Son günlerde Duru Tiyatro’nun Kadıköy Anadolu Lisesi’nden kiraladığı mekanın sözleşmesinin yenilenmemesi sonucu boşaltılması talebi ile; Dostlar Tiyatrosu’nun Beyoğlu Belediyesi’nden kiraladığı Muammer Karaca Tiyatrosu’nun statik problemler nedeniyle kapatılması ile iki tiyatro grubu mekansız kaldı.
Bu durum tiyatro çevrelerinde iktidarın tiyatro düşmanlığı ile birlikte algılandı ve kampanyalara neden oldu. Genco Erkal sorunun “statik değil, politik” olduğunu ifade ederek medyada geniş yer buldu, Duru Tiyatro’nun sahibi Emre Kınay da bir basın toplantısı ile yersiz bırakılmalarını protesto etti.
Bu iki tiyatro grubunun durumundan bağımsız olarak da tiyatroların sahne sorunları yıllardır çözülemeyen bir mesele olarak devam ediyor. Duru Tiyatro’nun durumu için yetkililer kira ve elektrik giderlerinin uzun süredir ödenmediğini ifade ederken, Beyoğlu Belediyesi Muammer Karaca Sahnesi’nin depreme dayanıklı olmadığını ifade ediyor.
Velev ki bunlar doğru olsun!
Sorun tiyatro sanatını yaygınlaştırarak, profesyonel veya amatör gruplara yeterli altyapı imkânı sağlamayan yerel yönetim anlayışı ile merkezi hükümet politikaları değil mi?
Sorulduğunda son yıllarda ne kadar çok sahne açıldığını rakamlarla gözümüze sokan bu anlayış, bu sahnelerin kullanımı için gereken eş-dost bağlantılarını veya talep edilen ücretleri söylemeyi unutuyor.
Ama bu konunun gündemleşmemesinde tiyatrocuların da payı yok mu? Gemisi kurtaran kaptan anlayışı ile sorun ancak başlarına geldiğinde ortaya dökülen tiyatrocular, kendi sorununu şu ya da bu şekilde çözdüğünde işine gücüne dönüyor.
Yaz aylarına girerken gündem olan ve büyük gürültü koparan Devlet Tiyatroları’nın kapatılması ve İBBŞT’de yönetmelik değişikliği ile ilgili eylemlerden sonra süregiden sessizliğe bakarak, bu konunun da kısa sürede unutulacağını söylemek kehanet olmayacak.
2 yorum
Sorunun belirgin bir görünümü “kendi sorunu” algılaması gerçekten de. Ortak sorun algılaması niçin gelişemiyor? sorusunun yanıtlanması önemli. Son yıllarda, bunda tiyatrocuların payı olması tespitinin ve öznel konum değişikliği talep etme anlayışının pek de anlamlı olmayabileceğine emin olmaya başladım.
Henüz yayına sokmadığım bir yazımda,kolaylıkla tespit edilebiecek bu durumun açıklamasının sosyalbilimsel bir ciddiyetle yapılması gerektiğini vurgulamaya çalıştım. “Tiyatrocu” derken kimlerden söz ediyoruz? Örneğin mesleki olarak geçimini giderek daha fazla televizyona, dizi film piyasasına kayarak sağlayan “tiyatroculardan” mı? O zaman tiyatro giderek ikincil bir fantazi haline gelmeye başlamaz mı?
O zaman mesela televizyon-tiyatro ilişkisi ve bunun “tiyatrocu” kimliği üzerindeki etkileri gerçekten de masaya yatırılmalı. Çünkü arada verimli ve birbirini besler bir ilişki olduğu oldukça şüpheli.
Sosyalbilimsel ciddiyet derken bu gibi olguların ele alınmasından söz ediyorum. Çeşitli düzeylerde “tiyatrocu” kimliği aşınıyorsa, örgütlü ve ortak algıya sahip bir tiyatro camiasından söz etmek de zora girecektir.
Dolayısıyla asıl sorun tiyatrocu kimliğinin altını boşaltma eğiliminin artmasından kaynaklanıyor olabilir. Öyleyse tiyatro hangi biçimler alarak yoluna devam edebilir, yoksa bazılarının iddia ettiği gibi edemez mi? sorusu önem kazanır. Ve sanıyorum, bu dünya çapında bir mesele, ama Türkiye’de çok daha şiddetli yaşanıyor, çünkü Batı’da olduğu gibi, yüzlerce yıllık kurumsal geleneklerden söz edilmesi mümkün değil.
Özetle, çeşitli düzeylerde “tiyatrocu” kimliği nasıl oluşuyor, nasıl evrim geçiriyor, bu işin sonu nereye varacak ona bakmakta fayda var. Böylece olup bitenlere daha aydınlık bir bakış açısıyla yaklaşabiliriz.
Pingback: Dramatik Etkinlikleri Sınıflandırmak (Dr. Bülent Sezgin) – Sanat Kuramı Kütüphanesi…