Arıza Baykuşlar
“İyiler, uzun süre iyi kalamazlar bizim ülkemizde. Çanak boşsa eğer açlar boğuşurlar. Tanrıların buyruklarıysa, merhem olmuyor yoksulluğa”
“Hiçbir şey anlamadım” dedi biri, “Üç saat oyun mu olurmuş” dedi diğeri! “Ne tuhaf oynuyor başroldeki kız” dedi ötekisi, “anlamadık ki” dediler hepsi! Bir grup genç insan, İDT Cevahir Sahnesi’nde sergilenen Sezuan’ın İyi İnsanı oyununun bitiminde fuayede üçlü bir şaşkınlık yaşıyorlardı. Yanlarından geçerken yüzlerine aynı şaşkınlıkla baktık ve “Epik Tiyatro” dedik, “Brecht bilir misiniz?” diye de ekledik. Kaşlarını çattılar, yüzleri düştü “Tabii!” dediler “tiyatro öğrencisiyiz biz”! “Ne tuhaf” dedik “Biz de!”. Yolumuza devam ettik, ederken de dönüp kendimize bir baktık. Bu oyunu eleştirebilecek kadar Epik Diyalektik Tiyatro ve Brecht biliyor muyduk? Yeniden okumaya başladık, notlar çıkardık, izlediklerimizle karşılaştırdık, tartıştık ve anlamaya çalıştık. Sadece bir seyirci değil birer oyuncu adayı olarak da açacağımız pencereden Brecht’i ne kadar net görebilirdik? Gözlerimizi oyuna çevirdik. Karakterlerle aramıza mesafe koyduk sonra da dönüp seyirci ile aramıza mesafe koyduk ve oyuna yabancılaştık. Sahneye çıkardık kendimizi ve baktık ki Brecht ancak sahneden “net” görülebiliyormuş.
“Hem İyi Ol Hem Ayakta Kal” Mümkün mü?
“Kardeşinizi boğazlıyorlar, siz göz yumuyorsunuz. Çığlıkları duyuluyor ama siz susuyorsunuz. Aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki, sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz”
Bertolt Brecht, “Sezuan’ın İyi İnsanı” adlı öğreti oyununun taslağını, yirmili yılların sonunda kuruyor, 1939’da Danimarka’da yazmaya başlıyor ve 1941’de Finlandiya’da tamamlıyor. “Beş saatlik oyunlar epik biçimdeyseler yorucu olmazlar, kişi bir iş gününün üç saatini buna ayırırsa bunun doğru olduğu görülecektir” diyor Brecht! Manzum geçişler ve şarkılarla şiirli bir atmosfer yaratıldığı için üç saat değil beş saat sürseydi de keyifle seyrederdik Sezuan’ın İyi İnsanı’nı! Kaldı ki Klasik Greek oyunları gün boyu sürerdi. Brecht Çin Felsefesi ve edebiyatını inceliyor ve aksiyonu Çin’de geçirmeye karar veriyor. Oyunda toplum ahlakçısı olarak tanınan Me-Ti’den alıntılar buluyoruz. Me-Ti’nin öğretisine göre; “Erdem ve ahlaksızlık (doğru ve yanlış davranışlar) bir ölçü veya yasa sorunu değil, toplumun yaşam koşullarının ortaya çıkardığı ya da zorladığı bir sonuçtur”. Bu koşullarda hem iyi olup hem ayakta kalabilmek mümkün mü? Yücel Erten bu soruyu Brecht’in ağzından ama kendi fikrinden bize soruyor.
Dediklerine Göre İşimiz Tanrılara Kalmış!
“Ölene dek için suyu kana kana! Parasını verin de zıkkımlanın. Su alın köpekler su alın!
