Berna Kurt
iDANS06 tüm hızıyla devam ediyor. Tezimi nihayet teslim ettiğim ve savunma tarihinin netleşmesini beklediğim şu dönemde, festival benim için yeniden “sokağa çıkmak”, festivali seyir anıyla kısıtlamadan zamana yaymak, bu amaçla da okuma, izleme ve yazma mesaimi arttırmak demek. Tabii ki aynı zamanda da tez çerçevesi dışında kalan, tamamen zevk için kaleme aldığım dans yazılarıma geri dönmek…
Seyredilen bazı işler yazılara ilham kaynağı olabiliyor; zaten festivalin genel çerçevesi de tüketici-seyirciliğin bir adım ötesine geçmeye imkan veriyor. Her sene güncellenen atölyeler ya da “kapasite geliştirme” programları sayesinde, seyir zevki entelektüel bir yoğunlaşmaya ve paylaşıma dönüşebiliyor. Salondan çıkarken eş-dostla yapılan ayaküstü sohbetlerin, ilk izlenim paylaşımlarının ötesine geçmek; festival zevkini seyir anlarının ötesine yaymak mümkün olabiliyor:merak edilen sanatçıların video’larına, işleri hakkında eleştiri yazılarına göz atmak, Kritik Çaba katılımcılarının yazılarının yayınlandığı iDansBlog’u[1] takip etmek;bazı gösterilerin neredeyse kitapçığa dönüşen program dergilerini, festival ekibinin sanatçılarla gerçekleştirdiği söyleşileri okumak,gösterimlerin ertesi günü çeşitli kişisel blog’larda gezinmek, farklı görüşleri karşılaştırmak… hepside seyir zevkini arttırmanın ayrı birer vesilesi…
İstanbul’un gösteri mekânı sorunlarıyla bağlantılı olarak, bu sene -Ekim ve Mayıs olmak üzere- iki döneme ayrılan programın Ekim ayağı,daha önceki festivallerden alışık olduğumuz sunum performanslarla başladı.[2] Bu sergileme formuyla, 2007’deki ilk festivalde tanışmış, özellikle de Xavier le Roy’un“Product of Circumstances”ından çok etkilenmiştim.[3] Festivalin önemli bir özelliğinin de bu olduğunu düşünüyorum: başka ülkelerdeki dans festivallerini izleme imkanı bulamayan dans meraklılarını “çağdaş dansın çok çeşitli ifadeleri”yle,“tiyatro ve disiplinler ötesi performans sanatlarının uluslararası alandaki yenilikçi örnekleri”yle tanıştırmak…
Örneğin sunum performanslardan sonraki günlerde sergilenen “Radyo Müezzin”, Kahire’den dört müezzinin –ya da “maneviyat emekçisi”nin- deneyimlerini paylaştığı bir belgesel tiyatro örneğiydi. Mübarek döneminde planlanan merkezi ezan uygulamasının getirdiği tektipleşmeden yola çıkarak “kurgulanan” gösteri, müezzinlerin kendi-performanslarıyla sahneye taşındı. Müezzinlerin gündelik yaşam ve pratikleri, görüş farklılıkları, hatta bu projeye dahil olma süreçlerinin “gerçekçi” bir biçimde aktarıldığı çalışmada öne çıkan, icracıların oluşturduğu samimiyet duygusuydu. Program dergisindeki söyleşide, yönetmen Stefan Kaegi’nin ifade ettiği şekliyle, “Batı Avrupalıları Kahire’deki dindar insanların gündelik hayatlarını daha iyi anlamaya yönelten”, “günlerin büyük bölümünü bir camiide geçiren ama terörist olmayan insanlarla tanıştıran” gösterinin, ağırlıklı olarak laik bir tedrisattan geçerek yetişen İstanbullu izleyicide nasıl bir karşılık bulduğunu merak ettim.[4] Kişisel olarak da, dramaturji çalışmasını çok başarılı bulduğum gösterinin, başlangıç sahnesi gibi etkili anlara bir, iki kez daha tanık olma ihtiyacı duydum; video ve ışığın, hatta sahne üzerinde farklı hızlarla dönen dekorların yarattığı etkinin daha da güçlenmesini bekledim.
