Gizem Aksu
Dinlemeye gittiğim en son panel Galatasaray Üniversitesi’nde yapılan ve o günlerin en çok ve tartışılan Kürtaj meselesiydi. Konu çok farklı noktalardan farklı mercilerde o kadar tartışılıyordu ki, bu tartışmaları akademik bir çerçeveden toparlayacak bir etkinliğe ihtiyaç duyuyordum. Konferansa gittim, konferans başladı ve bitti.
****
Bir süredir panel ve konferans takiplerimi askıya almıştım. Yazılı metinlerin vokalize edilmesi olarak gördüğüm konferanslar can sıkıcı gelmeye başlamıştı. Eksik olan şey, konferans, panel ve benzeri toplantıların bir performans olduğunun göz ardı ediliyor olmasıydı. Karşımda canlı canlı duran insan bedeni, , bir çift dudağın segital mekanında bir çift gözün lateral hareketine hapsoluyordu. Okunanlar ise hep aynı…
****
Bu yaz elime mükemmel kitaplar geçti; Duke University, Princeton University, Columbia University Press vb. yayımlarından çıkan. Boğaziçi’ndeki hocalarımın ise neden kitapları yoktu. Yaz sıcağında serinleten güzel kitapları, yaratıcı kaygıları olan kitapları? Sevgili hocalarım derse girerlerdi, makaleleri bir güzel anlatırlar, güzel bir tartışma ortamı kurmak için ellerinden geleni yaparlardı. Kaç tanesi bunu yaparken yaratıcı bir çaba içerisindeydi? Yeni bir argüman oluşturma, bir argümanı yeni bir bakış açısıyla ele alma… İster tartışmayı provoke etmek ister kişisel fikri doğrultusunda, yaratıcı argümanlar oluşturma kaygısına kaç tanesi sahipti? Ayşen Bilgen Candaş’a sevgiler.
****
Konferans başladı, fikirler sterilize bir şekilde ortaya kondu. Oldukça alternatif, yani ana akımda fazla yer bulamayan argümanlar da konuşuldu. Ancak alternatif açıklamalarda bulunmak her zaman yeni bir yaratıma işaret etmiyor. Türkiye’de alternatif söylemler de kimi zaman tekrar edilerek sıradanlaşıyor. Akademik kürsüdekiler, ister objektif kalma iddiası taşıyabiliyor, ister subjektiflik seçeneğini vurgulamak adına kendi tecrübesinden yola çıkarak bir metin paylaşıyor olsun; ancak o an ve oradaki var oluşları bana kendisini dinletemiyor.
****
Yaratmanın kaosuna girip de oradan bedensel, ruhsal ya da zihinsel bir an ya da alan yakalayan akademisyenlerin varlığına ihtiyaç duyuyorum.
Elizabeth Grosz’a şükranlar…
****
Cry Me A River, son yıllarda yüksek politikanın önemli mevzularından biri haline gelmiş iklim değişiklikleri ile gündelik deneyimin politikliği üzerine bir panel ortamında gerçekleşen solo bir proje.
Birkaç sandalyenin eşlik ettiği beyaz örtülü uzun bir masanın konuşmacılarından biri sanatçının kendisi. Metin, iklim değişiklikleri üzerine farklı anekdotlar ve karakterin otobiyografik anlatılarını içeriyor ve bunların geçişkenliği üzerine kurulu. Bu geçişkenlik gündeliğin politikliği ve sıradanlığın politizasyonuna karşı politikayı, söz üretmeyi ve mücadeleyi belli bir kesimin alanı olarak göstererek bir iktidar stratejisi olarak kullanılması üzerine güçlü bir karşı çıkış.
Türkiye’de son zamanlarda panel kürsüleri boş, toplantı salonları tenha. Birçok öğrencinin ve akademisyenin hapishanede tutulduğu bir yer burası. Dolayısıyla Anna Mendelssohn’un yanındaki boş sandalyelerde Büşra Ersanlı’yı gördüm, Eren Keskin’i gördüm, Hrant Dink’i özledim.
Gündeliğin şiddetle birleştiği bir yer burası; direniş için insanların kendilerini ve birbirlerini öldürdüğü. Mendelssohn’un sıkça bahsettiği acı ve umudun bin bir tezahürünün olduğu.
Sahnedeki karakter, dinleyici ile gündelik deneyimlerin duygusal tonunu paylaşırken, iklim değişiklikleri üzerine kesin tespitlerde bulunurkenki ciddileşen üslubunu kırıyor. Bu geçiş alanlarını geçişken kılmak adına performansçının icrasını başarılı bulsam da metnin kurgusunun kesintili kaldığını düşünüyorum. Bunun da metnin dramaturjisini bulandırdığı kanaatindeyim. “İçsel ve dışsal felaketleri” üzerine olan bu soloda, iklim felaketlerini dile getirmek önemli ancak bu metni, yazılı bir makale metninden farklı kılan ya da bir panelde okunan metinden farklı kılan nedir? Sanatçı metinleri, internette yaptığı araştırmadan elde ettiklerinin bir kolajı olarak sunuyor. Bu metinleri bilgisayarımda okumamla Garajistanbul’da dinleme arasındaki fark nedir? Bu noktada dramaturjik bir tercih ve üslup yönelimi belirlenmediğini düşünüyorum. Analitik ve sınırları düzenli olan internet metinlerini kendi ortamından çıkarıp, kişisel anlatının sınırları düzensiz ve esnek tarafıyla sunarken ve yeni bir metin ortaya çıkarırken, tam da bu geçiş alanının belirsiz kaldığını düşünüyorum. Bu geçişe özel bir vurgu verilmesi gerektiğini de savunmuyorum ancak tüm bu anlatılanları bir saat boyunca neden anlattığına dair ciddi soru işaretlerim oldu.
Performanstaki en ilgi çekici kısmın, karakterin evrim dansını yaptığı kısım olduğu kanısındayım. Hamile bir kadının evrim üzerine yaptığı dans, milyonlarca dokunun ötesindeki fetusun dansın her adımına nasıl ayak uydurduğuna dair oluşan imajlar ile evrimin çoğulluğu arasında kurdurttuğu ilişki açısından ilgi çekiciydi.
****
Akademisyenlerin, uzmanların daha yaratıcı olmasına ihtiyaç duyuyorum.
Sanatçıların politik konulara duyarlı ve bu konulara dair entelektüel bir çaba geliştirmesine de.