Bale Ayakkabılarında Stereotipler

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Çeviri / Yaklaşan bale sezonunun takvimi Amerika’nın neredeyse tamamında duyuruldu. Öyküleyici baleler yine çoğunlukta. Pekiyi nasıl hikâyeler anlatıyorlar? Öyküleyici baleler kültürel miras parkları gibi: Asla olmayan eski ülkeler. Hangimiz sahnede anlatılan o ülkelerde yaşamak isteriz ki? Hangi koreograflar bizim zamanımızın hikâyelerini anlatıyor?

NY Times. 5 Eylül 2012, Çeviri: Ömer Ongun

Yaklaşan ayları beklerken, bu soruları sormamız yararlı olacak, ki bu sorular bale öykülemelerindeki ırkçı, etnik ve milliyetçi stereotiplerle yakından ilgili. Bale toplulukları çeşitli kökenden dansçılar barındırıyor; ırktan bağımsız rol dağılımları ve ırklar arası birliktelikler on yıllardır yaygın bir şekilde var. Buna rağmen bu sanat dalında ırkların klişeleşmiş ve çoğu zaman da saldırgan temsilleri hala canlı. Eski balelerin birçoğunda ve yenilerin de bazılarında bizlere bir şekilde milliyetçi ve ırkçı stereotipler sunuluyor, ki bunlar bir oyunda ya da filmde asla olamayacak şeyler. Ve bunlar hala seyirci çekebiliyor.

Bolşoy Balesi bu yıl 19. yy’dan iki balenin canlı yayınını sundu: Raymonda ve Le Corsaire. Bu balelerde Orta Doğu halkları karikatürleştirilerek sunuluyor. Baleye adını veren kadın kahraman Raymonda’nın iki aşığı vardır: başarısız olanı Suriyeli Müslüman Abdurrahman’dır. 1898’deki orijinal öyküde (öykü Milan’daki La Scala Balesi için son dönemde yeniden ele alındı) bu karakter tehlikeli bir şekilde baştan çıkarıcı çiziliyordu -bestekar, Alexander Glazunov, onun için çok tensel bir müzik kullanmıştı- sadece kahraman reddedildiğinde müzik berbatlaşıyordu. Ancak Bolşoy yapımında senaryo değişti ve o saf kötü adam olarak (ana karakter onunla bir kâbusta tanışıyor) gösterildi ve elbette onun kötülüğünün Suriyeli bir Müslüman Arap olmasından kaynaklandığı güçlü bir şekilde ima edildi.

İşleri daha (da) kötüleştirmek adına, 2. Sahne’de ona derileri kahverengiye boyanmış, aptalca görünümde etnik danslar yapan Arap takipçileri eşlik ediyordu. Bolşoy’un diğer yapımı olan ve Alexei Ratmansky tarafından sahnelenen Le Corsaire ise aynı derecede duygusuzdu: İbadet eden Müslüman Türkler çizgi roman-komedisi şeklinde tasvir ediliyordu.

Batıda biz gerçekten ne kadar aydınlandık? Amerikan Bale Tiyatrosu New York bahar sezonunu Le Corsaire ile tamamladı. Hiçbir dansçı derisini boyamıyordu ve bale tamamen sıçrayıp oynamaktan ibaretti. Ciddi olarak işledikleri sadece görkem ve virtüöziteydi.

Bütün güncel Le Corsaire yapımları aptalca. Byron’un trajik anlatımı afilli bir yığın klişeler ile şablona göre yapılan müziklerin altına çok zaman önce gömüldü. Ancak bu durum, Türk karakterlerin budalalar gibi oynanmasına mazeret olamaz. Gülünç yürüyüşleri var; komik biçimde oynanıyorlar çünkü Türkler. Doğru, burada her rol ciddi şekilde oynanıyor. Yine de bu yapım, türban takanların ve terlik giyenlerin otomatik olarak en büyük aptallar olduklarını ima ediyor.

Bunu izlerken, 11 Eylül’den bu yana dünya ilişkilerindeki değişim dönemini es geçen tek yerin bale olduğunu hissediyorsunuz. Acaba bale dışında nerede etnik kimlik hainlikle ilişkilendiriliyor? Bale dışında hangi sanat formu (La Bayadère’deki gibi) Hint kızlarının cennete gittiklerinde birer beyaz balerin olacaklarını söylüyor? Bale dışında kim ibadet eden Müslümanlarla dalga geçmeyi kabul edilebilir buluyor?

Kaçış balenin bir parçası: Olabilir.  Ancak bu öyküleyici balelerin yaptıkları artık kaçış değil-aşağılayıcı bir uçarılık. Onlarca yıldır Afrikalı, Asyalı veya diğer kökenlerden dansçılar bale alanında mükemmelleşebileceklerini kanıtlasalar dahi, bu tip yapımlar balenin hala beyaz bir sanat formu olduğunu ve farklı renkteki bu dansçıların gelip geçici konuklar olduğunu ima ediyor. Bale tek bir ırktan daha geniştir ama bu sahnelemelerde böyle değil.