Şimdiye kadar izlediğim çalışmalar arasında, “dans” seyircisiyle daha çok buluşan ve belli bir tartışma yaratmaya muktedir görülen Aakash Odedra’nın“Rising”adlı gösterisine dönük yorumları daha da merak ettiğimi söylemem gerekiyor.Öncelikle, geleneksel dans pratiği içinden çağdaş yorumlar geliştirmeye çalışan biri olarak, bu gösteriyi merakla bekliyordum ve birçok arkadaşıma da tavsiye etmiştim.Gösteriden sonra, “geleneksel ama çağdaş” taraftaki arkadaşlarımın ve başka birçok kişinin takdirlerine tanık oldum. Daha sonra, takipçisi olduğum Günlerin Köpüğü adlı blogda “bu performansın iDANS’ta işi ne?” sorusunun sorulduğunu fark ettim.[5] Aynı blog’da, “iDANS’a özgü o fikir parlamalarının, bir felsefi arayışın, yaklaşımın”bu gösteride bulunmadığı ifade ediliyordu. Ve bence en güzeli, aynı gösteriye yönelik farklı bir yaklaşım sunduğu vurgulanarak, (Danzon adlı) bir başka bloğa referans yapılıyordu.Yani bir dans gösterisine yönelik çeşitli görüşler yazıya geçirilmekle kalmıyor; takip ediliyor ve paylaşılıyordu da…
Benim de takip ettiğim “Danzon”da ise, “altı yıllık iDANS’ın kuram ağırlıklı, kavramsal işlerin, özel olarak estetize edilmemiş performansların festivali olduğu” vurgulanıyordu[6]: “çoğu idans etkinliğinde huşu içinde değil, her an diken üstündeymiş gibi hissetmişimdir kendimi; idans etkinlikleri seyirciden her an düşünmeyi, uyanık olmayı talep eder; bir idans performansına keyif içinde dalıp gidemezsiniz; her an “farkıda”sınızdır.
Rising’le birlikte iDANS’ta bir devrim yaşandığını belirten yazar, programdaki dört koreografiyi ayrı ayrı değerlendiriyor ve “Rising”in şimdiden iDANS06’nın unutulmaz gösterileri arasına girdiğini ifade ediyordu.
Açıkçası Rising’i ben de koltuğuma gömülerek, huşu içinde seyrettim… Özellikle iki koreografideki ışık oyunları beni “cezbetti”. Ben de “bu festivalde olması ilginç” dedim içimden; fakat gösterinin festivale dahil edilmesinden çok, “geleneksel” ile “çağdaş” buluşmasının niteliğine takıldım. Ve elimde olmadan Odedra’nınbu gösteri için birlikte çalışma yürüttüğü üç koreograftan biri olan Akram Khan’ın“Gnosis” gösterisiyle karşılaştırmalar yaparken buldum kendimi.[7]Odedra’nın kendi koreografisi ile Akram Khan, Russell Maliphant ve Sidi Larbi Cherkaoui koreografilerini art arda sunduğu bu program, kişisel yolculuğuna -kendi beden dilini arayan yetenekli bir dansçının yolculuğuna- tanıklık etmemizi sağlıyordu. Ancak Odedra’nın, Kathak ve Bharatanatyam ile çağdaş “teknik”leri (ya da “gelenek”leri?) bedeninde eş zamanlı olarak buluşturabildiğinden çok da emin değilim; kendi koreografisinin diğerlerinin yanında fazlasıyla ayrıksı kaldığını düşündüm. Yine de, özgün bir hareket dili oluşturma yolunda attığı sağlam adımlara tanık olmaktan “keyif aldım”. Programı incelerken, çağdaş dans festivallerinde “bir tat, bir doku, egzotik bir unsur” olarak sunulan “Doğulu” dansçı gösterilerinden biri olmasından endişe etmiştim; öyle olmadığına tanık olmaktan dolayı ayrıca sevindim.
[1] http://idansblog.org.
[2] Funda Özokçu’nun bu açılış gösterileriyle ilgili yazısı: http://idansblog.org/2012/10/01/idans-06yi-acan-anna-mendelssohn-ve-geumhyung-jeong-vesilesiyle-sunum-performansa-bakis-2/
[3] Beş sene önceki -Le Roy’un bahsi geçen işinin de sunulduğu – ilk festival ve kaleme aldığım ilk izlenimlerim: http://dansyazilari.blogspot.com/2010/04/idans-otobiyografik-iki-gosteri.html. Zamanla festivalin takipçisi olup,“Kritik Çaba”yada katıldıktan sonra, bu yazıda ifade ettiğim beklentilerinbir kısmının zamanla değiştiğini ya da farklı ifade edilecek şekilde dönüştüğünürahatlıkla söyleyebilirim.
[4] Günlerin Köpüğü adlı blog, çeşitli ipuçları sunuyor: http://gunlerinkopugu.com/2012/10/05/gorme-becerisi/
[5] http://gunlerinkopugu.com/2012/10/08/rising-ve-araf-ustune/
[6] http://danzon2008.blogspot.com/2012/10/aakash-odedra-rising.html
[7]İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı-Dans Platform İstanbul programı çerçevesinde seyrettiğim gösteriye dair notlarım: http://dansyazilari.blogspot.com/2010/04/akram-khan-ve-gnosis1-geleneksel.html