Üstün Akmen
Genel Sanat Yönetmenliğini Cem Kaynar’ın yaptığı Samsun’daki Düşevi Oyuncuları, geçen yıl Devlet Tiyatrosu repertuarına girmeye hak kazanmış olan Murat Can Kibiroğlu’nun yazdığı, Bursa Devlet Tiyatrosu Sanatçısı Ali Volkan Çetinkaya’nın yönettiği “Sarı Köpek” adlı oyunla 2012-2013 sezonuna girdi. Murat Can Kibiroğlu, eline kalem yakışan bir yazar. Ancak benim okuduğum ve izlediğim bu ikinci oyununda da dramaturgide “yazarın ana düşüncesi” anlamına gelen “tema”dan yoksun bir tutumu var. Genç yazarı kırmak, motivasyonunu engellemek haddim değil, ayrıca da hiç istemem, ama bir gerçek var ki her yazarın beyninde her gün onlarca düşünce uçuşur. Onca düşüncenin kimileri kalıcı olur, bazıları da uçup gider. Kalıcı olanlarsa iyice olgunlaşınca yazarı yazması için dürtükler. Ya da yazar, aktarılmaya değer bulduğu başka bir düşünce seçer.
‘Tema’ Ne İşe Yarar
Murat Can Kibiroğlu’nun yapıtlarında “tema” saptamadığını ya da (yanılmış olabilirim) seçtiği temaya eser bitene kadar uymadığını izliyor, içim eziliyor ve gerçekten üzülüyorum. Üzülüyorum, çünkü Kibiroğlu’nda yetenek görüyorum, Kibiroğlu’nu seviyorum.
Bir eser, temanın doğrultusunda, temanın gösterdiği yönde oluşturulup sonuçlandırılır. Yazar eserini yazarken sürekli olarak temaya uyacaktır. Bir çeşit hangi yollardan geçilerek hedefe varılacağını gösteren yol haritasıdır tema. Siz buna dilerseniz pusula, kılavuz, falan da diyebilirsiniz. Ne derseniz deyiniz, yazar ona bakarak ilerler, sağa sola sapmaz, gereksiz yerlerde oyalanmaz, boşa laf sallamaz. Bu doğrultuda ilerlemezse yoldan çıkar, gereksiz ayrıntılara, yan konulara, işlevsiz, yararsız karakterlere ve diyaloglara kayar. Sonuç olarak ortaya çıkarılan eserde tutarlılık bulunmaz, akıcılık kalmaz, birlik-bütünlüğe rastlanmaz. Bu durumda ortaya çıkan eser de eser sayılmaz.
‘İkna Mısın’ Ne Demek
“Sarı Köpek”i izlerken de ne yalan söyleyeyim tema yoksunluğunu duyumsadım. Deniliyor ki, bu oyun iki kalbi güzelin serüvenidir, insanlık arayışıdır, falan. Ben bu iletiyi alamadım. Program kitapçığındaki “Ahlak efsunu bandırılmış bir diğerinin kopyası ödünç bir yaşama ikna mısın” tümcesindeki anlamı çıkarabilmek için düşündüm taşındım, kafamın içini iyice karıştırdım.
“İkna mısın” ne demek?
Türkçede karşılığı var mı?
Yerel ağız mı?
Kavrayamadım.
İkinci tümce: “İzleme bu oyunu öyleyse! Sana anlatacak bir hikâyem yok” ile aklımı daha da bulandırdım. Ne yalan söyleyeyim, oyunun başlamasını beklerken dağıtılan basın bülteninde “İzin verilseydi nasıl bir insan olurdun? Masum duran zincirler olmasaydı… Kural, yasa, töre, para, müdür, okul, patron, senden neler alır? Bu sisteme uymaz isen ne ile tehdit edilirsin ‘Öteki’ olmakla mı” soruları da bana pek karışık gelmekle beraber, oyun içinde çözümünü merak edip heyecanlanmıştım.
Oyunun sonuna doğru içinden çıkamadığım konunun labirentinde bunaldım. “Sarı ve Köpek… İki meczup(!)… İki kovulmuş… İki lanetli…” tanımından da karakterlerin tahlilini yapamadım. Sahnedeki iki karakterin “çocuksu gözünden Özgürlük/Tutsaklık… Hiçbir yerde, herhangi bir zamanda, hiç kimsenin hikâyesi” tarifinden de bir şey anlamadım.
Dekor Evrensel Yoruma Açık
Yazarın yazılı metindeki: “Olay bilinmeyen bir coğrafyanın bilinmeyen bir hapishane hücresinde ve hatta akli dengesi bozuk mahkûmların bulunduğu bölümde geçer…” yer saptamasını ve “Bir hapishane hücresi… Loş bir sahne… Örümcekli, pis, izbe bir görüntü… Arka fonda kalın kesme taşlarla örülmüş bir duvar ve iki tane parmaklıklı pencere… Sağ tarafta demir bir kapı ve yine parmaklıklar… İçeride demirden iki döşek… Birkaç anlamsız zerzevat; tas, su, kova, ekmek, ip gibi…” olarak tasarladığı sahneyi dekor tasarımını yapan Ersoy Çelikpazu’nun hücreyi yarıküre şeklinde düşünerek “dünya” olarak yorumlamasını içimden “”bravo” nidalarıyla karşıladım; dekordan yola koyularak konuyu evrensel olarak algılaması için beynimin gri hücrelerini soyut yapılandırmaya hazırladım, ama soyutu da tutturamadım. Diğer taraftan gene Ersoy Çelikpazu’nun imzasını taşıyan ışık tasarımını ve Gülnur Çağlayan’a ait kostümleri alkışladım.
Sahneleme ve Oyunculuklar
“Sarı Köpek” metnini sahneye taşıyan Ali Volkan Çetinkaya, gösterimin sözcelenmesiyle ilgili gelişiminin toplu tartımını iyi saptamış, fazla black-out kullanmasına karşın sahnelemenin herkesin anlamını kavrayabilmesi için temsilin havasını ve “çeşnilerini” yerinde ve dozunda kullanmış. Metni, söylemin gösterimi olduğu kadar, gösterimin söylemi haline getirmeyi başarmış. Oyunculardan Vedat Kurtuluş, Sarı’nın coşkularını yönetmeyi ve o coşkuları seyirciye okutmayı pek güzel sağlamış. Köpek’te Hakan Alkan ise, sahne üzerinde (yüksek sesle konuşma ve bağırmaları dışında) Frankenstein türü bir varlığı değil, bir rol inşa ettiğini unutmadan bir karakter yapılandırmış.
Eleştirmenin Özel Notu
Bütün bu notlarımdan sonra, bünyelerinde yetişen yazarları, yönetmenleri, müzik, dekor, kostüm tasarımcıları ve oyuncularıyla özgün yapıtlar üreten Samsun’daki tiyatro misyoneri Düş Oyuncuları’nı kutlamak istiyorum. Sanatın evrensel gücüne, barışa, insan sevgisine inanan çalışmalarında her daim yanlarında bulunacağıma da söz veriyorum.
Murat Can Kibiroğlu mu dediniz?
İnanın onu seviyor, ona güveniyor, güvendiğim ve sevdiğim için eleştiriyorum!