Musahipzade, Sivas Devlet Tiyatrosu'nda: 'İstanbul Efendisi'

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Musahipzade Celâl’in (1868–1959) 1913 yılında yazdığı, ilk kez 1917’de oynanan “İstanbul Efendisi” başlıklı oyununu Sivas Devlet Tiyatrosu yapımı olarak izledim.

Son yılların başarılı yönetmeni Kemal Başar, konusu ve atmosferiyle oyunun izleyiciyi günümüzde masal dünyasına falan götüremeyeceğini düşünmüş olacak ki, metni Can Atilla’nın (sözlerinin kime ait olduğunu öğrenemediğim) şarkılarıyla bezemişti. Sahne üzerinde ritim ve temponun tüm oyuncular tarafından gerçekleştirilmesini sağlamış, metin içinde ya da dışında akışın bozulmamasına itina göstermişti. Karşılıklı diyaloglarda tempoyu daima yüksek tutma başarısı da ne yalan söyleyeyim eleştirmen olarak şıpınişi dikkatimi çekti.

Bilemediklerim

Kemal Başar, Savleti Efendi’nin kimliğinde, dönemin cinli-büyülü toplumsal yapısı içinde gelişen, romantik bir aşk öyküsünün dolambaçlı serüvenini kuru kuru anlatmayı yeğlememişti. Gel gelelim, Lale Devri’nin hemen sonrasında yaşanan olayları, dönemin İstanbul’unun gizemli ve ilginç dokusu içinde izleyiciye aktaramaz mıydı diye doğrusu beni düşünmeye sevk etti. Eleştirel özelliği nedeniyle, oynandığı her dönemde ilgi görmüş bu oyunu, keşke dönemsel eleştiri ağırlıklı yönüyle ele alsaydı… Olayların tek bir konu etrafında ilerlediği oyunda, eski Osmanlı’nın gündelik yaşamını keşke bir fon olarak kullansaydı…

Demiyorum, karışmıyorum.

Karışmıyorum, ama Savleti Efendi’ye, oyunun sonunda herkes mutluluğa erişmişken “Tanrı’ya sığındık”, “Tanrı korusun” anlamında tehlikeli bir durum karşısında kullanılan “neuzibillâh” sözcüğünü kullandırmasını; şarkı sözlerinin anlaşılamamasını, özellikle final şarkısı “Eyle Sefa”nın tam da vurucu olması gerekirken güme gitmesini eleştiriyorum. Bu arada, Esma’ya kör kütük âşık Safi Efendi karakterini kulağında çift küpesiyle neden kadınsı olarak yorumladığını anlayamadığımı itiraf etmek istiyorum.

Minimalist Dekor

Sertel Çetiner’in minimalist çalışmasının seyirci ile oyuncu arasındaki bağı kurduğunu söylemiyorum, ama seyirci gene de sahnede olanla Kemal Başar’ın becerisi sayesinde bütünleşiyor diyorum. Günnur Orhon’un kostümlerini genel anlamda biraz abartılı bulduğumu ifade ediyor, eleştirmem gerekiyorsa “Çengi Afet’in ayakkabıları ne öyle ayol” diye çığırıyorum.  Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımını yaparken Hülya Gültemur’un başarılı makyajıyla bağlantı kurmasını “ole “diyerek taçlandırıyor; makyaj-ışık dengesini, oyuncunun yüz hatlarının istenilen şekilde görünürlüğünü pek güzel sağladığı için Aymaz’ı kutluyorum. Alpaslan T. Karaduman dansı okumuş, oyuncuların bedenlerini estetiği elden bırakmadan devindirmiş, dönemi duyumsatan bir koreografi çizmiş diyorum. Dansçıların, hareket içindeki ritmi duyumsamayı, üçboyutluluğu, anatomik olanaklarına ve çekim gücüyle olan ilişkisine karşı duyarlı olmayı, jestleri ve mimikleri tanımayı iyi bellediklerini ve Mehmet Güzel, M. Hasip Çermikli, Yunis Kantar, Burak Seçgin ve Dursun Erturan’dan oluşan orkestranın da müzikleri kusursuza yakın icra ettiklerini açık yüreklilikle ifade ediyorum.

Dışsal Fiziksel İlişkiler

Sıra oyunculukları didiklememe geldiğinde, on dört kişilik kadronun seslendirmelerindeki nüanslara, inceliklere, tonlamalara oldukça başarılı olmalarından dolayı hiç değinmeyeceğimi peşinen açıklıyorum. Kemal Başar’ın oyuncu ile can üfleyeceği karakter arasında hiçbir duygusal temas eksikliği bırakmadığını da not olarak ekliyorum. Tüm oyuncuları oyun içinde var olan olguları, onların sıralanışını ve birbirleriyle olan dışsal fiziksel ilişkileri açısından alınlarından öpüyorum. Özge Günay, Gamze Karaca, Zehra Tosun, Hicran Gözde Kürtoğlu’nun adlarını gövdeleriyle ruhlarının iç aksiyonu ve dışa dönük devinimleri arasındaki uyumu saptadığım için en başta sayıyorum. Esma’da Begüm Şahin, bundan sonra rol alacağı oyunda gövdesini dışsal ifade çizgisi boyunca çalışmaya razı etmeli diyorum.

Oyunculuklar

Fulya Ülvan, Çengi Afet’i duyguları ifade etmenin gözlerden sonraki aksiyon merkezinin yüz ve mimikler olduğunu bilerek canlandırıyor. Dilaver’de Can Atak başarılı… Özellikle Dilara ile olan “Emret öleyim” düetinde mükemmel. İrfan’da Burçhan Göze, Safi Çelebi’de Ozan Kalkan hayli iyiler. Selçuk Veysel Zurnazanlı, Savleti Efendi’nin ruhsal durumlarını yakalamak için coşku ve duyu belleğini iyi çalıştırmış, oyunculuğun özellikle komedide ön plana çıkması için, etkileyici olmanın bireysellikle gerçekleşemeyeceğini de biliyor. Filiz Uysal’a, Feraset’in kahve içtiği tablolarda daha inandırıcı olması gerektiğini öneriyor, vücut yapısının, canlandırdığı karakterin bir parçası olduğunun pek güzel ayırtında olmasını övüyorum.

Burcu Ongun Altayın Şarkı Sesi

Menteş Ağa’ya can veren Nesimi Kaygusuz’unsa hiç kuşlum yok “komedyen gömleği” var. Fiziksel yapısının öğesi durumunda olan mimiklerini olayın bütünlüğünü aktarıcı bir etmen olarak mükemmel kullanıyor. Ferhat Ağa’da Kerem Yücel de, komedyenin inanırlığından bir şeyler yitirdiği anda temayı da yansıtamayacağını biliyor. Dilara’da Burcu Ongun Altay, konuşma ve tepkiyi aynı anda mükemmel dengelemesiyle, ayrıca güzel sesiyle dikkat çekiyor, “Eleştirmen Amca”sının içine umut ateşi düşürüyor, coşkulu oyuncuğuyla mercek altına girmeye hak kazanıyor.

Kısacası, Sivas ellerinde sadece “ sazım” çalınmıyor, iyi tiyatro da izleniyor diyorum.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla