Uzun süredir Türkiye’nin gündemini “çözüm süreci” belirliyor. Baharın gelişi acaba gerçek bir barışla taçlanabilecek mi? Protokoller, akil insanların ikna çabaları, geri çekilme takvimleri… Tüm bu çabaların önemli olduğunu ancak gerçek ve bir daha yıkılmayacak bir barışı getirmeye kafi gelmeyeceğini hepimiz biliyoruz.
Gerçek barışın yolu halkların barış durağında bitiyor. Adil bir toplum ve hakkaniyetli bir siyasetse bu durağın güvencesi olacak. Peki nereye doğru yol alıyoruz? Hakikaten barış durağına doğru mu seyir halindeyiz? Sırf düşünceleri, kimliği, ifade özgürlüğünün kısıtlanması nedeniyle binlerce insanın hapislere tıkılmaya devam ettiği bir düzende barışa kavuşulabilir mi? En temel insan hakkı olan ifade özgürlüğüne set çekmeyi görev edinen bir hukuk anlayışıyla barış yolunda ilerlemeye devam edilebilir mi? Bir yandan barış süreci yürütülürken diğer yandan intikam ve cezalandırma pratiklerinin hala devrede olması bu yöndeki çabalara zarar vermiyor mu? Örneğin düşüncelerine katılalım ya da katılmayalım Fazıl Say’a kendi twitter hesabından yaptığı bazı yayınlar nedeniyle verilen ceza neyin nesi oluyor? Gerçek bir toplumsal barış ihtimali, bu tür oy toplama ve tabana şirin görünme çabaları nedeniyle heba edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıyor mu?
Tüm toplumsal katmaların öznesi olacağı gerçek bir barışa doğru gidecek süreçte, “geçmişin madunu” olduğunu iddia eden bir kesimin “bugünün muktediri” olduğunu ilan edercesine intikamcı bir tavır sergilemeyi tercih etmesi, her şeyden önce sözcüsü olduğunu iddia ettiği kesime zarar verecektir. 2000’lerin Türkiye’sinde “düşüncelerinize katılmıyorum ama onları ifade etmeniz için canımı veririm” diyecek sağduyuyu hala üretemiyorsak gerçek bir barış beklentisi de sükutu hayale uğramaz mı?