Eski Çin’de su satıcıları vardı. Sucu Wang ile başladı geri dönüş serüvenimiz, oyuncu İlkay Akdağlı; “Burada, başkent Sezuan’da sucuyum. Bu kentte yoksulluk kol gezer. Dediklerine göre işimiz tanrılara kalmış” diyerek öyle bir anlattı ki suya ulaşmasını ve suyu insanlara ulaştırması, söz olmadan sadece hareketlerle! Yaşadık… Su içinde yüzerken dibe batış çıkışlarını, etrafından balıkların geçişini hatta köpek balığı tehlikesinden korkuşunu “Yok artık!” diyerek yorumlamasına gülümsedik. “Çok uzak mesafelerden taşıyorum, onu anlatmaya çalıştım” dedi sonunda! Anladık…
İlkay Akdağlı ara oyunlarda Sucu Wang rolünde uyuyarak tanrılarla iletişim kurarken uyku-uyanıklık geçişinde ve işsiz rolünde de çok başarılıydı! Tanrıların yanılgı içinde olduğunu düşündük, maşrapasının tabanı iki katlı olsa da Sucu Wang iyi biriydi. “Tanrılar da ne kadar toleranssızmış” dedik. Tanrıları gecelemek üzere yerleştirecek bir yer ararken gösterdiği gayret üzerine bir ev sahibinin “Tanrıların hırlı mı hırsız mı olduğunu nereden bileceğiz!” sözünde “tamam” dedik, “işte bu”!
Varoşların Meleği Shen Te!
… Ne tuhaf yer burası! Sizler nasıl insanlarsınız? Haksızlık varsa bir yerde eğer ayaklanmalı insanlar! Ayaklanma olmuyorsa, batsın o şehir yerin dibine!”
“Bir Çinli oyuncu her şeyden önce kendisini çeviren üç duvar dışında bir dördüncü duvar bulunuyormuş gibi davranmaz; karşısında bir seyirci topluluğunun varlığından haberi olduğunu açıkça belli eder” diyor Bertolt Brecht, Epik Diyalektik Tiyatro’da… Shen Te ve Shui Ta rolünde Zeynep Ekin Öner, tam anlamıyla bir “Epik Oyuncu”. Brechtyen oyuncuların en iyilerinden! Doğal davranıyor, doğal davranışlarla anlatıyor. Ağzından çıkan sözlerle kendi arasındaki uzaklığı bütün bir oyun boyunca koruyor. Repliklerini düz yazı gibi okumuyor, normal dil ile yapıtın dili arasında yazarın istediği uzaklığı sağlıyor. Ağzından çıkan sözlerin kendisini eğlendirdiğini seyirciye gösterebiliyor. Gestuslarını; ses tonunu, yüzündeki ifadeyi, bedeninin konumunu, bir başkasının önünde konuşmalarını, duruş biçimlerini ve diğerine gösterdiği tepkilerini çok iyi ayarlıyor. Sesini, bazen ustalıklı bir sakinlikle bazen de aniden yükselebilen bir coşku ile kullanıyor. Kendisine ve oyununa bir yabancı gözüyle bakmayı seyirciyi de oyuna yabancılaştırabilmeyi başarıyor. Seyirciyi hipnoz durumuna sokan sahnedeki karakterle özdeşleşme eğilimini başarıyla kırıyor. Bedenini bir keman virtüözü gibi ustalıkla kullanıyor. Oyunu sırasında “tıpkı böyle değil mi?” dercesine seyirciye bir göz atıyor. Seyirciye yönelip yansılamasına ara veriyor ve anlatıyor. Gözlerini yere indiriyor, kendini seyrediyor, el ve ayaklarının devinimlerini gözleriyle denetliyor. Kendi kendini seyrini oyunlaştırabiliyor. Bunu öyle iyi başarıyor ki seyircinin kendini karakterle özdeşleştirme içine sürüklemesine bu şekilde de engel oluyor. Seyirci oyundaki karakterler yerine kendini koymuyor, bir başkasının başına gelmiş gibi oyunu seyrediyor. Oyun için kendisine verilmiş alanı bedeniyle ve gözleriyle ölçüp biçiyor. Tütün dükkanının içinde bedenini yarı beline kadar eğilerek, estetik ve dinamik bir üslupla hareket ettiriyor. Ayak parmakları üzerinde esneme hareketini çok sık kullanıyor, her an uçabilecekmiş gibi hafif oynuyor. Hayran kalıyorsunuz. Sahneler donduğunda, oyuncuların hareketsiz kaldıkları süre zarfında seyirciye dönerek vermesi gereken mesajı başarıyla veriyor ve seyirciye “sen bir gözlemcisin, şimdi bir yargıya varman gerekiyor” diyor. Shen Te – Shui Ta bölünmüşlüğü ile yabancılaştırmayı başarıyor. Özellikle seyircinin karşısında Shen Te haliyle soyunup son kez Shui Ta şekline giyinerek ve bıyık, şapka takarak, bunu da seyirciye gösteriyor yabancılaşma efektinin de hakkını veriyor.
