[Tayfun Atay’ın 28 Mart 2013 tarihli Radikal Gazatesi’nde yer alan ve Erdal Beşikçioğlu’nun oynadığı ‘Bir Delinin Hatıra Defteri oyununu değerlendirdiği köşe yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.]
Sinema ve dizilerin sanatsal anlamda tiyatronun uzantısı olduğunu söyleyebileceğimiz günlerden tiyatronun ‘endüstriyel’ anlamda dizilerin uzantısı olduğu bir döneme girmiş gibiyiz.
Önceki gece, söylemesi ayıp, bir ayrıcalık yakalayıp Erdal Beşikçioğlu’nun muhteşem performansıyla ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni nihayet izleme şansı buldum. Çok zarif bir davete icabetle geldiğimiz Akün Sahnesi’nde oyun başlamadan önce görevlilerle sohbet etme imkânı da oldu. Yer bulmanın imkânsız olduğu, biletleri satışa çıkar çıkmaz saniyeler içinde tükenen, insanların gişede yatmaya kalktığı oyunun kısa ama ilginç tarihini bu vesileyle öğrendik.
Sohbet sırasında geçen küçük bir ayrıntı, aslında anlaşılır olmakla birlikte yine de beni hüzünlüce düşündürdü: Beş yıldır süren oyuna bu ilgi başlangıçta söz konusu değilmiş. ‘Behzat Ç.’, bir ilgi patlamasına neden olmuş!..
Oyun başlamadan önce Devlet Tiyatroları’nın seyirciye yönelik anonsunda da zikredildiği üzere tiyatro, sanatların sanatı. Sinema varlığını tiyatroya borçlu; ondan bir ‘uzantı’ (sinema salonunun adı o yüzden ‘movie theatre’). Tiyatrodan aynı uzantı (doğrudan ya da sinema dolayımıyla) televizyon dizilerinde de mevcut. Bugün dizilerin yükünü omuzlayanlar en çok tiyatro sanatçıları. Evet, mankenden oyuncu olmaz diyenleri Kıvanç (Tatlıtuğ) mahcup etmiştir, ama çıkaralım ‘Kuzey Güney’den Zerrin Tekindor’u, Mustafa Avkıran’ı ve daha nice diziden nice tiyatro kökenli ismi, ne olur düşünün!..
Tiyatro sanatçılarının dizilerle ilişkisi de epey süre netameli konuydu. Altan Erkekli’nin yıllarca AST’ı tek başına sırtlayıp dizi piyasasından uzak durduğunu biliyoruz. Takati kesilip, nefessiz kaldığında bu alana yöneldi denilebilir. Pek çok tiyatro kökenli oyuncudan da duyulmuştur, “yıllarca tiyatroya emek verdik, varımızı yoğumuzu ortaya koyduk olmadı, bir diziyle hayatımız değişti” diye…
Tiyatro sanatçısı için dizi oyunculuğu hem maddi hem de ‘manevi’ anlamda (tanınma/ünlü olma) reddedilmez bir can simidi artık. Tabii onlar da tiyatroya borçlarını gruplar kurup oyunlar sergileyerek ödeme vefasını göstermekten geri kalmıyor. Beşikçioğlu’nun yoğun dizi trafiği arasına kararlı şekilde ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’ni sığdırması da aynı açıdan takdire değer. Yine de şu noktayı belirtmeden geçmemeli: Oyun kapalı gişe oynuyor ama işte insanların kült bir ‘Gogol oyunu’nu mu yoksa ‘Behzat Amir’i mi izlemeye geldiği belirsiz. Denilebilir ki oyuna ilgi, büyük ölçüde bir diziye ilginin uzantısı. Yani durum tersine dönmüş ve tiyatronun uzantısı olan sinema ve dizilerden şimdi dizilerin uzantısı bir ‘tiyatro’ya varmış gibiyiz.
‘Çağ hali’ bu, yapacak bir şey yok. Ve tabii ki tiyatroya bu şekilde nefes üflemeye devam etmeli. Yalnız dün Bahar Çuhadar’ın bu sayfalarda çıkan yazısını da atlamamalı. Bir süredir yeniden yıldızı parlamış, seyircisine kavuşmuş görünen tiyatronun yine de öyle parlak bir gidişat içinde olmadığını söylüyor Bahar. Pıtrak gibi çoğalan yeni tiyatro grupları aynı hızla dağılıyor, salonlar yarı yarıya boş kalıyor ve en önemlisi ‘sahneden anlam eksiliyor’muş. Acaba bu durum, yani son birkaç yıldır gözlenen rağbet artışı ve şimdilerde fark edilen anlam azalışı da tiyatronun memleketin havasına hâkim (endüstriyel) ‘televizyon kültürü’nün bir şekilde uzantısı haline gelmesinin sonucu olabilir mi, ne dersiniz?!