Mimesis Haber / Altıdan Sonra Tiyatro ve Kumbaracı 50 sahnesi her sene yaratıcı, yeni ve farklı konseptlerle karşımıza çıkıyor. Grup, bu sene de ilginç bir prodüksiyonun altına imzasını atmış: “Yokuş Aşağı Emanetler”
Aslında gösteriyi ilginç kılan en önemli özellik, iki grubun ortak yapımı bir prodüksiyon olması. Almanya’dan Lokstoff! Tiyatro Topluluğu’nun yönetmeni ve bir konuk oyuncusuyla Altıdan Sonra Tiyatro’nun birlikte gerçekleştirdiği bir proje. Gösteri, Türkiye seyircisi için bir ilk olma özelliği taşıyor, çünkü oyun da, seyirci de tek bir mekanda değil. Yani oyun kapalı mekanı kırıyor, o sınırları aşıp mekanın dışına taşıyor ve sizi İstiklal Caddesi gibi “neyle karşılaşacağınızı bilemediğiniz” bir ortamda ilginç bir yolculuğa çıkarıyor.
Öncelikle biz seyircilerden İstiklal Caddesi’nin belirlenen bir mekanında toplanmamız isteniyor. İzleyiciler olarak kimlik kartlarımızı vererek karşılığında bir anahtar ve kulaklık alıyoruz. O esnada yanımızdan geçen bazı oyuncuları fark ediyoruz, fakat ne olduğunu anlayamıyoruz. Kulaklıkları neden dağıttıklarını düşünürken birden kulaklıktan gelen bir sesle irkiliyoruz. Bir kadın konuşuyor ve yemeklerin hikayelerinden bahsediyor. Herkes sesin nereden geldiğine bakmaya çalışırken, durduğumuz mekanın üstünde, balkonda konuşan oyuncuyu fark ediyoruz ve bize hikayesini anlatıyor. Sadece anlatmakla kalmıyor, zaman zaman seyirciye balkondan sorular soruyor ve oyun başlıyor…
İstiklal Caddesi boyunca ilerleyip Kumbaracı 50’ye varana kadar birkaç farklı karakterle karşılaşıyoruz ve hepsinin kısa kısa hikayesini dinliyoruz. Üstelik bu hikayeler birbirinden bağımsız değil ve çok güncel bir konuda kesişiyor: “kentsel dönüşüm”.
Biz “izleyiciler” ise kendimizi yurt dışından gelmiş turist kafilesi gibi hissediyoruz, rehber eşliğinde geziyoruz. “İzleyiciler” kelimesi yerinde bir ifade, çünkü “eyleyici ve aktif” olabilecek bir kitleden ziyade İstiklal Caddesi’nden “öylece geçip giden” izleyiciler rolü bize düşüyor bu oyunda. Nasıl ki her hafta farkında olmadan yanından geçip gittiğimiz insanlara karşı bir sorumluluk hissetmiyor, onların hikayelerine teğet bile geçmiyorsak, bu oyun bizleri İstiklal Caddesi’nde “yürümeye” değil “durup bakmaya” teşvik ediyor.
Projede oyuncuların işi kapalı sahne kadar basit değil. Bir yandan hikaye anlatırken bir yandan da izleyiciyle iletişim kurabilecek bir doğaçlama yeteneğine sahip olmaları gerekiyor. Hatta biraz daha ileri gidiliyor ve oyuncular “tekinsiz” bir deplasmana çıkıyor. Sadece seyirciyle birlikte değiller, sahneden geçen diğer oyuncularla yani İstiklal Caddesi “yürüyenleri” ile de iletişim kuruyorlar. Hal böyle olunca renkli görüntülerle de karşılaşıyorsunuz.
