Metin Boran
Tiyatro, yaşanmışlıkları, unutturulmaya çalışılan değerleri biriktirir ve bir ‘yaşantı parçası’ olarak uygarlığın ve insanlığın kullanımına yeniden sunar.
Tiyatro hayata, insana ve tabiata ilişkin bütün devinimleri anlatır, gösterir ve anlamlandırmaya çalışır.
Tiyatro doğru düşünmenin yolunu açar, soru sordurur, eleştiriye yöneltir, tedirgin eder, kaygılandırır.
Tiyatro tüm otoriter yapıların yönetim tarzını, gizli kalmış, dokunulması yasaklanmış ve tabu kabul edilmiş, geleneksel değerlerini tartışmaya açar.
Tiyatro bu baskı rejiminin sürekliliği adına oluşturulan faşizan dili ve retoriği reddederek, kendi özgürlük alanının sınırlarını genişletme adına özgür eylemlerde bulunur.
Bu eylemi gerçekleştirirken tiyatro, baskıcı kurumsal yapının aparatları haline gelmiş şahsiyetleri rencide eder.
Gerici ve geleneksel ahlak anlayışının egemenlik kurduğu bir ortamda sanatın pratik olarak kendini özgürce sunmasının yolu büyük oranda kapalıdır.
Sanat çünkü yaşamı bütünlüklü olarak aktarma işlevini ancak özgür, korkusuz ve sansürsüz bir ortamda gerçekleştirebilir.
Bu bağlamda iktidarın egemenlik ideolojisine aykırı bulduğu, kendinden saymadığı, kabullenemediği, hazmetmekte zorlandığı tiyatro pratiğini özgürleştirme olasılığı yoktur.
Tiyatro kurumsal çerçevede kendisini sınırlayan, yasaklayan ve yok sayan bütün gerici, konservatif ve yoz ideolojik angajmanlardan kurtardığı oranda kendi varlığını çağa uygun, modern uygarlığın paralelinde özgürce sürdürebilir.
Tiyatronun sahnede oluşturduğu ‘özgür söz’, egemenlerin fincancı katırlarını ürküttüğü için yasaklanır, sansürlenir ya da görevini yerine getirmesi engellenir.
Hüküm süren iktidarın geçerli ahlaki kodlarına uymayan bir sanat pratiği, çeşitli gerekçelerle gözden düşürülür, itibarsızlaştırılır ve toplumsal hayattan tecrit edilir.
Bu, yasaklama ve men etme anlayışının uygulamaları yakın tarihimizde mevcuttur.
Kuruluşundan bu yana resmi bir baskıyla iç içe yaşayan, zımni ve sarih bir tehditle sanat üretimi alanına giren Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları’nın “tiyatroyu kotarma” yükümlülüğünü eksik, kadük ve sınırlı bir görevle gerçekleştireceği açıktır.
Bu kıskaçtan kendini sıyırmak ve ‘Her şeye rağmen tiyatroda ısrar etmek’ için taviz vererek ya da fazla renk vermeden egemenlerden kabul gören yapımları alana dahil etme girişimlerinin uzun vade de sonuçsuz kaldığı ve tiyatroyu gerilettiği görülmüştür.
Egemen ideolojinin icazeti çerçevesinde sunulan bir tiyatro pratiği belli kaygı, çekingenlik ve ürkeklikle kotarılmış olduğundan geleneksel düşünceyi gözeten, değişime kapalı, içi boş, sıradan, bayağı, düzeysiz ve etkisiz sabun köpüğü eğlencesi olabilir ancak.
Bu bağlamda tiyatronun kendi tematik bütünlüğünü, serbest konu seçimini, gösterim niteliğini ve estetik ölçüsünü sınırlayan/belirleyen her türlü otoriter eğilimlerle arasına mesafe koyması ya da bu baskıya direnmesi, sanatın özgür geleceği için zorunludur.
Çünkü tiyatro sınırsız düşünür, gerçeği arar ve yansılar. Bu kılgısal bir eylemdir.
Tiyatro bu kutsal eylemini gerçekleştirme aşamasında aynı zamanda insanla birlikte kendini de dönüştürür ve yeniler.
Bu sebeple son zamanlarda tiyatro kurumlarına yönelik bir ele geçirme operasyonunu gündemine almaktadır siyasal iktidar.
Siyasal iktidarın tiyatro üzerindeki tahakkümü ortadan kaldıran yeni bir yapılanmanın zamanı gelmiştir artık. Her türlü ödenekli kurumsal tiyatroların, siyasal iktidarın idari dayatmasından, ideolojik ve ahlaki telkin ve önerilerinden kendini bağımsızlaştıracak özerk bir modelin oluşturulması için alanın yetkin ve deneyimli isimlerinin ortak girişimiyle ‘yeniden yapılanma’ çalışmaları bir an önce başlamalıdır.