Üstün Akmen
Tiyatromuzdan bir çınarın daha bize el sallayarak çekip gurbete gittiği gün: “Nedendir bilmem, Müşfik Kenter, kendisini sahnede izlerken beni: ‘İnsan dediğimiz nedir ki’ diye düşündürtenlerden biriydi” dedim. Gerçekten de, onu sahnede izlerken, her keresinde düşünmüş ve (büründüğü tüm karakterlerde) insanı: “Birbirlerine gevşekçe bağlanmış parçalardan kurgulanmış sistemler” olarak tanımlamıştım. Dolayısıyla ilk gençliğimden bu yana, insan olarak kendimi her kurgulayışımda düşle, düşünceyle, duyguyla, ruhla aynı ölçüde gevşek bağlantılı olayları, sahnede Müşfik Kenter’in “transit istasyonu” işlevi görüşüyle algılamıştım.
Ayırtında Mıyız Acaba
Gerçekten de Müşfik Kenter, bu işlevselliğiyle sanatçı-öznenin vazgeçilmez rolünü gurbete gidene kadar hiç yadsımadan yaşadı ve (Ne yalan söyleyeyim) bana da her daim yaşattı. Sanatçının yeti ve emeğiyle kişi olması, Müşfik Kenter’in tiyatroya baş koymasıyla bende somutlaştı, sanatçılığı yüreğimde her daim dünyalaştı.
Geçen haftanın bu gününe değin, doğrusu belki pek ayırtına varamadık, ama tiyatro sevdalıları olarak Müşfik Kenter’in yokluğunu yaşamlarımız boyunca eksiksiz duyacağımız gerçeği, hiç kuşkum yok, tam bir hafta sonra bugün, içimizde daha bir kalıplaştı.
Sahne Üstündeki Üretici Müşfik Kenter Empatisi
Kendince sistemleştirdiği özdeşleşişe dayalı oyunculuk yöntemi Müşfik Hoca’nın bence en belirgin özelliğiydi. Ablası Yıldız Kenter ile birlikte psikolojik gerçekçi oyunculuk yetisiyle can üflediği karakterle özdeşleşmeyi sanatının temeline oturtmuş; her şeyden önce “gerçeği” temsil etmeyi yeğlemiş enderlerdendi. Onun sahne üstündeki üretici empatisi (özdeşleyimi), rolünü rastlantısal esinlenmeye bırakmadan, ön çalışma sırasında çağrışımlaşan pek çok esinin saptanarak yaratma anında “duygulanımsal anımsama” yoluyla yinelendirilmesi yöntemine dayandırılmıştı.
Duyguların Mantığının Eylem Mantığına Dönüşmesi
Örneğin “Hamlet”te, Hamlet’in duyumlarını yeniden üretmesi, hiç kuşkusuz yaratıcı düşlem gücü ve eksiksiz dış dünya bilgisi ile ilintiliydi. Tasarım ve eylem gücünü harekete geçirmek için düş gücü ve yoğunlaşma temrinlerini geliştirmiş; bu yetisine dayanarak: “Oyunculuk bana hâlâ çok tuhaf gelir, komiğime gider. Çok çalışır ederim, ama çok fazla da ciddiye almam” diyebilmişti. Bu kendini tarifin altında: “Benim için önemli olan olaylar değil, benim ne yapacağımdır. Sahnede, çevremde olup bitenler gerçek olsaydı eğer, benim onlar karşısında ne gibi bir tavır alacağımdır” gerçeği yatmaktaydı. “Arzu Tramvayı”ndaki Stanley’in o kolay unutulmaz yaratıcı düşlem gücünün kaynağı öyle sanıyorum ki buydu. “Mikadonun Çöpleri”ndeki Adam’ın “duyguların mantığı”nı kullanması, mantığın daha sonra “eylem mantığı”na ve giderek “psişik eylem” kavramına dönüşmesi de sanırım onun bu üstünlüğünden kaynaklanmaktaydı.
