyatro’ olgusu topluma tam olarak sunulmadı. Osmanlı padişahlarının saray hikayeleri, gerici-milliyetçi isimlere dizilen övgüler yıllardır insanların ufkunu köreltmekten başka işe yaramadı. Nedenini aslında hepimizi biliyoruz ya, ‘emek’ sömürüsü odaklı, kapital sistem içinde günden güne fakirleşen işçi sınıfının hikayesi eğer tiyatro sahnelerinde görünür olursa, kutsallaşmış tüm olgular yer ile yeksan olacak. Göklere çıkarılan saçma ‘toprak kavgası’, sadece renklerinin dikkat çektiği bez parçaları asla bu ülkenin gerçek sebebi olmayacak.
Makyavelist mantık insanları her dönemin koşuluna göre dizayn eder. Tiyatronun ‘devrimci’ disiplinini sadece çoğunluğun şekillendirdiği siyasi yapıya göre belirlersek, Antik Yunan dönemi Miletos Tiyatrosu’nda yaşanılan ilk tiyatro devrimini göz göre göre inkar etmiş oluruz. Ki oralara kadar gitmemize gerek yok, ‘Gezi Parkı İsyanı’nda ‘Devrimci Tiyatro’ya sarılan yüzlerce sanatçı, Makyavelist Tiyatro mantığının çöktüğünü bizlere müjdelediler. İsyan öncesi ‘Mi Minör’ oyunu ile başlayan sistemi eleştiren algı, önümüzdeki sezonda ‘Devrimci’ kimliğe bürünmüş Türkiye Tiyatrosu için bir ışıktır.
Çok kısa süren İngiltere yolculuğumun ardından Nevşehir’le başlayan, Niğde, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Adıyaman, Urfa ile devam eden seyahatim şimdilerde Anadolu’nun kadim uygarlıklarını tanımakla sürüyor. Adıyaman’da Nemrut Dağı zirvesinde yer alan ‘Kommagene Krallığı’ kalıntılarını görmek için üç bin beş yüz metre tırmanıp Türkiye’ye baktığımda yepyeni umutlar gördüm. Her devre göre değil, ‘artık gelmesi gereken devre göre tiyatro’ Anadolu’yu yeniden cennete çevirecek.