Neşe Binark
“Yaban horozunu, tuzağınıza düşürmek için en güvenilir yöntem, onun çiftleşme ötüşünü taklit etmektir. Bir satranç şampiyonunun dikkatini çekmek için insanın kendisinin satranç oynamasından daha etkili ne olabilir ki?”
Çıplak ayakları, dökümlü beyaz gömleği ve siyah pantalonu ile pencere pervazında cama yapışık, sırtı dönük duran adam! Seyircinin salona doluşmaya başlamasıyla birlikte rolüne giriyor, bizler yerimize oturup yerleşirken o çoktan oynamaya başlıyor!
Ayakkabıları pervazın köşesinde, düzgün bir biçimde giyileceği anı bekliyor. Çalmakta olan Almanca şarkıyı yüreğiyle dinliyor. Şarkı hüzünlü, şarkı bir “Yahudi Ağıtı”! Adam kederli, acı çekiyor, acısını seyircilere boşaltacağı anı bekliyor.
Acıyla kasılmış yüzünde ifadesi donuk, bakışları buz gibi, gözleri zamanın ardındaki işkenceli günlere dalmış! Adam nefes alamıyor, adam işkence çekiyor.
Tiyatro BARBONE’nin, eskitilmiş gri boyalı tiyatro salonuna seyirci olarak girdiğimde, “Satranç” oyununun baş karakteri Stefan Zweig’ı canlandıran Burhan Ökmen’i rolüne girmiş seyirciyi beklerken buluyorsunuz. Satranç’a ilk adımınızı, şaşırarak atıyorsunuz.
Salonda kendinize seçeceğiniz koltuğun yeri çok önemli, ben pencerenin hemen dibindekini seçtim. Detayları, asla kaçırmak istemem!
Açılışta anonim, hüzünlü, Yahudi Ağıtı’nı dinlerken oyuncu Burhan Ökmen, Stefan Zweig’ın ağzından hikayesini anlatmaya başlıyor. Dingin ses tonu ve düzgün diksiyonu ile hikaye anlatıcısı elbisesini, oyuncu elbisesinin altına ikinci derisiymişcesine ustaca giymiş gibi iki ifade şeklini harmanlayıp, aktarmayı başarıyor.
Sözcükler, Barış Kıralioğlu tarafından, kitabın ruhuna şemsiye açacak şekilde seçilmişe benziyor öyle ki seyirci sözcük yağmuru altında kitabın özüne daha da yaklaşarak anlam bütünlüğünü yakalayabiliyor.
“Hitler! Hitler, Almanya’da yönetimi ele geçirince, kilise ve manastırların mülklerine el koymaya başladı. Nasyonel Sosyalistler, tüm dünyaya karşı, güçlendirilmiş ordular kurmadan çok önce, bütün komşu ülkelerde de aynı derecede tehlikeli ve eğitimli ordular kurdular”
Burhan Ökmen’in oyunun büyük bir bölümünde, pencerenin pervazında, daracık bir alanda, kah oturarak, kah ayakta anlatarak sergilediği gayretli oyunculuk, başarılı ve etkileyici!
Stefan Zweig’ın kapatılmış, tecrit edilmiş, zamansızlaştırılmış, aklı silinmeye çalışılmışken; otel odasının yalnızlığını, anılarını biriktirdiği duygu belleğini kullanarak seyirciye başarıyla aktaran oyuncu, oynadığı dar alanı kapatıldığı otel odası yerine koymamızı sağlıyor.
“Korkunç bir işkence yöntemiydi. Her birimizi birer boşluğa, dış dünyaya sıkı sıkı kapalı bir odaya tıkmakla dilimizi çözebileceklerini umdular. Masanın üstünde hiç bir şey yoktu. Ne bir kitap, ne bir gazete, ne bir kağıt, ne bir kalem! Zamanı bilmeyeyim diye saati, yazmayayım diye kalemi ve bileklerimi kesmeyeyim diye bıçağı! Her şeyi almışlardı elimden!”
Hitler Viyana’ya girmeden bir gün önce tututklanan Stefan Zweig’ın SS’ler tarafından gördüğü işkenceyi anlattığı bölümde oyuna diğer oyuncular gürültüyle giriyorlar.
Yer; New York’tan kalkıp Buenoa Aires’e gidecek olan büyük yolcu vapuru!
Sahneye yeni giren oyuncular; Şevki Altınbüken, Nilay Yazıcıoğlu, Yiğit Can Bahçeci ve Duygu Serin, gemideki yolcu çiftleri canlandırıyorlar.
Dünya satranç şampiyonu Czentovic ile para karşılığı satranç maçı yapmak isteyen bu yolcuları finanse edecek olan zengin adamı da Barış Kıralioğlu canlandırıyor.