Müşfik Kenter’in Coşkularıyla Fiziksel Jestleri Arasındaki Kopmaz Bağ
Müşfik Kenter, (Bilen bilir) sahne üstündeki (Sinemayı, televizyon dizilerini falan saymıyorum) her oyununda duygularını nasıl harekete geçirebileceğini ve nasıl kontrol edebileceğini mükemmelen bilen pirlerdendi. Sahiciliğe nasıl ulaşabileceğini keşfetmiş bir fenomendi. Tıpkı “Sahnelerin Efendisi” Yıldız Kenter gibi… Bilinçaltı yaratıcılığını fevkalade bir başarıyla uyarır, yaratıcı ruh durumuna pek kolay ulaşır, esin perisini sahnede ustaca kontrolü altına alırdı. “Ramiz ile Jülide”deki Ramiz’i Refik Erduran Usta’nın da ötesine geçerek en baştan yaratmasındaki giz belki de buydu.
Fiziksel Olanı Kendiliğinden Ortaya Çıkartma
“Salıncakta İki Kişi”nin Avukat Jerry’sine “coşku belleği” kazandırması da bence aynen böyle bir gizdi. Avukat Jerry karakterinin içsel değerlerini yerli yerine oturtmasındaki olağanüstü başarı, hiç kuşkum yok fiziksel olanı kendiliğinden ortaya çıkartma yetisinden kaynaklanmaktaydı. Karaktere kan-can katarken ne duyumsadığını söylemenin, ne yaptığını söylemekten çok daha zor olduğunun ayırtında bir oyuncuydu o. Coşkular ile fiziksel jestler arasında kopmaz bir bağ bulunduğunu (ben izleyemedim, ama) belki de ilk sahneye çıktığı “Oğuz Ata” oyununda keşfetmişti.
Jestleri Fiziksel ya da Sözlü Eylemle Tamamlamak
“İçeridekiler”de Tutuklu’yu keskin bir biçimde fiziksel olarak çizerken, aynı zamanda psikolojik açıdan doğruyu bulan, doğruyu bulmakla yetinmeyip o doğruyu alnından vurandı Müşfik Kenter. Onu sahnede izleme keyfine erişmiş tiyatro tutkunları, ondaki fiziksel ifadenin oyunculuk sürecini güçlendirdiğini ve karakterin fiziksel yaşamını tamamladığını mutlaka gözlemlemiş, örneğin “Van Gogh”da, Van Gogh’un içinde bulunduğu koşullarla ilk kez karşılaşıyormuş gibi hayrete düşerken, esasında karakterin koşullarını önceden bildiğini belli edişine de tanıklık etmişti.
Unutulmayacak Bir Oyuncu
Her hangi bir karakteri ete kemiğe büründürürken, işe nasıl da teatral bir itkiyle başladığına şaşırıp kaldığım, her oyunundan çıkarken içimde pamuklara sararak sakladığım, sürekli ışıldayan bir yıldızdı Müşfik Hoca.
“Üç Kuruşluk Opera”da Sustalı Mack’ın reflektif (yansıtıcı) olarak tepki verişi, “Öfke”de Jimmy Porter’ın kaslarını devindirişi, “Bir Garip Orhan Veli”de o mükemmel üstü ses tınısıyla tepki bekleyen bir fiziksel eylem yaratışı dilerim yaşamım süresince belleğimden hiç silinmesin.
Keza, “Konken Partisi”ndeki İhtiyar Adam’ın içsel durumunu jestleriyle açığa çıkarışı; “Martı”nın Treplev’ine jestlerini fiziksel ya da sözlü eylemle tamamlayarak kışkırtışı gözlerimin önünden hiç gitmesin.
Gurbette alkışın gene bol olsun Müşfik Hoca.
Gurbet ellerde çıkacağın yeni sahnenin ışığı hiç mi hiç sönmesin.