Bu gösteri tarzı Türkiye için bir ilk olsa da grubun birlikte çalıştığı Lokstoff tiyatro topluluğu Almanya’da bu tiyatro anlayışını 10 yıldır uyguluyor. Grubun çıkış noktası da bir hayli ilginç: 10 yıl önce seyircilerin artık tiyatroya ilgilerinin azaldığını gören birkaç tiyatrocu, tiyatroyu mekana hapsetmeyip sokaklara taşımayı amaçlıyor ve aslında böylece imkanlarının ne kadar da geniş olduğunu fark ediyorlar. Bir nevi Agusto Boal’in görünmez tiyatrosunun görünür hali diyebiliriz ve ayrıca Molière’in tiyatro anlayışından da etkilendiklerini de belirtmeden geçmiyorlar. “Dışarısı” onlar için malzemesi bol bir alan fakat “işlevsiz bir dekor” değil.
Yokuş Aşağı Emanetler’i havalar iyiyken izlemenizi tavsiye ederiz, zira oyunu kötü havalarda bulamayacaksınız. Ayrıca “oyundaki hikayelerin “en azından artık” size de kıyısından, köşesinden dokunmasına” izin vereceksiniz.
5, 9 ve 12 Ekim’de İstiklal Caddesi’nde başlayıp Kumbaracı 50’de tamamlanan bu oyunu kaçırmayın. Ayrıntılı bilgi için
Eser Dilsöz / MİMESİS
E.N: Oyunun kuruluş tarzı Türkiye’de ilk derken “kalabalık” bir seyirci grubuyla dış mekan gezilerek yapılan bir oyun tarzından bahsedilmektedir. Daha önce İstanbul’da dış mekanda gezilerek yapılan “tek seyircili” gösteriler olmuştur.
1 Yorum
Ben bir tiyatro seyircisiyim. Mümkün oldukça, Şehir, Devlet, Belediye Tiyatrolarının oyunları kadar alternatif mekanların oyunlarını da seyrediyorum. Yazınızdan anladığım üzere siz de o mekanları yakından takip ediyorsunuz. Özellikle 2009 yılından itibaren sayıları artan o mekanlar, tiyatroya ayrı bir soluk getirdiler.
Yazınızı okuyunca, oyun hakkında biraz daha fikrim oldu. Ben de bir terslik olmazsa 5 Ekim’de oyuna dahil olacağım. Dahil olacağım diyorum zira seyirci kalınmıyor, oyunun bir parçası olunuyor. Şimdi “seyretmeden nasıl bu fikire kapıldınız diyebilirsiniz?” Şöyle ki yazdığınız gibi Türkiye’de ilk defa uygulanan bir konsept değil bu. Tiyatro Artı’nın yanılmıyorsam 2008 (2009 da olabilir) de Galata’da oynadığı “Takip” oyunun bir değişik versiyonu. Galata’da başlayan oyunda, seyirciye bir kulaklık takılıyordu ve “Siyah” adı verilen bir karakteri takip ederek sokaklarda yürüyordunuz. Yol boyunca 5-6 durak vardı oyunda. Bazen bir sarhoşu dinliyordunuz, bazen de bir falcıyı. Bazen otel odasındaki bir kadının kısa hikayesine kulak veriyordunuz, bazen de bir harabedeki tinercinin. Onlar hikayelerini anlatırken kulaklıktaki sesler kesiliyor, yürümeye başlayınca tekrar geliyordu. Ve her hikayesini anlatan size bir kese veriyordu. Son durak Karaköy Tünel. Bir jeton da onlardan. Ve yol boyunca takip ettiginiz “Siyah” karakterinin size vereceği son bir şey daha var. Bu sezon oynarlarsa, siz de dahil olursanız o da sürpriz olsun. Diyeceğim, Kumbaracı50 projesi ilk kez denenmedi. Aralarindaki tek fark bu oyunda anladığım toplu şekilde yürünülüyor, Tiyatro Artı’nın oyunun da ise her 15 dakikada, başka bir Siyah’ın peşinden tek başınıza yuruyorsunuz. Mimesis benim için önemli bir portal ve bilgi kaynağı. Yazınız için düzeltme yapmak gerekebilir belki. Paylaşmak istedim. Öyle.
Saygılarımla,