Gülden Ateş
Bir varmış bir yokmuş. Çok soğuk bir ülkede büyükannesiyle yaşayan yoksul bir kız varmış. O kadar yoksulmuşlar ki kiraya verecek paraları olmadığı için tavan arasında yaşıyorlarmış. Tıpkı fareler gibi… Bu yoksul çocuğun kendisi gibi paçoz bir arkadaşı daha varmış. Bu iki baldırı çıplak, aç bil aç dolaşmak bir yana dursun, utanmadan da hayaller kurarlarmış. İsterlermiş ki bir çift patenleri olsun da kaçıp kurtulabilsinler yoksulluklarından. Yoksulluk bir çift pabuç sihriyle silinebilirmiş gibi, ne olacak külkedisi masalı özentisi işte… Neyse efendim, bir kış vakti yine gecenin ayazında çocukluk masalları arasında debelene dursunlar, aniden bir kraliçe peydahlanmış göklerden yere… Soğukmuş, gaddarmış amma masallardan gelmiş ne de olsa, özenilesiymiş. Bu kraliçesinin elinde şeytan yapımı ayna parçaları varmış. Bu parçalardan biri insanın yüreğine değince insan pek bir duyarsız olur, gözüne değince bir anda kör oluverirmiş. Bu körlük, öyle bir körlükmüş ki ne çirkini güzelden ayırmak mümkün, ne kötüyü iyiden, ne dostu düşmandan… Öyle başa bela bir yürek körlüğü yani. İkisi bir arada, tek paket program bu kraliçe tarafından servis edilirmiş akıllı küçük çocuklara… Ki kandırabilsin ki, götürebilsin şatosuna yavrucakları. Çünkü efendim, bu kraliçenin bir tutkusu varmış, istermiş ki soğuk şatosunun bahçesinde binlerce buzdan çocuk heykeli olsun. Biraz sanatsevermiş anlayacağınız. Bu masumcukların eline zor bir akıl oyunu verir, çözebilene özgürlük, çözemeyene ise soğuk havada düşüne dururken donmak; yani bir nevi fosil olmak seçeneği kalırmış. Böylece kandırmış yoksul çocuk Kai’yi. Ayırmış Gerda’sından, düşman tohumları ekmiş dostluklarına… Kai’nin bir çift paten umudu, yoksulluğundan kurtuluş umudu dönmüş hayatının kâbusuna. Verilmiş eline zor bir soru, çöz çözebilirsen… Ama dostunun peşini bırakmayan Gerda bulmuş arkadaşını, söylemiş kraliçeyi korkutan sözcüğü. Sevgiymiş bu sözcük. Sonracığıma Kai’nin aklı dile gelmiş, çözmüş soruyu. Sonrası onlar ermiş muradına, Karlar Kraliçesi kala kalmış bir başına… Peki, zengin olmuşlar mı bizim şu hayalperestler, olmamışlar tabi… Öyle kolay mıydı düzeni yapboz gibi değiştirmek. Ama büyümüşler biraz. Muhtemelen anlamışlar işin daha akılcı yollarını.
Gelgelelim şimdiki zamana… Hans Christian Andersen’ in yazdığı bu masalı, Adrian Mitchell tiyatro metni olarak uyarlamış. Metni Çağman Pala Türkçeye çevirmiş. Efendim, metin temel bir karşıtlık üzerine kurulmuş. Ne demiş sakallı bir amca, alt yapı üst yapıyı etkiler. Sınıfsal çatışma, yoksul-zengin çatışması metnin bütün yapısına yayılmış. Bu çatışma Kai ve Gerda’nın bir çift paten alıp yoksulluklarını geride bırakma hayaliyle verilmiş. Yoksul olmaları oyunlardan dışlanmalarına, karnavalda yemek bileti alamayışlarıyla somutlaştırılmış. Ve oyunun ilerlemesine zemin hazırlayan nedensellik bağını kuran temel unsur, Kai’nin Karlar Kraliçesinin bir çift paten vaadiyle kandırılması olmuş.
Peki, sahnelemede neler olmuş? Bu karşıtlık öyle hafife alınmış ki neredeyse gözden çıkarılmış. Hal böyle olunca, düşünsel derinliği zayıf bir oyun ortaya çıkmış.
Ne demek istiyorum, başlayayım bakalım.
