Bülent Sezgin
Toplumsal barış adına kritik bir dönemden geçiyoruz. Toplumdaki barış konsensüsünün sağlıklı bir yol haritasıyla gerçekçi bir zeminde ilerlemesi ve halklar arasında demokratik ve kültürel çoğulculuk esasına dayalı bir barış sürecinin gelişmesi çoğumuzun arzusu. Kaderci olmamak ve yüksek siyaset “iyimserliğine” kapılmamak adına, olası bir barış sürecinde herkesin üzerine düşenleri yapması gerektiğine inanıyorum. Bugünkü yazımı bu konuda yüksek sesle düşünme adına yazmak istedim.
Barış gökten zembille inmeyeceği için, diplomatik taraflar nezdinde imzalar atılsa bile, kalıcı bir barış kültürü oluşturmak adına içinde bulunduğumuz alanlarda pedagojik ve estetik bir vizyon geliştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Örneğin ülkemizde 30 yıldan beri devam eden savaş ortamında yaratılan kalıcı hasarlar, sanatçılar ve eğitimciler tarafından sorgulanmazsa, tabandan gelen kalıcı bir barış kültürünün oluşmasının zor olacağını düşünüyorum. Örneğin diplomatik düzlemde barış gelse bile; televizyon dizilerinden, ders kitaplarına, konservatuar giriş sınavlarından, tören ve kutlamalara, maçlarda kullanılan sloganlardan oyun metinlerine kadar sızan ırkçı ve ayrımcı söylemler bir anda bitecek mi? Ya da savaş döneminin çocuklar, gençler, öğretmenler, sanatçılar, bilim insanları, oyuncular, akademisyenler, yazarlar üzerinde bıraktığı kalıcı hasarlar bir günde yok edilebilecek mi? Büyük ihtimalle edilemeyecek, eğitimciler ve sanatçılar açısından zorlu bir süreç ortaya çıkacak. Avrupa’da yaşanan İrlanda ve İspanya barış deneyimlerine belki bir de sanatçılar ve eğitimciler açısından bakmak gerekebilir.
Çağdaş performans kuramcılarını etkileyen antropolog Victor Turner’in sosyal drama dediği bir kavram vardır. Victor Turner, toplumsal kriz ve çatışma anlarında krize çözüm olarak “yeniden düzenleyici eylemlerin” devreye girdiğini belirtir. Sanatın özünü oluşturan ritüeller de, bir tür yeniden düzenleyici ve iyileştirici eylemlerdir. Kırılan sosyal bağları onarmak, sosyal dokudaki çatlakları kapamak, bozulan dengeyi tekrar sağlamak için ritüel süreçler devreye sokulabilir. Acaba ülkemizde de sanatın iyileştirici gücü devreye girebilecek mi? Ya da bu konuda hâlihazırda devreye girebilecek bir sanatçı inisiyatifi var mı? Sanatçılar üretimlerinde barışın dilini kurabilecekler mi? Her şehirde bir kardeş türküler deneyimi yaşanıp, her bölgede barış temalı oyunlar festivali düzenlenebilecek mi?
Eğitim süreçleri açısından ırkçılığın önlenmesi, demokratik bir vatandaşlık eğitiminin sağlanması, anadilde eğitim, eğitimde çok-kültürlülük, nefret söylemiyle mücadele vs. konularında acaba yeterli bir ön hazırlık var mı? Bildiğim kadarıyla Kuzey Avrupa ülkelerinde, göç sorunun tetiklediği ırkçılığın engellenmesi adına çocuklar nezdinde yoğun bir şekilde müfredat düzeyinde çalışmalar yapılıyor. Eğitimde drama ve vatandaşlık eğitimi açısından güncel sorunlarla mücadele geliştirilmeye çalışılıyor. TIE (theatre in education-eğitimde tiyatro) grupları, çocuklara ve gençlere yönelik problem eksenli oyunlar sahneliyorlar. Avrupa-merkezli ve neo-liberal çerçevede de olsa, en azından bir çalışma yapıldığı açıkça görülüyor.
Peki biz de durum nedir? Geçen yıl yazdığım bir yazıda Kürt sorununun tiyatro ve drama alanlarındaki yansımalarına değinmiştim. Konuların muhataplarından çok fazla geri bildirim alamadım, genelde bir suskunluk hâkim. Özelikle tiyatro dünyasında “yüksek siyaset” alışkanlığı fazla olduğu için, ilgili kişiler kendi alanlarına dair yorum yapmayı çok istemiyor. Öz-örgütlenmeye dayalı sanatçı inisiyatiflerinin normal şartlarda kendi alanlarından yola çıkarak toplumsal meselelere dokunması icap eder. Biz de ise, durum genelde tersi oluyor.
Drama ve tiyatro eğitimcilerinin yararlanabileceği iki kaynaktan bahsederek, yazımı biraz olsun umutlu bitirmek istiyorum. Güliz Kurt ve Jennifer Mansur Sertel tarafından hazırlanan, Boğaziçi Üniversitesi Matbaasında basılan Winpeace Barış Eğitimi-Barış Bireyde Başlar adlı çalışma, ortaokul düzeyinden itibaren kullanılabilecek uygulamaya dönük grup çalışması ve drama örneklerini içeriyor. Liberal ve hümanist bir paradigma etkisindeki örnekler, bireyin içsel dünyasındaki ve çevresel etkilerden kaynaklanan çatışmaları çözmesine dönük önerileri içeriyor. Kitapta öğrencinin bireysel hoşgörü ve barış deneyimini içselleştirmesi adına uygulamaya dönük güzel örnekler verilmiş. İlk olarak 2004 yılında basılan ve sonra ikinci baskısı yapılan kitap yoğun ilgi üzerine Yunanca ve Arapça’ya da çevrilmiş ve bu ülkelerde de eğitimcilere model olması açısından kullanılıyormuş. Şiddetten uzak durma, bireysel barış konularının belli bir yorumla toplumsal barışa katkı sağlayacak şekilde ele alınmasına imkân veren çalışmanın okunmasını öneriyorum.
İkinci kitap ise, İstanbul Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi tarafından basılan Pusulacık, Çocuklar için İnsan Hakları Eğitim Kılavuzu adlı çalışma. Nancy Flowers editörlüğünde hazırlanmış ve Metin Çulhaoğlu tarafından Türkçe’ye çevrilmiş 310 sayfalık kapsamlı çalışma, temelde 7-13 yaş arasındaki çocuklar için insan hakları eğitimi konusuna odaklanıyor. Pratik olarak uygulaması yapılabilecek etkinlikler, hem sanatçılar için hem de eğitimciler için model oluşturuyor. Bu çalışma kitabının da ülkemize özgün bir yorumla okunarak faydalı olduğunu düşünüyorum.
Barışı istiyorsak, savaşın kalıcı hasarlarıyla mücadele etmeli ve içinde bulunduğumuz alanlarda yaşamsal karşılığı olan üretken katkılar yapmalıyız. Çünkü barış gökten zembille inmeyecek!