[Sigortacıgazetesi’nde yayınlanan Yosi Mizrahi ile yapılan söyleşiyi paylaşıyoruz.]
Tiyatronun işin vicdan tarafı, televizyonun ise işin cüzdan tarafı olduğunu söyleyen Yosi Mizrahi, “Sadece tiyatro yaparsanız, sefil bir aktör olarak ölebilirsiniz. Tiyatro yapmayıp sadece televizyona yüklenirseniz çok paranız olur ama soysuz bir adam da olabilirsiniz” dedi.
TİYATRO, sinema ve dizi oyuncusu Yosi Mizrahi, sanat hayatına tiyatroyla başladı. Dormen Tiyatrosu, Espri Standartları Enstitüsü Kurumu, Tiyatrokare gibi topluluklarda çalışan Mizrahi, 1994 yılında ilk kez kamera karşısına geçti. Sinema ve dizi filmler dışında, reklam filmleriyle de adını duyuran Mizrahi, çeşitli televizyon kanallarında program sunuculuğu da yapıyor, fakat televizyondan ziyade tiyatro sahnesinde olmayı tercih ediyor.
Sanat hayatına tiyatro ile başladınız. Bu başlangıçtan ve neden tiyatroyu seçtiğinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Amatör olarak tiyatro yapıyordum zaten ben, hem okulda hem dışarıda. Animatörlük yapıyordum. Her zaman sahne üstünde olmak istemiştim. Sahnede olmak başka bir haz benim için ama işin bir de gerçeklik kısmı var ki televizyonda da olmanız gerekiyor. 20 yıllık profesyonel oyunculuk hayatımda 1 sene tiyatro yapmadım, ondan sonra da çok özlemle geri döndüm. Bu yüzden benim için sanırım, ilk göz ağrım tiyatrodur. Her ne kadar tiyatro ölmeye yüz tutmuş gibi gözükse de, acınası bir durumdaymış gibi lanse edilse de, dünyanın en eski sanatı, kolay kolay ölmez diye düşünüyorum.
‘BENİM İBADET YERİM TİYATRO SAHNEM’
Sizin için tiyatro ne ifade ediyor? Kendinizi sahnede nasıl hissediyorsunuz?
Tiyatro benim için, esas gıdamı aldığım yerdir. Oyunculuk olarak antrenmanımı yaptığım, manevi olarak ruhumu beslediğim, seyirciyle direkt olarak temasım, alkış, kahkaha, gözyaşı vesaire… Bunların gıdasını alabildiğim yer. Benim esasında kutsal yerim tiyatro. Hani şöyle söyleyeyim, kulisim kutsal yerim, tiyatro sahnem ibadet yerim.
Dizilerden ziyade tiyatroda daha sık görünmeyi tercih ediyorsunuz. Bunun sebebi nedir? Sizin için film mi, tiyatro mu daha öncelikli?
Ben bu meslekte terazinin düzgün tutturulması gerektiğine inanıyorum. Bizim ülkemiz bazında konuşuyorum. Biz cepten yemeyi çok seven bir milletiz. Teraziyi şöyle konumlandırmak lazım, tiyatro işin vicdan tarafıdır, televizyon işin cüzdan tarafıdır. Bu teraziyi iyi ortalamayıp sadece tiyatro yaparsanız, köprü altında sefil bir aktör olarak ölebilirsiniz. Hiç tiyatro yapmayıp, kutsal bir iş yapmayıp sadece televizyona yüklenirseniz çok paranız olur ama soysuz bir adam olma ihtimaliniz çok yüksektir. Dolayısıyla paraya tamah etmeye başlarsınız. İşinizi iyi yaptığınız zaman para bir şekilde gelir sizi bulur zaten. Benim için sıralama şu şekilde olur, tiyatro, sinema, televizyon. Böyle sıralamak daha doğru gibi geliyor ama bu şu anlama gelmesin, benim için televizyon kötü bir şeydir, zorunluluktan yaparım gibi bir durum tabii ki yok. Televizyonda bu aralar gözükmememin sebebi, içime sinen, beni heyecanlandıran projelerin olmaması. Tiyatroda dizginler sizin elinizdedir. Televizyonda öyle değil. Özellikle kendi tiyatromuzdan bahsetmem gerekirse, biz daha önce yazılmış bir oyunu değil yeni yazılmış oyunları oynuyoruz, yerli yazarların yazdığı oyunları oynuyoruz, o yüzden ipler bizim elimizde. Televizyonda durum bu şekilde değil. Televizyon haliyle bir ticaret dünyası, bir ticarethane orası. Seyirciden beklenen tepki gelmediyse saatiyle oynuyorlar, günüyle oynuyorlar. Seyirci de bir alışkanlık edinemeden, yapılan iş çöpe gitmiş oluyor. O yüzden tiyatro benim için her zaman birinci sıradadır.
