Nedim Saban
İstanbul Sahneleri’nde bu yıl coşkulu ve şenlikli bir yıl yaşanıyor. Alternatif tiyatrolarımız Beyaz Türk tabir edilen banker profillerini, İngiltere’nin kimlik bunalımı ile oyalamanın çok ötesine geçti. Özgün oyunlar gündeme geldi, genç yazarların oyunları oynanıyor, yeni ekiplerin üretimi, heyecanı, ekip ruhu, dramaturji ve özellikle mekan kullanımı heyecan verici…
Dikkatinizi çekti mi bilmem ama bu yıl sahnelerimizde dikkat çekici bir olgu var: “Adolf”, “Bent”, “Satranç”, “Evaristo”, “Kabare” gibi oyunlardan oluşan oyunların art arda oynanması! İrili ufaklı farklı topluluklarca sahnelenen bu oyunların ortak teması, Hitler, 2. Dünya Savaşı, faşizm ve diktatörlük!
Televizyonlarımızda evlenme telaşı, tiyatrolarımızda faşizm teması… Eğlendiğini iddia eden bir halkı, bugüne kadar girmemekten gurur duyduğu bir dünya savaşı neden bu kadar ilgilendirir? Yeni kurulan iki tiyatro neden perdesini Hitler’i anlatan oyunlarla açar?
Savaşların acılarıyla yüzleşmek her zaman önemli, ancak bugün Türkiye’de yaşayanları neden bu kadar ilgilendirmeye başladı?
Geçmiş diktatörlerden yola çıkarak bugünkü diktatörleri anlatmak mı amaç? Toplumu tehlikenin farkında mısınız diye uyarmak mı? Tiyatromuzda savaş çanları bu kadar fazla çalıyorsa, akil insanların barış süreçleri inandırıcı mı ki?
….))) Bent, Satranç, Evaristo, Kabare, Adolf
D 22’de, Meltem Cumbul rejisiyle sergilenen “Bent”, Nazi Soykırımında pembe yıldızla sınıflandırılan eşcinselleri ele alıyor. Önemli bir oyun, özenli bir prodüksiyon!
Asmalı Sahne’de, Barış Kıralioğlu’nun uyarlaması ve rejisiyle sergilenen “Satranç”, bir diktatörle oynanan tehlikeli bir oyun sürecini gösteriyor. Öncelikle “yetmez ama evet”çilerin, kafası karışık Cumhuriyet Aydınları’nın görmesi gereken bir proje! Gönül, yazarlar, gazeteciler ve düşünürlerimizin de görmesini isterdi ama zindandalar! Bu oyunu izledikten sonra, siz zindanda olmayanların da omuzlarına çok ağır yükler bineceği kesin.
Kumbaracı 50’nin “Altı Üstü Oyun” Projesi’nde işbirliği yaptığı Civan Canova, faşizmin çöplüğünü anlatmış “Evaristo”da. Kumbaracı’nın, yazar/ yönetmen ve oyuncularla süreç odaklı bir yaratım sürecine girmesi çok heyecanlandırıcı. Ancak bir yazarın durup dururken (!) faşizm temasını seçen bir oyun yazması manidar!
Şehir Tiyatroları’ndaki “Kabare”de, sırtını eğlenceye dayayarak yükselen ve kendisini eğlendirenlerle hiç eğlenmeyen faşizmin notalarını duyuyorsunuz. “Adolf”u izleyemedim, ancak Buran Sergen’in harikalar yarattığını tahmin edebiliyorum! D 22’de olduğu gibi, Bo Sahne’nin de açılış oyununu Hitler’e dayandırması ilginç bir tesadüf değil mi?
Sözünü ettiğim projelerin her biri çok başarılı biçimde kotarılmış. Ancak insan “niçin bu oyunlar” diye soramadan duramıyor. Meselenin yüzeyinde, “Hitler sana söylüyorum, gelinim sen anla” mantığı olmalı.
…)))“Hitler Sana Söylüyorum”
Ancak çağın faşizmi ve sansürü ruhumuza o kadar işlemiş olmalı ki, “bir baskıyı başka bir baskı öyküsü üzerinden” anlatıyoruz. Yapılan iş saygın, böylesine içi dolu ve nitelikli oyunlar seçilmesi sevindirici, ancak gönül kızımıza söylemeden, gelinimizin anlayacağı oyunlar istiyor.
Dolaysız politik tiyatro, ünlü taklitlerine dayanmayan kabare, suya sabuna dokunmayan stand up yerine çağımız ve insanımızın yaşamını dolaysız olarak anlatan, mesela ajit/ prop tiyatronun, işçi tiyatrosunun, politik bir öğrenci tiyatrosunun da zamanı gelmedi mi?
Umarım, bu yıl ayakta alkışladığımız bu beş önemli projenin yanına, daha dolaysız bir anlatımdan ürkmeyen nice oyunlar da ekler, gelecek yıl bu satırlarda o oyunlarla ilgili coşkumuzu da paylaşabiliriz…