1.Sahnede bir karnaval havası var. Yaratıcılık maalesef sadece kendini kostümlerde göstermiş burada. Diyaloglar öyle sıradan ve önemsiz bırakılmış ki, akılda kalan sadece Gerda’nın Karlar Kraliçesi seçilmesi olmuş. Ve tabii çevresindekilerin bir anda onun seçilmiş olmasına verdikleri tepkiler de bu durumda yersiz kalmış. Hoppala, ne oldu yahu dedirten cinsten ani bir dışlanma hali. E peki nerde bunun öncesi? Yok. Neden birden istemedi bu ahali bu kızcağızın kurayı kazanmasını? Oyun başlarken büyükannenin kiralarını ödeyemediklerini belirtirken oldukça olağan bir durummuş gibi oynayışı, aralarındaki bu ani çekişmeyi oldukça anlamsız bırakmış… Sonra ikinci pas geliyor, karnavala bileti olanın yemek yiyebilmesi mevzusu. Öyle rutin bir durum ki bu, yemeseler de olur dedirten bir reji. Çok önemsiz bir mevzu canım. E ama bunlar çocuk, hiç mi acıkmaz,hiç mi üzülmez,hiç mi canları çekmez ayol? Ve pas taca atıldı sayın seyirciler! Bir gol şansı daha kaçırıldı göz göre göre.
Ve görünmez el buradan itibaren devreye giriyor. Sebepsiz dışlanmalar, anlamsız boşluklar, yetersiz koreografiler ve birbirinden hızla kopan sahneler. Biraz ışık, biraz müzik, az buçuk dans… Oldu da bitti maşallah. İtirazım var! Efendiler, oyunun devamındaki çoğu çatışma, öğe, karşıtlık nedensellik bağı zayıf kaldığı için sahnelemeler kopuk kopuk kalıyor. Oysaki o Kai, hırsızlık yapmış, büyükanneye karşı kabalaşmış, oyun arkadaşlarını hırpalamıştı. Neden? O kör olası Karlar Kraliçesinin kullandığı şeytan yapımı ayna yüzünden.
2.Sahnede, Kai’nin kraliçeye duyduğu antipatinin nasıl sempatiye dönüştüğü anlatılır. Burası önemli bir sahnedir. Sessiz oyunlara, yaratıcı koreografilere, görsel malzemeye ihtiyacı yoğunken işin pratiği hayal kırıcı olmuş. Sahnelemede şarkı sözleriyle ve maalesef biraz kolaya kaçan bir koreografiyle durum izah edilmiş. Yine ani bir dönüşüm olmuş, antipati göz açıp kapayınca sempatiye dönüşmüş. Ah, oysaki bu sahne kraliçenin kötücül gücünü gösteren, Kai’nin Gerda’dan ve masumluğundan kopuşunu anlatan kısımdı. Ve doğal olarak 2.sahnenin altı tam doldurulamayınca Kai’nin kötücül, saldırgan ve saygısız bir çocuğa dönüşümünü amaçlayan 3.sahne, havada yüzen bir toz bulutu misali salınmaya başlıyor. Sonra bu salınım diğer sahnelere de sirayet ediyor.
Oyunun neden-sonuç ilişkisinin iyi yapılandırılamaması sonucu ortaya çıkan anlaşılmazlığının dışında, bazı sahnelerin kendi içersinde de karmaşası da ayrı bir durum tabii. Aç Balık Şarkısının söylendiği sahneyi ele alalım mesela. Burada Aç Balık çorbası tarifi şarkılar ve danslarla anlatılmış. Ancak amaç tarifi vermek değil, tarifi vermemek için bir kaos yaratmakmışçasına bir kakofoni yaratılmış. Tariften tek bir cümle anlayamadan karşınızdakilerin ne dediğine boşuna dikkat kesilirsiniz.
Sonra şarkılar meselesi var. Metin aynı anda söylenen şarkılar içerir. Bunun sahneye taşınması bir tür kakofoni olmuş. Korolar zaten anlaşılmıyor. Sadece uyumlu ses renkleri dinlemekle yetinmek durumunda kalıyorsunuz. Tabi bu da hali hazırdaki anlaşılmazlığa tuz biber oluyor.
Oyunda ışıklandırmayla yaratılan atmosfer, sahneye indirilen kraliçe, beyaz tekerlekli atlı araba sıradanlığı kıran büyülü bir görsellik sağlayarak izleyeni etkisi altına kolaylıkla alabiliyor. Dekorda da yer yer şaşırmak mümkün. Büyücü kadının evini simgeleyen dekorun açılıp, içine merdivenle inilen yeraltındaki bir oda görünümü yaratıcı. Görsellik, sahne hareketliliği açısından oyun kendini izletebiliyorsa da, daha yaratıcı koreografilere, anlaşılır şarkılara ve temel çatışmaları vurgulayan bir rejiye ihtiyaç var.