2011 yılında ‘Yıldızın Parlasın’ dizisiyle Türkiye’nin ilk sosyal medya üzerinden yayınlanan dizisini yaptınız. Nereden çıktı bu fikir ve size teklif geldiğinde nasıl değerlendirdiniz?
2011’de o teklif bana geldiği zaman hiçbir fikrim yoktu o konuyla ilgili, yani sosyal medyayla ilgili. Ben de web dizisi nedir ya dedim. Çünkü hiç bilmiyordum. Bir araştırdım ki meğerse Amerika’da çok uzun süredir yapılan bir formatmış. Hatta bunun iki versiyonu varmış, yani iki versiyonu derken şöyle, eğer internet dizisini komedi yapıyorsanız 3 ile 5 dakika arası olmak zorunda, drama veya aksiyon yapıyorsanız 8 ile 10 dakika arası olmak zorunda. Türkiye’de çok yeni başlamış bir şey bu. Bir şampuan firmasının sponsorluğuyla hayata geçmiş bir işti. Doğa Rutkay’a ilk teklif geldiğinde, yanında bir erkek arıyoruz dendiğinde, Doğa bence Yosi olsun demişti. Dolayısıyla öyle gelince nasıl olur diye araştırmaya girmiştim ve çok eğlenceli oldu ama çok yeni bir şey Türkiye için. Firmalar daha henüz mevzuya ayabilmiş durumda değiller. Ama şu bir gerçek ki, gelecek internette, gelecek IP TV’de. Televizyonda yayınlanamayacak birtakım sahneleri internette yayınlayabiliyorlar çünkü internet kişinin daha çok vakit ayırıp seçebileceği bir araç konumunda. Televizyon sonuçta çocuğun bile kumandaya basıp seyredebileceği bir şey olduğu için birtakım kontrol mekanizmaları var orada.
Ülkemizde tiyatroya olan ilgiyi nasıl buluyorsunuz?
Bu soruyu üç sene önce sorsaydın bana çok acayip, nefis gidiyoruz, her şey süper falan derdim. Fakat şu anda şöyle bir durum var, bunun tabii sosyo-ekonomik durumla da ilgisi var. İnsanlar her akşam televizyonda iki üç dizi birden izliyorlar. Diziler de sinema tadında çekiliyor artık. Hem dakika olarak uzunluk anlamında, hem de görsel başarısı anlamında. Televizyon çok bedava bir eğlence, herkesin evinde iki tane falan televizyon bulunuyor. Ama tiyatroya gitmek için kişinin bir mesai harcaması gerekiyor. Evinden çıkacaksın, daha öncesinde biletini alacaksın. Hayatını programlayacaksın, İstanbul trafiğine kendini ayarlamak zorunda kalacaksın. Bunların hepsi acayip bir programlama istiyor. İstanbul çok büyük ve hızlı yaşayan bir şehir. Bu sürate, bu karmaşaya herkes çok doğru mesai harcayamıyor. Dolayısıyla şu anda, bir de televizyondaki işlerin çok iyi olmasından mütevellit, bir de bedava olmasından, tiyatro çok havalarda değil ama yerlerde de değil. Ortanın bir çıta altında hatta. Biz de özel tiyatrolar olarak turnelerle hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. İstanbul’da tiyatrolar için şu durum oluyor. Bu akşam şu dizi var sonra gideriz. Fakat turneye Anadolu’ya, Güneydoğu’ya falan gittiğiniz zaman, her hafta orada rutin oynamıyorsun ve belki bir daha altı ay sonra geleceksin. O zaman insanlar dur ya şu oyun gelmiş gidelim, diziyi yarın internetten seyrederiz diyor. Ama herkes bu bilinçte değil tabii ki.
‘DEVLETİN TİYATROSU OLMAZ’
Devlet tiyatrolarının sahneleri bir bir kapatılıyor. Devlet tiyatrosunun Taksim’de hiç sahnesi kalmadı. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Benim bu konudaki şahsi görüşüm zaten devletin tiyatrosu olmaması gerektiği yönünde. Oyunculuk yaratıcılık isteyen bir iştir. Sanatçı olabilmek için yaratıcı olmanız gerekir. Siz devlet tiyatrosundaki oyuncuları memuriyete bağlarsanız, ki biz onlara bankamatik oyunculuğu diyoruz, kapatılsın o zaman. Çünkü hiçbir şey yapmıyorlar. Yıllardır oyun koymayıp, aydan aya bankamatiğe kartını sokup para alan adam tanıyorum. Bu, şekilde devletin parasına da yazık. Her sene 150-200 tane oyuncu adayı mezun oluyor, onlara da yazık. Devletin tiyatrosu şöyle olur: Sözleşmeli yaparsın. Bu oradaki oyuncuların çalışmasını gerektirir. Mesela futbol takımında forma bulabilmen için antrenmanda iyi bir performans sergilemen gerekir. Devlet tiyatrolarında da böyle olmalıdır. Bu oyunda oynayabilmen için iyi performans sergilemen gerekiyor denmelidir. Ben sahnelerin kapatılmasına da karşıyım, kesinlikle kapatılmamalı ama bunun kurumsallaşmasına karşıyım. Devlet sanatçılığı diye bir şey olamaz, olmamalıdır da. Devlet tiyatrosundaki oyuncu abilerimiz, ablalarımız, biraz daha mücadeleye açık olmalıdırlar.
