[Radikal gazetesinden Uğur Vardan, geçtiğim günlerde yaşanan 1 Mayıs olaylarını köşesinden değerlendirdi. Okuyucularımızla paylaşıyoruz. ]
Şahan Gökbakar’a tavsiyem bundan böyle filmleri için eleştirmenlere değil vali ve devlet erkânına yönelik öngösterimler yapması, çünkü böylesi bir değerin hakkını ancak iktidarlar teslim edebilir.
Hatırlayacaksınız, Emek Sineması’nın geleceğine ilişkin gelişmeler karşısında meslek hayatına en azından şimdilik nokta koyan Atilla Dorsay’ın kararını eyleme geçirdikten sonra Şahan Gökbakar topa girmiş ve SİYAD Onursal Başkanı’na yönelik olarak sosyal medyada şu mesajları paylaşmıştı: “Sen zaten benim adımı hâlâ bilmiyorsan sinema yazarlığını bırak baba. Sayın Başbakan’ın benimle sohbetini kıskanan ve bana Recep İvedik diyerek aklınca aşağılayan, Atilla Dorsay’ın köşesini bırakması mükemmel olmuş!”
Malum, Şahan kardeşimiz son 1 Mayıs’ta bir kez daha ‘yol gösterici ve ufuk açıcı’ tweet’leriyle yeniden gündeme geldi. Göstericilere kendince ayar çeken ve tarihe “Geçen 1 Mayıs’ta ne yaptığımı biliyorum” türünden ‘derin’ ve kendi deyimiyle ‘yandaş’ izler bırakan genç komedyenimiz şöyle bir noktaya taşıdı bizleri: “Evet, yarattığım karakter benim.” Yani Atilla Abi’yi de ‘pratik’te doğrulamış oldu. Gökbakar’ın 1 Mayıs performansı zaten yeterince tartışıldı, uzatmaya gerek yok. Sadece o gün Uğur Sönmez adlı bir arkadaşın attığı bir tweet’in meseleyi kısa ve kıymetli bir biçimde özetlediğini düşünüyor ve aktarıyorum: “Biz faşistin kötü, 1 Mayıs’ın hak olduğunu Kemal Sunal’dan öğrendik. İşte tam da bu yüzden Şahan Gökbakar asla bir Kemal Sunal olamayacak!”
Konunun yakın ve uzak gelecekteki yansımasına gelince.. Malum ‘Fetih 1453’ filminin yapımcısı (ve aynı zamanda yönetmeni) eleştirmenler için öngösterim yapmadı ama apar topar Başbakan’a gösterip fikrini aldı. Tercihidir, saygı duyarım. Sonuçta bugüne bugün Recep Tayyip Erdoğan heykelden işçi hareketlerine, mimariden milli içkiye her konuda fikri olan ve geniş bir yelpazede engin görüşlerini açıklama özgürlüğüne ve yetisine sahip bir şahsiyettir. Daha da ilginci bir heykele ‘ucube’ diyerek sadece fikir belirtmenin ötesinde ortadan kaldıracak kadar güçlü bir sanat eleştirmeni (gerçekten bu denli ‘yıkıcı’ bir eleştirmen var mıdır yeryüzünde, sanmıyorum). Neyse, Şahan kardeşime de yaptığı her işi izleyen ve birçoğunu kendi içinde tutarlı ve yer yer başarılı bulan bir sinema yazarı olarak naçizane tavsiyem sonraki çalışmaları için eleştirmen öngösterimlerinden vazgeçmesi ve filmlerini ilk olarak başta İstanbul Valisi olmak üzere devlet erkânına göstermesi ve de onların fikirleriyle hareket etmesi. Sinema yazarı arkadaşlarıma da şu soruyu sormak istiyorum: Böyle bir düşünceye sahip olan bir ismin içinde yer aldığı filmler için kalem oynatmaya değer mi acaba?
Bir ‘seslenişim’ de bu işin mutfağındakilere… O gün iki sinema yazarı arkadaşım Şenay (Aydemir) ve Erkan’la (Aktuğ) Şişli’de ana caddeye indiğimizde ‘Oyuncular Sendikası’ kortejinin içinde Genco Erkal’ı da gördüm. Kıssadan hisse şuraya getireceğim lafı; Emek Sineması yürüyüşünde 71 yaşındaki Erden Kıral’a, 1 Mayıs’ta da 75 yaşındaki Genco Erkal’a ‘biber gazı’nı reva gören devlet, yediği haltı sürekli “Bunlar bir grup marjinal” diyerek örtbas etmeye çalışıyor. Emek’te de benzer bir mantık sahaya sürüldü, 1 Mayıs’ta da. Evet, bir sürü ırkçı ve faşist karakterli dizilerde birçok oyuncu rol alıyor ve “N’apalım, ekmek parası” gerekçesine sığınıyor. Öte yandan biliyorum ki kimseye bu denli karmaşık bir dengeler dünyasında öğüt verme hakkım yok. Bir başka deyişle ‘Masum değiliz hiçbirimiz.’ Ama ben yine de bundan böyle Şahan Gökbakar’ın herhangi bir projesinde yer alacak sinema emekçilerinden, ‘Genç yetenek’in ‘Emek’in bayramı’nda söylediklerini hatırlamalarını, akıllarının bir köşesinde yaptığı yorumları bulundurmalarını isteyeceğim.
Bu arada 1 Mayıs’ın bana kalırsa şöyle bir kazanımı oldu: O gece Ahmet Hakan’ın ‘Tarafsız Bölge’sine çıkan İhsan Eliaçık, evet tanıyanlar tarafından değeri bilinen bir kimlikti ama programda gösterdiği performansla vicdanlı bir aydın nasıl olur, cümle âleme gösterdi diye düşünüyorum. ‘Abdestli diktatör’ tanımı da sanırım literatüre, hiç çıkmamak üzere girdi…