Yağmurun Durmasını Beklemeyin!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Burcu Karakaya

Hani tiyatro için hep insanı insana anlatma sanatı, yaşamın ta kendisi denir ya, bu doğru ama bana göre tiyatro, en çok unuttuklarımızı hatırlatan bir sanat. Çünkü hiçbirimiz o koltuklara sahnede seyredeceklerimizin bizi ne zaman, nerden yakalayacağını bilmeden gidip oturuyoruz. Sonrası muamma…

Önce ışıklar sönüyor, sonra perde açılıyor. O perdenin ardında sahneden yansıyanlar, kimi zaman bizi uyuklatıyor, bitse de gitsem diyoruz, azap oluyor. Kimi zaman da bitmesin, şimdi ne olacak deyip daha da bir gömüyor koltuklarımıza. Oyun bittiğinde bazen gözlerimizde hüznün iki damlası, bazen de yanaklarımızda neşenin tebessümü kalıyor.

İşte bir iki hafta önce seyretmiş olduğum İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun yeni sezon oyunlarından “Yağmur Durduğunda” oyununu seyrederken oyundaki bir replik beni tam da başta bahsettiğim gibi özlediğim, hatırladıkça da daha çok özlediğim birine ve bir arada olduğumuz zamanlarımıza götürdü.

Oyun, annesinden yıllarca babasının onları neden terk ettiğini öğrenemeyen, sonunda bu terk edişi tek başına çözmek için yola çıkan bir erkek çocuğunun hikayesiyle başlıyor, sonra bu hikayeler birbirine bağlı olaylarla ve zaman dilimleriyle sahnede yavaş yavaş canlanıyor. İlk perdede ipuçları verilen hikayelerin sürprizlerle dolu devamı ikinci perdede. Oyunda yer alan genç oyuncular, en az ustalar kadar iyi. Kimse kimsenin önüne geçmiyor. Tabi burada yazmadan geçemeyeceğim bir oyuncu var ki o da Rüçhan Çalışkur. Kendisini her ne kadar geçen sezon Onca Yoksulluk Varken oyununda seyretmiş olsam da benim sahnede seyretmeyi sevdiğim Rüçhan Çalışkur, ona yıllar önce ilk vurulduğum yine İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunlarından biri olan ve benim dört kez seyrettiğim Leenane’nin Güzellik Kraliçesi tarzındaki oyunlar. Ve yine bir ismi daha yazmadan geçmemem gerekiyor. Oyunun aynı zamanda çevirisini de yapan 1985 doğumlu bir oyuncu Ezgi Yentürk. Öyle iç yakan, öyle sizi içine alan bir ses tonu var ki, oyunculuğundan etkilenmemek imkansız.

Oyundaki hikayeler her ne kadar baba ve oğul ilişkileri üzerinden gitse de oyunda ebeveyn, çocuk, aile kavramları üzerine çok güzel anlatımlar ve göndermeler var. Kabul etmeliyiz ki zaman zaman anne ve babalarımıza tahammül edemiyoruz, ama aynı şeyler onlar içinde söz konusu değil mi? Oyunu seyrederken bu anlara hem çocukların, hem anne ve babaların tarafından da şahit oluyorsunuz.

Söz konusu repliğe gelince; Bu replik oyundaki karakterlerden birinin feryat şeklindeki“CANIM BABAM” repliğiydi. Bu feryadı duyunca uzun süredir “baba” kelimesini kullanmadığımı anımsadım. Kullanmıyordum çünkü beş yıldır bu sözü söyleyebileceğim kişi yani “CANIM BABAM” maalesef hayatta değil. Meğer ne çok özlemişim “BABA” demeyi. Sadece demeyi değil elbette, o akşam sahnedeki her şey bana O’nu ne kadar özlediğimi hatırlattı aslında. Belki en çok traş olduktan sonra yanağını uzatarak benim “işte şimdi daha yakışıklı oldun” diyerek yanağından öpmemi beklemesini özledim, belki de benim için yılbaşı akşamında kalabalığa, yağmura aldırmadan sırf ben istiyorum diye İstiklal’e fotoğraf çekmeye götürmesini.

Özledim işte…

Hayatta her şey bir anlık. Ertelenecek kadar ya da söylemeyi susacak kadar uzun değil hiçbir şey. Bir gün geliyor ve o kişi hayatınızda olmuyor. Özlüyorsunuz deli gibi…

Yaşadığımız hayat bize hep aynı şeyi fısıldıyor, erteleme,vazgeçme ve hep umut et. Bende diyorum ki; Sevdiklerinizle bir arada olmak için o son anı yani yağmurun durmasını, güneşin açmasını beklemeyin.

Böyle bir an yok, hiçbir zamanda olmayacak. Çünkü yağmur hepyağacak, ama önemli olan özleyeceğiniz o son ana kadar, o yağmurun altında kiminle ya da kimlerle birlikte ıslandığınız.

Sevgi taneleriyle sırılsıklam olmanız dileğiyle.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Burcu Karakaya

1 Yorum

Yanıtla