Yeni dönem projelerinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Bizim iki senedir oynadığımız “3. Türden Yakın İlişkiler – Başlangıç” diye bir oyunumuz var. Onunla uğraşıyoruz, onun turneleri, İstanbul oyunları devam ediyor. Mayıs ayı gibi, daha önceden oynadığımız “Sen Olmasaydın” diye bir oyunumuz vardı bizim iki kişilik. Onu film olarak çekmeye karar verdik. Bir kadın erkek ilişkisini bir oyun bazında anlatıyor. Rollerini değişiyorlar, kadın erkek oluyor, erkek kadın oluyor falan. Bu oyunu komple sinematografik olarak revize etmek gerekiyor, biz bunu yapacağız. Dışarıdaki festivallere de götüreceğiz filmi, tabii Türkiye’de de vizyona girecek ama bizim gözümüz dışarıda. Bir dizi projemiz var, onunla alakalı konuşmalar yapıyoruz. Bir sitkom çekmeyi düşünüyoruz. Bir de önümüzdeki sene için yeni bir oyun hazırlığı içerisindeyiz. Üç erkek olacağız sahnede. Sadece erkek geyiğinin döndüğü ama kadınları da yakından ilgilendiren bir ortam oluşacak. Nasıl söyleyeyim, erkek muhabbetinin anlatıldığı bir hikayemiz var. Zaten bu da en çok kadınların ilgisini çekecektir.
Onun dışında 2013’te çektiğim bir film projem yok, görüştüğümüz şeyler var ama daha hayata geçiremedik. Çok acelem yok ya. Her ne kadar sakallarımda beyaz olsa da daha genç olduğumu düşünüyorum…
Sizi hep sakalsız görüyorduk. Şimdi sakallısınız. Yeni bir proje için mi yoksa kendiniz mi istediniz?
Ben esasında kiloluydum, 20 kilo verdim. Sonra etraftan yaşın çok küçük görünüyor diye tepkiler alınca ben de sakal bırakmaya karar verdim. İlk kirli sakal bırakayım dedim, fakat uzadıkça kesmeye kıyamadım. Sakal çok acayip bir şey, duygusal bir bağ kuruyorsunuz sakallarınızla. Sabah kalkacağım ve keseceğim diyorum, kesemiyorum. Etraftan abi değişik olmuşsun, dur biz senin için bir Muhteşem’le görüşelim falan dediler. Bakalım… Muhteşem Yüzyıl’da bir Mimar Sinan olsam fena olmazdı mesela.
TÜRK SİNEMASI KOMEDİ FİLMLERİYLE AYAKTA DURUYOR
Dizilerin ve sinemanın geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Son dönemde Türk dizilerine olan ilgi komşularımızdan sonra Avrupalıların da dikkatini çekti. İtalya’ya Aşk-ı Memnu dizisinin senaryosunu sattık. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunlar tabii çok iyi şeyler. Sektör adına sevindirici şeyler. Bize yıllarca Brezilya dizileri, Venezuela dizileri alıp, onlara çeviri yapıp izlettirdi kanallar. Şimdi sektör artık yavaş yavaş kendi kendine ayakta durmaya başladı. İyi de senaryolar çıkıyor ve iyi de çekiliyorlar. Eski Yeşilçam mantığıyla işlemiyor artık dizi çekimleri. Çekimler için şimdilerde bayağı bir mesai harcanıyor, özveriyle çalışılıyor. Yönetmenler olsun oyuncular olsun derslerini iyi çalışıyorlar. Bence Türk televizyon sektörü çok acayip bir yere doğru gidiyor. Sinemada şöyle bir sıkıntı var, Türk sineması birden ayağa kalktı fakat sinemamız sadece ve sadece komedi filmleriyle ayakta duruyor. Bu yelpazeyi biraz daha genişletmek lazım. Hani drama olsun, biyografik işler olsun… Sadece gülmeye gitmemeli insanlar sinemaya. İnsanlar seyretmek için dramaya da gitmeliler. Mesela şu andaki drama filmleri de çok başarılı ama gişe anlamında iyi gitmiyorlar. İnşallah daha iyi olacaktır diye düşünüyorum.
Devletin tiyatrosu olmaması gerektiğini savunan Mizrahi, “Sanatçı olabilmek için yaratıcı olmanız gerekir. Siz devlet tiyatrosundaki oyuncuları memuriyete bağlarsanız, ki biz onlara bankamatik oyunculuğu diyoruz, devlet tiyatroları kapatılsın o zaman” dedi.