Mimesis Çeviri / Mohammad Al Attar, Suriyeli genç bir oyun yazarı olarak günümüzde oldukça beğeni topluyor; çalışmalarında sosyal ilişkileri, bireyin kendi içinde barındırdığı çelişkilerini ve günlük yaşamı ele alıyor.
The Economist. 10 Haziran 2012, Çeviri: Dilşad Sağlam
Yazarın hayatı çeşitli şehirlerde geçmiş; Şam’da doğup eğitimine de bu şehirde başlayan yazar, Londra’da eğitimine devam etmiş. Şu an ise Beyrut’ta yaşıyor.Withdrawal [Geri Çekilme] isimli ilk oyununu 2007 yılında, mezuniyetinden hemen sonra yazmıştır. Bu eser, ailelerinden ayrılarak birlikte yaşamaya karar veren bir çiftin öyküsünü konu alır, yazıldığı tarihten bu yana da Amerika, Avrupa ve Orta Doğu gibi geniş alanlara yayılarak adapte edilmiş ve sahnelenmiştir.
Son zamanlarda kendi ülkesinde yaşanan toplumsal karışıklıklar yazarın dikkatini çekmiştir. Yazarın Online [Çevrimiçi] adlı oyunu da bu bağlamda internette sohbet eden üç arkadaşın kimi zaman samimi kimi zaman da oldukça politik bir düzlemde sürdürdüğü tartışmaları ele alır. Yazarın en yeni oyunu, Could You Please Look Into The Camera? [Lütfen Kameraya Bakabilir Misiniz?], Suriye’de gerçekleşen isyan sırasında gözaltına alınan Suriye vatandaşlarıyla yapılan görüşmeler esas alınarak yazılmıştır. Yeni ortaya çıkan bir yetenek olan Omar Abu Saad’ın yönetmenliğini yaptığı bu oyun Glasglow ve Seul şehirlerinde sahnelendikten sonra Beyrut’a gelmiştir.
Yeni oyununuzun ismi Could You Please Look Into The Camera? ne anlama geliyor?
Elimde bu oyuna dair iki taslak vardı. Biri, serbest bırakıldıktan sonra röportaj yaptığım beş kişinin tecrübelerine harfi harfine uygun bir anlatımdı. Taslağın son halinde ise metni baştan yazdım ve toplumun zengin sınıfında yer alan, Noura isimli 30 yaşlarında amatör bir film yapımcısının Suriye’de yaşanan gözaltı tecrübelerini konu edinen bir film yapmaya çalıştığı bir hikaye kurguladım.
Oyun bu ismi, Noura’nın tutuklularla çektiği bir sahneden alıyor. Film yapımcısı daimi olarak şu talimatı yineliyor: “Lütfen kameraya bakabilir misiniz?”. Daha önceden tutuklular bana tecrübelerinden ve anılarından bahsederken kendi içlerine dönüyorlar ve korkularıyla yüzleşerek nelerden bahsedip neler hakkında suskun kalmaları gerektiğine karar vermeye çalışıyorlardı. Anlatılanları öykülemek ve tekrar anlatıma dökmek çok zor bir iş ve bu zorluk kameraya bakarken de aynı ölçüde karşınıza çıkıyor.
Noura’nın oyundaki rolü nedir?
Oyunun şimdiki hali tutuklulardan çok Noura’nın kendi serüvenini konu alıyor. Seyirci Noura’nın kendi içinde barındırdığı çelişkilere, korkulara, mesleğinin anlamına ve getirdiği sınırlamalara ilişkin sorgulamalarına tanıklık ediyor. Bu, şu an Suriye’de yaşayan ve Noura ile aynı durumda olan birçok kişinin yaşadığı bir ikilem aslında. İnsanlar kendilerini özgürleştirmeye çalışıyor – daha önceden ertelediğimiz soruları yeniden keşfetmek ve politik konumlarımızı daha iyi incelemek zorundayız. Politik bakış açılarımızın arkasında aslında birçok kişisel neden yatıyor. Bu oyun söz konusu soruları cevaplandırmadan seyirciye sunuyor; bu ise Suriye’nin günümüzde içinde bulunduğu durumun geleceğe dair tüm belirsizlikleri, endişeleri ve gerilimleriyle birlikte samimi bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Suriye’de gerçekleşen olaylarla ilgili yazmaya ne zaman karar verdiniz?
