Yıkın Efendiler Yıkın…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Dikmen Gürün

Her geçen gün Beyoğlu biraz daha yıpranıyor, hırpalanıyor. Fütursuzca yok ediliyor bir şehrin geçmişi. Pera’nın, Cadde-i Kebir’in, Beyoğlu’nun simgesi olan o güzelim sanat mekânları; tiyatrolar, sinemalar, pastaneler, lokantalar yok ediliyorlar…

Dünden bugüne o kadar çok şey yazılmış ki her anı kıpır kıpır Beyoğlu üstüne… Salah Birsel’in dizeleriyle “İstiklal Caddesi dediğin/Antep kilimine benzer/Beyazlar, yeşiller, karalar/Fırıldaktır da fırıldaktır”. Onca alacalı bulacalı renklerin, güzelliklerin ve kısmen de çirkinliklerin kesiştiği bir Grand Rue du Pera’dır Beyoğlu. 19. yüzyılın ortalarında, Çelik Gülersoy’un tanımıyla Frenkleşmeye başlayan, 20. yüzyılın sonlarından itibaren Abidin Dino’nun “Döner kebap dönmez olsun” dizesini sıklıkla çağrıştıran ve de sabahtan akşama, akşamdan sabaha durmadan akan insan selini kucaklayan bir Cadde-i Kebir’dir Beyoğlu…

Rantçı İstila

Kaldı mı artık Cadde-i Kebir’lik hali Beyoğlu’nun? Her geçen gün Beyoğlu biraz daha yıpranıyor, hırpalanıyor. Fütursuzca yok ediliyor bir şehrin geçmişi. Pera’nın, Cadde-i Kebir’in, Beyoğlu’nun simgesi olan o güzelim sanat mekânları; tiyatrolar, sinemalar, pastaneler, lokantalar yok ediliyorlar… Nerede şimdi Salah Birsel’in “lüküs mü lüküs” bulduğu Alkazar veya “içi lambri oymalı” Saray sinemaları? Nerede şimdi tarihi İnci Pastanesi? Rejans? Korunuyor mu camında koskocaman ucuz yemek ilanı asılı o güzelim Markiz? Hani, nerede Taksim Sahnesi? Elhamra, Komedi Tiyatrosu, Odeon, Şark, Alkazar, Şan Tiyatrosu? Ve daha niceleri… Muammer Karaca Tiyatrosu’nun ömrü tükenmek üzere… İyi ki Ferhan Şensoy var da Ses Tiyatrosu direniyor. Küçük Sahne de şimdilik güvende sayılır Devlet Tiyatrosu’nun elinde…

Şimdi de Emek Sineması’na el attılar. Yıkıyorlar, bir tarihi yok ettiklerinin bilincinde olarak ve hiçbir şeye aldırmaksızın yıkıyorlar. İstanbul da zaten giderek İstanbulluktan çıkmıyor mu görgüsüzce yükselen, o güzelim cami siluetlerini gölgeleyen gökdelenlerle, demir yığını köprülerle? Çamlıca’ya bir güç simgesi olarak yeni bir cami inşa etmeden önce keşke Sinan’ın değerlerini gerektiği gibi koruyabilsek, o Sultanahmet Meydanı’nı her fırsatta panayır yerine çevirmesek…

Evet, hep olageldiği gibi, şimdiki yönetim ve çevresindekiler söylenenlere kulak bile kabartmadan hızla ilerliyorlar yollarında. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren İstanbul halkına hizmet veren o güzelim Emek Sineması da artık tarihe karışıyor. Korunacakmış, taşınacakmış birkaç kat yukarıya! Haydi canım siz de… Fütursuzca ilerliyorlar. Dinlemiyorlar. Daha geçen gün, değerli eleştirmen ve sinema yazarı Atilla Dorsay’a saldırıldı, Emek Sineması’na girmek, o içler acısı durumu bir kez daha görmek istediği için. Kimdir bu Kamer İnşaat yetkilileri ki çalışanlarına, yıkımı, tahribatı görmek isteyen bir insana, bir tiyatro adamına saldırma, tartaklama hakkını verebiliyor? Aynı şey, iki gün önce yaşanmadı mı? Bu sefer de polis kuvvetleri Emek Sineması önüne gelen sanat insanlarına, STK temsilcilerine, sanatseverlere saldırmadı mı? Böyle bir şiddetin bir açıklaması olabilir mi? Siz kimsiniz beyler? Kimi, kimleri Emek Sineması sokağından, o binadan polis şiddeti kullanarak kovuyorsunuz?

Kültür, Edward Bond’a göre insanın ekonomik, politik, sosyal tüm etkinliklerinin mantıksal bütünüdür… Kuşkusuz, sanatı da her anlamda, her yönüyle kucaklayan bir bütün… Bu açıdan bakıldığında, insan sormadan edemiyor; günümüzde kültürün altyapısını oluşturan etmenlerle içgüdüler yer mi değiştiriyor, her fırsatta gücünü ispat etmeye teşne kesimlerde?

Cumhuriyet

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Dikmen Gürün

1 Yorum

  1. hayati Tok Tarih:

    Hocaların hocası her bir yazınızı heyecanla beklemekteyim, sizi ekrandanda takip etmek istiyoruz. Çok degerlisiniz çok.

Yanıtla