Kör, Topal, Sağır Tanrılar; Süpüren, Patates Soyan, Örgü Ören Tanrılar!
“Madem bitti arayışımız, Hemen yukarıya çıkmalıyız! Sağ olsun, var olsun, yaşasın iyi insanı Sezuan’ın”!
Brecht, kutsal kitap’ta Sodom ve Gomorrha’nın yok edilişini anlatan öyküyü toplumsal eleştiriye dönüştürüyor. Bu göndermeyle devrimin gerekliliğini vurguluyor. Oyunda bembeyaz kostümleri ve sandaletleri içinde Birinci Topal Tanrı rolünde Zühtü Erkan, İkinci Topal Tanrı ve Büyükbaba rolünde Hakan Güneri, Üçüncü Tanrı ve Berber Shu Fu rolünde Ahenk Demir çok başarılı performanslar sergiliyorlar.
Gerçekliğin tümü rollerle oynanan bir oyundur aslında ve Tanrılar “Biz sadece seyircileriz” diyerek oyuna katılmadıklarını, seyrettiklerini söyleyerek dünya tiyatrosu motifine bir gönderme yapıyorlar. İnsanlara öfkeli oldukları, kırmızı sargı bezleriyle kendilerini sarıp ne kokup ne bulaştıkları sahnede ve yargılama sahnesinde de kaçışlarını aleni olarak ortaya seriyorlar. Finalde, iyi olmanın yükünü bulabildikleri tek iyi insan olan Shen Te’nin omuzlarına yükleyerek, sorumluluklarından sıyrıldılar. Shen Te rolündeki Zeynep Ekin Öner’in imdat çığlığı iyi olma yükünün ağırlığını gözler önüne serdi.
Dekor, Kostüm, Işık, Müzik Hepsi Epik!
Yücel Erten’in özgün ellerinde oyun, zamansız ama Avrupalılaşmış bir Çin’den günümüze köprü kurararak tarihselleşiyor. Ethem Özbora’nın Çin evlerine tam olarak benzemeyen ancak hem işlevselliği hem de sadeliği ile öne çıkan dekoru seyirciye “sen tiyatrodasın, bu gördüğün sahne ve bir oyun izliyorsun” diyor. Dekorda en ufak bir fazlalık yok. Oyunun anlamı ve birbirlerine karşı en iyi konumları dikkate alınarak parçalar yerleştiriliyor. Dekor seyircinin gözü önünde şekil şemal değiştiriyor. Dekorla birlikte müzisyenlerin platformları da yer değiştiriyor. Göstermeci Epik Müzik seyircilere görünür biçimde yerleştirildikleri için de yabancılaşmayı sağlıyorlar. Nalan Alaylı’nın tasarımı kostümler ne tam olarak Çin kıyafeti konseptinde ne de bundan çok uzak! Toprak renkleri, çuval ve yıpratılmış kumaşlarla fakirlik görüntüsünü gayet iyi yansıtıyor. Shui Ta’nın ve Mi Tzü’nün kostümü ile de kişiler arasındaki toplumsal ayrım başarıyla vurgulanıyor. Shen Te’nin içine giydiği siyah kombinezon ile üzerine rahatça erkek kıyafetlerini geçirebilmesinin pratiği, yırtık siyah file çorapları, rahat ve eskitilmiş yumuşak ayakkabıları kostüm konusunda tam not verdiriyor.Yakup Çartık’ın ışık tasarımı ile sahne görünür ışıklarla aydınlatılıyor ve bu şekilde de bir yabancılaştırma sağlanıyor. Shen Te ve Shui Ta’nın üzerindeyken ışık erken kararmayıp birkaç saniye daha uzun kalabilseydi, mimiklerini seyircinin daha uzun görmesine yol açardı diye düşünüyoruz.
Oyun bittiğinde bir katarsise ulaşmadık ama konu üzerinde düşünmeye ve yargılamaya itildik. Yücel Erten ve Şafak Eruyar’ın dramaturgileri ile “Sezuan’ın İyi İnsanı” seyirciyi düşünmeye sevkeden, seyirci olduğunu hatırlatan harikulade bir oyun!