Mehmet K. Özel
tiyatro boğaziçi’nin geçtiğimiz mayıs ayında istanbul tiyatro festivali’nde prömiyer yapan “karşılaşmalar” adlı oyununu, ocak ayında yeniden sahnelenmeye başlamasıyla seyretme imkanım oldu. oyunun mayıs ile ocak arasında yaşadığı serüveni ise genel hatlarıyla fırat güllü’nün mimesis portalinde yayınlanan “karşılaşmalar”da kim karşılaşıyor? yazısından öğrendim; “karşılaşmalar” mayıs sahnelemeleri ardından gelen eleştiriler doğrultusunda yeniden gözden geçirilmiş.
mayıs versiyonunu izlemedim, ama fırat güllü’nün yazısından takip ettiğim kadarıyla yapılan bütün değişikliler oyunun hayrına olmuş.
künyesindeki kolektiflikten (metin ortak, dört yönetmen, iki danışman, üç koreograf, dört müzisyen, üç kostüm tasarımcısı ve tabii ki yaratıcı kadronun çoğu aynı zamanda oyunun performansçıları da) bir bgst tiyatro boğaziçi yapımı olduğu hemen anlaşılan “karşılaşmalar” oldukça iyi bir oyun.
öncelikle; metni çok iyi. “karşılaşmalar” türkiye’nin son on yılda geçirdiği toplumsal, kültürel, politik değişimleri gözler önüne seriyor. ekip bence zor bir iddianın altına girmiş ve alınlarının akıyla çıkmışlar. her kesiminden insana söz veren, dozunda, dengeli bir metin.
iki saatlik oyunda günümüz türkiye’sinden atlanmış hiçbir insan tipi yok neredeyse. herkes var; türbanlısı da ulusalcısı da, karadenizlisi de kürdü de, işçisi de polisi de imamı da askeri de. herkes kendi derdiyle, argümanıyla var. hiçbir yargılama, üstten bakış yok; oyunda, tam da adı gibi, türkiye’yi oluşturan insanların “karşılaşmalar”ı sağlanmış. brechtyen bir yaklaşımla seyirciye bir olgunun her yönünü sunup, seyirciden kendi yargısını vermesini bekleyen, seyirciyi -müthiş güldürdüğü gibi- zehir zemberek de düşündüren bir metin.
oyunculuklar bildik tiyatro boğaziçi tadında; ne şaşırtıyor, ne hayal kırıklığına uğratıyor. dekor ve ışık da yine bildik bir tiyatro boğaziçi yapımı seviyesinde; basit, işlevsel ve çok amaçlı.
“karşılaşmalar”ın -metni dışında- iddialı diğer bir özelliği, bir müzikal veya müzikli oyun olmadan, dans öğesi içermesi.
tabii, işin zor ve güzel yanı, dans-hareket düzeninin yapmacık, eklemeci veya dekoratif değil, hikayenin içeriğini destekler bir yaklaşımla tasarlanmış olması. yapay kaçmadan, gülünç olmadan bunu başarmak zor; ve bence başarılmış.
fırat güllü’nün yazısından öğrendiğim kadarıyla oyunun mayıs versiyonunda müzik canlı icra ediliyomuş; yeni sahnelemede bundan vazgeçilmiş. keşke vazgeçilmeseymiş. hele de içinde dans öğesi barındıran bir sahne yapıtında, özgün müzik bestelerinin canlı çalınması bence başka bir enerji yaratıyor; banttan kayıt aynı etkiyi vermiyor.
fırat güllü’nün yazısından öğrendiğim kadarıyla oyunun mayıs versiyonuna gelen bir eleştiri, sonunun sorunlu bulunmuş olmasıymış. bence “karşılaşamalar”ın en kuvvetli özelliklerinden biri sonuydu.
bu, bir üst öykü sayesinde birbiriyle ilişkilendirilmiş skeçlerden kurulu kurgu nasıl noktalandırılacak diye düşünmeye başlamışken; ve keşke tipik bir amerikan filmi havasında herkesi (seyirciyi) memnun edecek ve rahatlatacak (tiyatral tabirle katharsise ulaştıracak) bir son beklemese bizi diye için için dilerken; o kadar doğal, o kadar “öylesine” bitirildi/bitti ki oyun, hayat da böyle aslında, değil mi; belirsizliklere açık, yeni karşılaşmalara gebe devam etmekte..