Artık hepsinin hedefi Czentovic karşısında oynamak ve belki de onu yenmeyi hayal etmek haline geliyor.
Burhan Ökmen Stefan Zweig’ın kapalı olduğu odadan bir ara sorgulanmak için çıkarılışında askerlerden birinin crbinde bulduğu satranç kitabı ile kurduğu ilişkiyi öylesine iyi tasvir ediyor ki, bir kitaba ulaşmanın verdiği haz ile kitapsızlığın açtığı boşluğu bir an için tartmaya başlıyorsunuz.
Oyunu uyarlayan Barış Kıralioğlu, gemideki satranç oyununa Stefan Zweig’ın karışmasını ve Czentovic karşısında oynayanlara verdiği direktifleri öylesine doğru zamanda katmaya başlıyor ki, oyunun kreşendo noktasında Burhan Ökmen pencere kenarından iniyor – tecrit odasından çıkıyor, gemiye yolcuların arasına giriyor.
Oyunun bundan sonrasında, kadınların ikna etmesiyle Czentovic karşısında oynamaya oturuyor satranç tahtasının başına! Czentovic’i canlandıran Yusufcan Sancaklı, yakası ve manşetleri damalı, üniformayı tipli kostümü ve bıyıklarıyla Hitler’e gönderme yapıyor. Hareketleri tam bir SS subayı gibi! Damalı kısmı ise satranç tahtasıyla özdeşleştirmek mümkün!
Yusufcan Sancaklı’nın Czentovic karakterini yorumlamasını, sade, ağdasız, net ve yapmacıksız buluyorum. Uzun boyu, dik duruşu, asker sertliğindeki hareketleri, satranç oyununda hamle yaparken, karşı tarafın akıllıca hamlelerinden ötürü sinirlenişi ve burnundan soluması dikkat çekiyor. Her hamleden sonra, uzaklaşıyor olmasını anlatabilmek için oyun tahtasına sırtını dönmesi ve tekrar olduğu yerde bir öne bir arakaya topuklarını çarparak hareket etmesi ise hem diktatör olarak hem de oyun üzerindeki baskısını simgeliyor.
Barış Kıralioğlu’nun canlandırdığı zengin McConnor, servetinden ötürü kendinden emin, başarıdan şımarmış, kaybetmekten öfkelenen bir tipleme çiziyor. Omuzlarındaki kısa pelerin, bastonu ve şapkası ile Barış Kıralioğlu, başarılı oyunculuğunun üzerinde McConnor tiplemesinin karikatürize edilmiş konseptini ustalıkla yerleştiriyor.
Nilay Yazıcıoğlu ve Duygu Serin, sadece birlikte oldukları erkekler üzerinde değil Stefan Zweig üzerinde de etkilerini kullanarak sonuca varmaya çalışan, iddialı ve rekabeti seven iki kadın profili çiziyorlar. Sahneyi ekonomik kullanıyorlar, sürekli bir devinim halindeler! Oturup kalkma hareketleriyle repliklerini uyumlu bir şekilde birbirlerine geçiriyorlar. Seyirciyi en çok etkiledikleri an ise; Stefan Zweig’ın bulduğu kitabı anlatırken, kadınsı bir tutkuyla erkekler üzerinde kışkırtıcı hareketlerle, yazarın kitaba olan tutkusunu paralel aktarabilmeleri!
Burhan Ökmen; “Bir kitap” dediğinde onlar; etkileyici bir ses tonu ile “Kitap” diye tekrar ediyorlar. Devamında ise; “ Dört aydır bir kitaba elimi bile sürmemiştim” – Sür! Nefes bile almadan kitaba bakıyordum – Bak! Kendimi daha fazla tutamadım! – Tutma! Kumaşın üstünden bile olsa ona dokunabildim! –Dokun! Bu şekilde tekrar ederek, Stefan Zweig’in kitaba ulaşma sahnesini tutkuyla bir kadına ulaşma duygusuyla ilintilendirip, simgeler yoluyla bağlantıyı kurmayı başarıyorlar.
Uyarlayan ve Yöneten kişi olarak Barış Kıralioğlu, seyirciyi; “Altmış dört kareli ve otuz iki taşlı (ama oyunda taş kullanılmıyor, seyircinin hayal gücüne bırakılıyor) siyah beyaz tahta aracılığıyla, Nasyonel Sosyalizm’in, Hitler diktasının, Yahudi soykırımına temel teşkil edecek hamlelerini, “Kralların Oyunu” kalitesinde seyirciye sembolleştirerek sunuyor.
Oyunun seyirci üzerinde etkisi ise; Şah ve Mat!