Politik doğruculuğun rahatsız edici çıkmazında daha neyi ne kadar danslaştırabiliriz? Fındıkkıran‘daki Çin ya da Arap dansının ırkçı anlamda saldırgan olup olmadığını uzun bir süre tartışabilirsiniz. Bazı ulusal dansların etnografik olarak daha doğru müziklerin eşlik ettiği başka danslarla değiştirildiği Fındıkkıran yapımları gördüm. Bu sadece şunu kanıtlıyor; Çaykovski’ye ait olmayan müzikal unsurlar kattığınızda Fındıkkıran’ın dengesini bozarsınız.

Çaykovski hiçbir zaman kendi Çin ve Arap müziklerini, etnografik açıdan doğru olacak şekilde tasarlamadı, ama onlar kültürel emparyalizm örnekleri de değiller; onların olağanüstü renk ve enerjileri hor görülmekten çok uzak ve o müzikler Fındıkkıran dünyasını daha da büyütüyorlar. Elbette bir parça stereotipleştirme var, ancak dengeli. (tıpkı Gershwin’in Stiff Upper Lip’indeki İngilizler gibi) Hatta Çaykovski o stereotipleştirmeyi kendi topraklarına da uyguladı; Fındıkkıran‘da Rus dansları da var. Onlar karşı konulamaz. Irksal anlamda çoğulcu bir toplumda umarım her birimiz birazcık da olsa etnografik yanlışlıklarla yaşayabiliriz.

Ama bu birazcık nereye kadar? Bu yılın ihtilaf çıkaran yeni öyküleyici balesi Amerikan Bale Tiyatrosu için hazırlanan Mr. Ratmansky’nin Firebird [Ateşkuşu] idi. 2010’daki Fındıkkıran’ı gibi bu da onun eski hikayeleri yenileştirme veya yeni hikayeler anlatmadaki henüz gelişmekte olan şahane yeteneğini gösteriyor. Onun temel sorunuysa mutlu sonlar.

Zor, tuhaf ve çatışan 12 yeşil bakire kendilerini tek tip güzel platin-sarısı gelinler olarak buluyor. Kendimi, bu dönüşümle onların küçültüldüklerini düşünenlerin aralarında hissediyorum. Beni prömiyerde rahatsız eden şey ise onların tuhaflığının korkutucu bir biçimde klasik dişilikle ortak noktada buluşturulmasıydı. Diğerlerini rahatsız edense onların ideal Ari ırkı görünüşleriydi.

Kanımca bu Mr. Ratmansk’nin kostüm tasarımcısı olan Galina Solovyeva’nın talihsiz bir hatasıydı. Yine de balenin sarı kanatlar gibi hatalara ihtiyacı yok; bu Firebird‘ün konformizme yönelik korkutucu düşkünlüğüyle  ise bu enteresan garipliklerin önüne geçiyor.

Bu açıdan, gelecek senenin biraz daha farklı olacağına dair şimdiden bazı işaretler var. Az sayıda bazı yeni hikâyeler var. (örneğin Washington Balesi, The Sun Also Rises’ın [Güneş de Yükselir] prömiyerini gerçekleştirecek) Ancak gelecek sezon büyük ölçüde kısıtlı sayıda –öyküleyici- kartların yeniden dağıtılmasından ibaret olacağa benziyor: Sindirella, Le Corsaire, Don Kişot, Giselle, Fındıkkıran, Onegin, Romeo, Uyuyan Güzel, Kuğu Gölü. ABD’deki en az altı topluluk üç perdelik Sindirella‘nın beş farklı versiyonunu sahneleyecek; Mr. Ratmansky ve Christopher Wheeldon da buna dâhil. Peki, o halde, bale dışındaki dünyanın etnik karışımını yansıtan bir bale kurgusunu kim yapacak?

La Bayadère bir yıl boyunca dinlenmede olacak gibi duruyor. Haberlere göre, Bale Tiyatrosu gelecek sezon da Le Corsaire’ı yeni bir prodüksiyonla yeniden ele alacak. Bu balelerin ikisi de herhangi bir versiyonunda sorunlu olmayı sürdürür. Müzikleri en iyi tabirle vasat ve koreografilerinin büyük kısmı 20. yy’da eklenmiş veya değiştirilmiş ve şablonlara göre.

Le Corsaire‘de inceden de olsa Byron romantizmi ve Bayadère’de ise geniş bir klasik aşkınlığın olduğunu belirtmek lazım. Balenin esas geleceği, bu acayip eski işlere değil yenilere bakıyor. Genel izleyici hikâyeleri seviyor. Bale stüdyosu dışındaki geniş dünyayla övünen anlatılara yer verilmesinin zamanıdır.

Paylaş.

Yanıtla