İsyan ilk başladığında ben yazmaktan oldukça uzak bir noktadaydım, çünkü yazmak bana son derece lüks bir eylem gibi gözüküyordu. Caddelerdeki eylemlere ve etkinliklere fiilen katılma konusunda takıntılıydım. Bu nedenle yazmanın, halka bu mücadelesinde fiilen katılımımın sona ereceği yönünde yanlış bir sinyal olabileceği endişesine kapıldım. Daha sonra ise, Hüsnü Mübarek’in Mısır’daki düşüşünden sonra Ahdaf Soueif’in yazdığı bir makaleyi esas alan, Look at the Street. This is What Hope Looks Like [Caddeye Bak. Orada Umudun Neye Benzediğini Göreceksin] isimli bir oyunu kaleme almak için görevlendirildim. Bu tecrübe sayesinde yazmanın bir tür korkaklıktan ziyade, topluma sağlayabileceğim bir katkı olabileceğini keşfettim. Hepimizin farklı bir aracı vardır, benim aracım ise kalemim. Bu süreçte toplamda üç oyun yazdım, bu ise benim için fazlasıyla büyük bir sonuç oldu.
Kimlerden esinleniyorsunuz?
Çehov gibi klasik oyun yazarlarından – okuduğum ilk oyunlar Çehov’a aittir – İbsen ve Brecht’e kadar birçok yazardan esinleniyorum. Hiç yazmaya kalkışmamış olmama rağmen Ionesco’nun eserlerinin teşkil ettiği örnekler gibi absürd tiyatroyu çok seviyorum. Arthur Miller gibi realizmini son derece takdir ettiğim Amerikan yazarları da okuyorum. İngiliz Sarah Kane ve Caryl Churchill, Fransız Michel Vinaver gibi birçok modern oyun yazarlarına hayranlık duyuyorum.
Bazen kendimi Suriyeli bir yazardan çok İspanyol veya İranlı yazarlara daha yakın hissediyorum. Suriye’de de tiyatro okulları var tabii, ancak bölgede Suriye’ye ait özel bir tiyatro geleneği yok. Suriye’de doğup tüm yaşamımı burada geçirdiğim için çalışmalarım elbette Suriyeli olmamdan fazlasıyla etkileniyor, ancak oyunlarım genelde evrensel temaları inceliyor.
Suriye’de ortaya çıkan isyandan önce, çalışmalarınızda siyasi sistemi eleştirme veya sınırları zorlama gibi kaygılar taşır mıydınız?
Bana göre tiyatro kendi doğası gereği politik bir alan. Fakat çalışmalarımda çok bariz ve dolaysız beyan veya propagandalara yer vermiyorum. Ayaklanmadan önceki eserlerimde, konu edindiğim öykülerde ve kullandığım biçimlerde sınırları zorlamaya çalıştım. İlk tamamlanmış eserim olan Withdrawal adlı oyunumdan itibaren tüm çalışmalarımda, eserlerde çoğunlukla kullanılan fusha [resmi Arapça]yerine Arapçanın günlük konuşma ağzını kullandım. Bu yöntemin daha iyi ya da daha kötü olduğunu savunmuyorum, ancak Arap diliyle yazan yazarlar için en önemli engellerden biri de bir dilde düşünüp başka bir dilde yazma ikilemidir.
Orta Doğu ve Arap dünyasından çıkan eserler genelde sanatsal yönden eksik oldukları için eleştiriliyor, bunun haklı bir eleştiri olduğunu düşünüyor musunuz?
Mısır, Suriye, Irak, Fas, Tunus ve Lübnan’da birtakım çok yetenekli sanatçılarımız var, ancak sanat alanı hâlâ çok güçlü değil. Bölgede süregelen totaliter rejimin bir sonucu olarak okuma kültürü gelişmemiş. Bu rejimlerin direkt olarak sanatı hedef aldığını söylemiyorum, ancak sağlıklı ve güçlü bir kültürün yokluğu kuşkusuz diğer her şeyi de olumsuz yönde etkileyecektir. Örneğin, Sa’adallah Wannous isimli çok yetenekli bir Suriyeli oyun yazarı vardır, ancak Suriye’de sahnelenen oyunlarının sayısı bir elin parmağını geçmeyecek kadar azdır. Maalesef, genç tutuklularla yaptığım çalışma ve bir de sokak gösterisinin dışında henüz Suriye’de hiçbir oyunumu sergilemedim. Burada oyun sergilemek uzun, karmaşık ve ekonomik destek gerektiren kolektif bir süreçtir ki bu da çetin bir mücadeleden farklı değildir. Sanat ise ancak özgürlükle hayatta kalabilir.
Şunu vurgulamak isterim ki bu eleştirilerin yeteneksizlikle bir ilgisi yoktur. Bölgede birçok yetenekli sanatçımız var. Suriye ve diğer ülkelerdeki ayaklanmalar sırasında birçok sanat eseri gördük, bu ise düşünme potansiyelinin ve mevcut olan kapasitenin hâlâ korunduğunu gösteren, umut verici bir gelişmedir. Daha birçok genç yeteneğin sanatçı olarak yetişeceğine dair umudumu koruyorum. Yakın gelecekte ülkemizde daha iyi koşullar oluştuğunda sanat dâhil birçok alanda büyük gelişmeler yaşanacaktır.