Mehmet K. Özel
02.12.iki oyunlu pazar: antigone, devlet tiyatrosu’nun geçen sene prömiyer yapmış kenan ışık imzalı sofokles uyarlaması; kaçırılmış bir fırsat; arkaplanda aynur çalmakla bitmiyor; sonuna kadar gitmek lazım! umudum destar’da..
tiyatro öteki hayatlar’dan yaz-boz; yapaylığında alain resnais izleri bulmaya çalıştığım, hatta acaba resnais’nin “smoking/no smoking”inden mi esinlenildi diye heveslendiğim bir oyun; ancak nafile..
03.12.ıslah evi; çamur’dan tiyatro’dan üç kişilik bir paranoya komedisi. oyuncular başarılı, seyretmesi çok keyifli; engin alkan’ın rejisi tıkır tıkır işliyor.
04.12.çirkin; devlet tiyatrolarının bu seneki yüzakı; metin belgin’in yönettiği marius von mayenburg imzalı metin zehir gibi; 60 dakikalık oyunun temposu hayli yüksek; basit dekor ve girift ışıklandırma çok başarılı; dört oyuncu döktürüyor, özellikle şamil kafkas.
05.12.kaset; craft’tan otel odası klostrofobisi. bu oyundan uyarlanan ethan hawke’lı, uma thurman’lı, richard linklater imzalı filmin yoğunluğu yakalanamamış.
06.12.sarı ay; karatavuk’tan ve vur-yağmala-yeniden’in bir kaç parçasından beri dot’tan seyrettiğim en iyi oyun; dört sandalye, dört oyuncu, kare bir alan ve bir hikaye; tiyatro bu kadar basit!
07.12.enfes bir konser: ferhan & ferzan önder kardeşler piyanoların, martin grubinger ve ekibi de sahnenin bütününü kaplamış birbirinden farklı vurmalı çalgıların başında; le sacre du printemps’nın en vurucu özelliği vurmalıçalgılar ve ritmdir ya, baba grubinger’in iki piyano ve üç vurmalıçalgıcı için uyarladığı versiyon, piyanonun da özünde bir vurmalı çalgı olduğu düşünüldüğünde, beş vurmalıçalgıcıyla ve sayısız vurmalıçalgıyla icra edildi; ses atmosferi çok etkileyiciydi!
08.12.ay ecesi; genç bir yazarın, burçak çöllü’nün hikayesi ellerine emanet edilmiş avkıran’ların devlet tiyatrosu’nda sahneledikleri oyun biraz müsamere gibi; tek ilginç öğesi müzik tasarımı.
09.12.iki oyunlu pazar: kent oyuncularından toplu hikayeler; lise yıllarımda (80’lerin ikinci yarısında) kenterler’den izlediğim, bana tiyatroyu sevdiren, hepsi birbirinden iyi oynanan (kenter kardeşler ve şükran güngör’ün yanında ezilmeden oynayan ayhan kavas, gül onat, mübeccel vardar’ gibi has oyuncularla), iyi sahnelenen, ışığıyla dekoruyla özenli oyunların kalitesinde; klasik, kaliteli ve sağlam tiyatro nasıl yapılır dersi; kadriye kenter ve defne halman kenterler geleneğini başarıyla sürdürüyorlar..
tatil gününün ikinci oyunu yeni bir topluluktan, kuzgun tiyatro’dan mitoz; sahne tasarımında eskimiş bavullardan oluşan şiirsel arkaplanının hakkını parçalı metin ve reji veremiyor; bavulların terketme/ayrılma hissi sahneden bana geçmedi.
10.12.iki kişilik bir oyun; tasarımcı bülent erkmen’den başka türlü de tiyatro yapılabileceğinin başarılı bir denemesi; etkileyici.
11.12.to love duets; bu sezon rotterdam’dan gelen portakallardan en tatlı-acı olanı; bir ömürlük hayat arkadaşınıza nasıl davranmalısınız rehberive terle bebeğim terle isimli, ikisi de iki kişilik performanslar bir kadın ile bir erkeğin, aslında iki insanın arasında aşka dair yaşanmış/yaşanan/yaşanabilecek her türlü duyguyu, durumu, tavrı çok basit ve sade bir sahnelemeyle, ama çok güçlü bir şekilde sergiliyor; bu düetleri seyretmek derin bir keyif!
