Metin Boran
Türkiye’de iş kazalarının öne geçilemiyor. Gün geçmiyor ki bir iş kazası haberi verilmesin. Hemen her ay maden ocaklarından, fabrikalardan, belediyelerin yer altı ekiplerinden 2, bazen 3 ölüm haberi okuyoruz. Bir dönem Tuzla’da her hafta bir ölümlü ya da ağır yaralı kazalar meydana geliyordu.
Son yıllarda iyiden iyiye artan bu elim kazalara karşı yetkili ve etkili efendiler gerekli hassasiyeti gösterip yeterince önlem almadığı için Türkiye, dünyada iş kazaları sıralamasında ilk sıralarda yer alıyor.
Üstelik bu kazalara her yıl farklı sektörler eklenirken hükümetin bu konuda duyarsızlığı devam ediyor. İşverenler ve ‘yaygın basın’, konuyu geçiştiren açıklamalar ve yüzeysel haberlerle ‘neme lazım’cı tavrını sürdürüyor.
İş kazaları artık dizi piyasasına da sıçradı. Son olarak bir yapım şirketine set işçisi olarak görevlendirilen 6 işçi, 18 saat çalıştıktan sonra gece İzmit’ten dönerken İstanbul çıkışında bir kamyona arkadan çarparak kaza yaptılar. Kazada minibüs içinde bulunan Ertaç Sevim (26), Ömer Pektaş (26) ve Abdullah Pektaş (49) hayatını kaybetti. Araçta bulunan Aytaç Sevim, Ömer Gülçiçek ve Ersoy Kansu ise yaralandı. Bir Gün gazetesinin yazdığına göre kaza yapan işçilerin çalıştıkları film şirketine değil de Ergün Makine adlı bir şirkete kayıtlı oldukları ortaya çıktı.
Eflatun Film Şirketi’nin yapımcılığını üstlendiği “Şubat” adlı dizide set işçiliği yapan işçilerin, dekoru yetiştirmek için yoğun bir çalışma temposuna girdiği bayram tatilinde de çalıştırıldığı öğrenildi.
Daha önce de geçtiğimiz 1 Mayıs günü “Arka Sıradakiler” adlı dizide tatil yapmadan çalıştırılan set işçilerinden asistan Selin Erdem, sette park halindeki minibüsün hareket etmesi sonucu hayatını kaybetmişti. Selin Erdem’in davası hala devam ediyor. Selin Erdem’in yakınları ve arkadaşları soruşturma ve yargılamanın tüm sorumluları kapsaması için her duruşmada basın açıklaması ile olayı ayıplıyor ve kınıyorlar.
Üretimin temel dinamosu olan set emekçilerinin sorunları üretim aşaması ve sonrasında magazin basınının ve başrol oyuncusunun skandalları ile ilk başta perdeleniyor.
Dizilerdeki kadın ya da erkek oyuncunun özel hayatına kadar ilgi gösteren gazete ve televizyonlar, set işçilerinin çalışma koşullarının ilkelliğini haber değerinden saymıyor. Böyle de namuslular.
Bütün bu kepazelik esasında dizi yapımcılarının yer aldığı alanın “piyasa” aşamasından sektörel organizasyona geçmemesinden kaynaklanıyor bana kalırsa.
Piyasanın emek ve alın teri aleyhine işleyen ilkel koşulları, vahşi kapitalizmin en temel kuralı olan para-meta-para ilişkisi üzerinden yürüyor çünkü.
Dizi yapımcılarının profesyonel anlamda sektör gibi çalışmaları iktisaden kendi kazançlarını azaltacak ve yeni mali ve sosyal sorunlar oluşturacak, bunun farkındalar.
En başta iş daha profesyonelleşecek ve daha örgütlü bir yapı oluşacak, çalışanlar örgütlü olarak hak talebinde bulunacaklar. Ulaşım, çalışma saatleri, yemek gibi sorunları tartışmaya açacaklar vs.
Bugün bu dağınık ve yeterince örgütlü dayanışmanın olmadığı mevcut piyasada bunların genel olarak yapılabildiğini söylemek zor.
Ayrıca reklam veren firmalar da bu ilke ve kurallara uyarak yapımcılara bilerek ve isteyerek destek sağlayarak yaşananları görmezden geliyor.
Setlerdeki iş kazaları daha fazla yaygınlaşmadan başta yapımcılar, dizilere reklam veren şirketler olmak üzere emek örgütleri, sendika ve dernekler dayanışma içinde bu kazaları durdurmak için kalıcı önlemleri yeniden gözden geçirerek uygulamaya sokmalıdırlar.
Yoksa bu kazaların önünü almak bir zaman sonra güç olabilir.