“Ay Işığı Manastırı”nı Gasp Olayında Oktay Ekinci Neden Susuyor
Üç haftadır (01.08.2012, 08.08.2012 ve 15.08.2012), Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı’nın Ayvalık’taki Cunda Adası’nda yer alan “Ay Işığı Manastırı”nı sahiplenip yeniden restore ettirmesi olayını gözlemlemekteyim. Söz konusu manastırın yenilenmesinde eski halin bilinerek ve istenilerek korunmadığını, “yenileme” adı altında en son 1795 yılında restore edildiği varsayılan manastırın yeniden biçimlendirildiğini, taşkın inşaatlar yapıldığını, varsılların ve siyasi erkin “cennet”i Türkiye’de gene bir adli cinayet işlendiğini, cinayetin katillerinin korunup kollandığını, dolayısıyla ceza yemediklerini ele güne ilan etmekteyim.
Danıştay’ın kararının hiçe sayıldığını, mübadeleden sonra metruk hale gelen “âsâr-ı atîka” yapıda bir kartel imparatorluğunun yenileme çalışmalarını alenen devam ettirdiğini, “ailevi” özel kullanım doğrultusunda manastırın açılışının herkesin gözü önünde yapıldığını dillendirmekteyim.
2009 Yılı Ayvalık Adaları Tabiat Parkı 1/2500 ölçekli uzun devreli gelişme revizyon planının iptali ve yürütmenin durdurulması amacıyla, duyarlı Ayvalıklılar tarafından Danıştay 6. Dairesine dava açıldığını, Danıştay’ın 25.01.2011 günü, bu davanın durumuna ve uyuşmazlığın niteliğine göre taşınmazların yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılarak bilirkişi raporu alındıktan sonra yeniden karar verilinceye kadar yürütmenin durdurulması istemini kabul ettiğini ifade etmekte, “Ay Işığı Manastırı”nın kamuya açık müze olarak kullandırılmasını bir avuç sağduyu sahibi Ayvalıklı ile birlikte sıradan bir yurttaş olarak istemekteyim.
Bakanım Tabiat Varlıklarını Koruyanım da, Sabancılar da, onların şürekası da, bürokrasinin zerzevat zevatı da o gün bugündür suçluların sessizliğine büründü, sanki yer yarıldı hepsi birden yerin dibine gömüldü.
Artık yazacak bir şey yok, 19 Ekimdeki duruşmayı bekleyeceğim.
Şirazesinden çıkmış bu ülkede hiç mi hiç umudum yok, ama gene de adaletin tecelli etmesini dilemekteyim.
Benim bu konuda bir diğer merakım, 16.04.2011/238 sayılı toplantısında aynı tarihli 6795 sayılı raporun altına imzalarını atan Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu üyesi 7 üye arasında olmasına karşın toplantıya katılmayan, dolayısıyla raporu da imzalamayan Kurul Başkan Yardımcısı Oktay Ekinci’nin bugüne değin neden ses vermediği.
Yaşamını, mimarlığını, yazarlığını bu ülkenin kültür, tarih ve çevre değerlerine adamış, benim Cumhuriyet’te yıllarca birlikte çalıştığım Sevgili Dostum Oktay Ekinci’nin böylesine somut bir “haksız iktisap” karşısındaki suskunluğu beni fevkalade tedirgin ediyor.
Olayın perde arkasında acaba ne dolaplar dönüyor?
Hürriyet’te Sahte Şiir Skandalı
Mümtaz medyamızda kepazelikler bini bin para sürmekte.
Son pespayeliğe 12 Ağustos 2012 Pazar günü Hürriyet’in “Pazar Eki”nde rastlandı.
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, “Yaşasın Hayat” adını verdiği köşesine, güya Can Yücel’in olduğunu belirttiği ve “Kesip Saklayın” diye uyardığı, tepesine Can Baba’nın bir de fotoğrafını kondurduğu “Sağlık Olsun” başlıklı bir şiir müsveddesi oturttu.
“Müsvedde” dediğime göre anlamışsınızdır.
Şiir Can Yücel’in olmadığı gibi, şiir falan da değil, sözcük salatası.
Bekleyelim bakalım!
Amanın kim bilir daha ne sahtekarlıklar göreceğiz!