12.12.babamın cesetleri; merak ve heyecanla beklenen yeni berkun oya oyunu; 2.5 saat; öner erkan dışında oyuncular zayıf, metin biraz uzun tutulmuş; yazarlar (hele de oya gibi marifetli bir yazar) oyunda anlatmak istedikleri derdi neden bir kaç defa üzerine basa basa karakterlerine söyletirler ki, anlayamayacak olmamızdan mı korkarlar; “korku” onları da ele geçirmiş olmasın sakın!
13.12.nerede kalmıştık?; buluTiyatro’dan ebru nihan celkan imzalı mirza metin rejili, haneke kadar sert, ama haneke kadar soğukkanlı ol(a)mayan; cem uslu’nun nüanslı oyunculuğu sayesinde oyun boyunca göğsümüzde süren ağrının, oyun sonunda boğaza oturan bir yumruğa dönüştüğü etkileyici bir oyun; günümüz türkiye’sini cesaretle ortaya seriyor!
14-15-16.12.üç günlük fazıl say festivali; çağdaş bir besteci/yorumcunun on yapıtını üstüste üç akşamda dinlemek büyük bir ayrıcalık; borusan’a teşekkürler. say’ın bir kişiyi (hezarfen konçertosu), coğrafyayı (istanbul senfonisi, 4 şehir sonatı, ipekyolu konçertosu), durumu, olayı (mezopotamya senfonisi) betimlediği yapıtlarındansa bir duyguyu (divorce yaylı çalgılar dörtlüsü), düşünceyi (evren senfonisi), atmosferi (ses, panter) aktardığı yapıtları bence daha etkili; soyutlama konusunda bu kadar başarılıyken, bir yandan da hala bu çağda bu kadar betimlemeci yapıtlar üretmek garip değil mi..
17.12.turist; the club mahzen’den seyirciyle fiziksel olarak içiçe oynanan, ama duygusal olarak fersah fersah mesafeli duran; bir mahzenin sıcaklığını barındırmaktan çok, yeni restore edilmiş bir mekanın çıplaklığını ve soğukluğunu üzerinden atamamış bir oyun; protagonist turist’in derdine ortak olmak çok zor!
18.12.the club mahzen’in oyuncusu ayağını burkunca ofis iptal oldu, soluğu tepenin ardı’nda aldım; çok çok iyi bir film. içindekilerin/hanendekilerin farkında olmayıp dışardakilerden düşman/öteki yaratmak üzerine müthiş gerilimli ve alçakgönüllü bir başyapıt.
19.12.borusan müzik evi’nde john cage çalacak olan ralph van raff’ın konserine yetişemeyince kumbaracı 50’de ekip’ten kara sohbet; yıllar önceki tiyatro duru yorumundan daha etkileyici; şeytan/doppelgaenger rolünde murat engiz cezbedici.
21.12.metot; şehrin öbür yakasında, kocamustafapaşa’da semaver kumpanya’dan sıkı bir taşlama.
22.12.işsanat’ta faust, melnikov ve rudin; hoş sohbet bir oda müziği ziyafeti; smetana’nın ölüm temalı piyanolu üçlüsünü ilk defa dinledim, hayran oldum.
23.12.üç oyunlu pazar: rezalet bir devlet tiyatrosu yapımı; bu kadar mı sefil olunur; bir oyun bu kadar mı anlamsız olur: açıl kafam açıl; çok yazık.
site; gnlev’den dışa kapalı konut yerleşmelerinde süren sentetik hayatlara dair bir oyun; gözetl(en)me fikri çok iyi, ancak kameraların kullanımında ve sağlanan görüntülerde belli bir anafikir eksikliği var; sahnede gerçekleşenler maalesef bana dokun(a)madı..
pencere; ray performans kolektifi’den çocuğa cinsel tacize dair bir oyun; ele aldığı konu önemli, ele alış şekli (metin ve mizansen) özgün ve ilginç; ancak oyuncuların çocuk “gibi” yapışları sorunlu..
