Dikmen Gürün
17-30 Eylül tarihleri arasında yapılan Ruhr Trienali’nin beni etkileyen yanı, ne Robert Le Page’ın yine bir teknik harikası olan son yapıtı “İskambil Kâğıtları 1: Pik” (Playing Cards 1: Spades) ne de Carl Orff’un “Prometheus” opera tiyatrosu oldu, kiAeschylus’un bu güçlü eseri, Samoalı yönetmen Lemi Ponifasio’nun -kelimenin tam anlamıyla- “görkemli” yorumuyla bambaşka bir boyut kazanmıştı.
Fransız koreograf Mathilde Monnier’nin “İkiz Paradoks”u (Twin Paradox) da 1920’ler Amerika’sındaki dans maratonlarını irdeleyen dikkat çekici bir çalışmaydı. Bu arada Monnier, 1999’da “O Yerlerden” ile 11. Tiyatro Festivali’nin de konuğu olmuştu.
Evet, Ruhr Trienali’nin beni büyüleyen, kıskandıran ve de düşündüren yanlarından biri: Aile, çocuk, gençlik, kültür ve spordan sorumlu Kuzey Ren-Westfelya Bakanlığı’nın konserleriyle, sergileriyle, tiyatro gösterileriyle bir bütün oluşturan bu etkinliğe ayırdığı hatırı sayılır bütçesiydi. Festivali Ruhr bölgesi için önemli bir marka olarak gören hükümet, elbette ki sanatı desteklemenin, sanatın özgürlük alanlarına karışmamanın bir zorunluluk olduğunun da bilincinde…
Ve mekânlar… Ruhr bölgesine yayılmış olan bir zamanların muazzam maden ocakları, santrallar, şimdi tiyatrolara, konserlere, sergilere ev sahipliği yapıyor. Hepsi de kültür ve sanat soluyan endüstriyel alanlar…
‘Tiyatro, bir izlenimler dürbünüdür’
Ruhr Trienali’nin 2012, 2013 ve 2014 yılları için sanat yönetmeni Heiner Goebbels. Festival izleyicisi, Goebbels’i 8. İstanbul Tiyatro Festivali’nde Rumeli Hisarı’nda yorumladığı “Prometheus’un Özgürlüğü” ve de 13. Tiyatro Festivali’nde AKM’de izlediğimiz “Hashirigaki”den hatırlayacaktır. Sonrasında her iki mekân da hayatımızdan çıktı, çıkartıldı. 2008’de çok uğraştığımız ama o esere uygun mekân bulamadığımız için üzülerek geri çevirdiğimiz “Strifters Dinge” ise sadece bizim için değil sanatçı için de bir düş kırıklığıydı. Goebbels: “Tiyatroyu bir deneyim olarak değerlendiriyorum” diyor. “Tiyatro benim için bir kaleydoskoptur. Bir izlenimler dürbünüdür. Hareketler, sesler, sözcükler, bedenler, boşluklar, ışık ve renklerden oluşan bir dürbün… Bu deneyim, giderek öyle alanlara açılacaktır ki biz, belki de gelişmeleri anlatacak, paylaşacak sözcükler bulamayacağız. Ayrıca, bu şart da değil. Sahnede her an her olanı anlamak zorunda değiliz; yeter ki bize uzak ya da yabancı bir dili veya müziği dinlemeye, alışılmış kategorileri altüst eden imgelerin içinde dolaşmaya hazır olalım.”
Mekânlar
Bir dönemin endüstriyel, bugünün sanatsal mekanlarıyla ilgili olarak da bir saptamada bulunuyor Goebbels ve böylesi mekânların sahnenin, perdenin ya da kara kutunun büyüsünü bozarak tiyatronun gerçekliğini tüm çıplaklıklarıyla ortaya koyduğunu vurguluyor. Sanatçıya hak vermemek olanaksız ama, öte yandan da, örneğin, Duisburg’da Kraftzentrale adlı bir uzamda (mekân diyemiyorum) zengin bir koroyla, inanılmaz video ve ışık ve ses gösterileriyle, muazzam bir orkestrayla, Almanya’nın en iyileri arasında yer aldıkları söylenen tenor ve sopranolarla, Samoalı oyuncularla “Prometheus”u izlerken sanki mekânın gerçekliği tiyatronun o büyülü dünyasının içinde eriyiveriyor.
1902’de August Thyssen tarafından kurulmuş olan gaz santralı Kraftzentrale’nin boyutları inanılmaz! Sadece oyun alanının 170 metre derinlikte olduğunu söylemem yeterli… Mekânın sanatsal olaylar için korunmaya alındığı yıl ise 1997.
Ruhr Trienali’nin ana mekânı olan Bocum’daki Jahrunhunderthalle’nin geçmişi 1903 yılına kadar gidiyor. 9000 metrekarelik bu çelik konstrüksiyon bir gaz santralı olarak 60 yıla yakın çalışıyor ve de 2003’te, kuruluşundan 100 yıl sonra, Ruhr Trienali’nin kurucusu ve ilk sanat yönetmeni Gerard Mortier döneminde yeni konumuna kavuşuyor. Ne güzel, ne doğru, ne çağdaş bir yaklaşım sanata, sanatçıya…
Essen’de bulunan Zollverein ise bugün UNESCO’nun dünya mirası ilan ettiği mekânlardan biri. 2010’da İstanbul ve Ruhr Avrupa kültür başkentlerinin Atina ile birlikte ortak geliştirdikleri “Promethiade” projesi kapsamında Studio Oyuncuları Şahika Tekand’ın yazdığı ve yorumladığı “Anti-Prometheus-On Adımda Unutmak”ı Zollverein’da oynamışlardı. Trienal’de Robert Le Page’ın oyununu da aynı mekânda izledik. Irak savaşı üstüne yapılan ve bence (her ne kadar olumlu eleştiriler aldıysa da) genel resme biraz Kanadalı takılan (tekniği inanılmaz) bu oyunu, umuyorum ki bir başka yazıda değerlendireceğim.
Cumhuriyet