25.12.aksanat’ta özel dans gösterisi; evrim akyay koreografisi rutin’i ikinci izleyişim; yapıttaki sürpriz öğesinin bu sefer bambaşka bir şekilde kurulması ve yine amacına ulaşması, rutinin yine kırılması; akşamın ikinci yapıtı ortak çalışma ürünü kurgusuz (doğaçlama) bomba gibi bir başlangıç ile şiirsel bir son arasında lastik gibi uzadıkça uzayan, nereye evrildiği anlaşılamayan, trioların hiç birinin koreografik olamadığı, ortalamanın altında bir iş.
26.12.f tipi film; oldum olası şu çok yönetmenli projeleri sevmemişimdir; bir türlü tam bir doygunluk hissi yaratmazlar bende; bu sefer de öyle oldu. toplam içinde iki film yüreğime dokundu, ne garip ikisi de f tipi hücrenin dışında geçenlerdi: sadece iki uzun yakın plandan oluşan mehmet ilker altınay’ın ilk yönetmenlik denemesi “arama kabini” ve insani sıcaklığıyla toplam içindeki en duygusal film, sırrı süreyya önder’in “tabut”. iki film de, bizzat bir f tipi hücre göstermeden, ilki yakın planın kısıtlanmışlığıyla, diğeri tabutun mekansal sıkışmışlığıyla f tipi hücrenin insan üzerinde yarattığı soyutlanma/yalnızlaşma duygusunu sağladılar.
27.12.yuri başmet solist ve şefliğinde yeni rusya senfoni orkestrası’nın berlioz’lu, çaykovski’li yeni yılı karşılama konseri. rusya’dan sert ve romantik rüzgar..
28.12.altın ejderha; dot, verfremdungseffekt’i keşfetti.
29.12.musahipzade ile temaşa, tiyatro boğaziçi’nin müthiş keyifli gençlik oyunlarından üçüncüsü; eğlendirirken bilgilendiren, seyredenler kadar -belli ki- oynayanların da keyif aldıkları bir çalışma; özellikle prolog ve epilogdaki koşma mizanseninin çizgi-roman/film tadındaki kurgusu çok iyi.
song books: john cage’i 100. yaşgününde hayal etmek; borusan müzik evi’nde cumartesi akşamı yılın son konseri; tavla sesleri, şokella kutusuna daldırılan bıçak sesleri, kucaktaki “gerçek” bebeğe söylenen ninni, sessizlikler, gürültüler, icra sırasında yer değiştirmesi serbest olan seyircilerin ayak sesleri; cage’in öğrencisi olmuş violacı tanya kalmanovitch başta olmak üzere serra yılmaz, gitarda şevket akıncı, piyanoda anthony coleman ve dört müzisyenden oluşan kalabalık bir ekipten mizahi yanı da kuvvetli sıradışı bir konser deneyimi.
30.12.zengin mutfağı, yazarı vasıf öngören’in kızı aslı öngören’in şehir tiyatrolarında 30 yıl sonra başarıyla sahnelediği 70’lerin -ve günümüzün- türkiye”sini anlatan oyunu; aslı öngören’in rejisi ne kadar ekonomik, azaltılmış ve iyiyse, oyuna eklettiği özgün müzikler o kadar fazla; sırttılar, oyunun derdini zayıflattılar. acaba selim’in giydiği beyaz bere günümüzün ogün samast’larına bir gönderme miydi. ikinci perdedeki bir mizansen çok hoşuma gitti: faşistlerin beslediği/palazlandırdığı selim masanın beyaz örtü serilmiş yarısında bira eşliğinde dolma tıkınırken, masanın çıplak kalan tarafında fabrikadan atılmış işçinin sadece bir bardak su içiyor olması.
bizde yok; yılın son pazar’ının akşamında seyrettiğim ikinci oyun, matine’de izlediğim zengin mutfağı gibi faşist baskı rejimlerini eleştiriyordu, yalnız daha avant-garde sahneleme teknikleri kullanarak; ufuk tan altunkaya her rejisinde oyuncu-seyirci ilişkisini tekrar tanımlıyor, oyun mekanını buna bağlı olarak yeniden kuruyor, kurguluyor; bizde yok metin ve oyunculuk olarak güçlü/etkili değil, ancak oyuncu-seyirci-mekan ilişkisinin içerikle de bütünleşmesi açısından kayda değer.