Muhafazakarlığın Hedefinde Tiyatro ve Sanat

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Yavuz Pak

Her şey, Zaman gazetesinin muhafazakar kalemlerden İskender Pala’nın, İstanbul Şehir Tiyatrolarında sahnelenen Günlük Müstehcen Sırlar adlı oyununa dair okuduğu “gazelle” başladı. Belki de dünyanın başka hiçbir yerinde, felsefi bir tiyatro oyunu hem de bir profesörün zihninde şehvet duyguları uyandırmamış, ahlakını zedelememişti! Üst perdeden okunan bu yanık gazelin ardından, tarihsel/toplumsal olayları ve olguları konu alan Otobüs, Rosenbergler Ölmemeli oyunları muhalif içerikleri nedeniyle hedef tahtasına oturtuldu. Engin Ardıç, Hadi Uluengin gibi liberal kanat temsilcileri de muhteşem “aryalarıyla” muhafazakar koroya katılınca çok sesli bir saldırı başlatıldı tiyatrolara… İstanbul Şehir Tiyatroları’nın yönetmeliğini değiştirilmesiyle başlayan tartışma, Başbakan’ın “Tiyatroları özelleştireceğiz” sözleriyle tırmandı.

Süreç, tiyatro dünyasında dalga dalga yükselen tepkilere ve eylemlere yol açtı. Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni’nin istifasıyla başlayarak tüm Türkiye’de tiyatrocuları/sanatçıları ayağa kaldıran ve geçtiğimiz günlerde, Kadıköy’de Guinness rekorlar kitabına aday olan 7 gün 24 saat aralıksız sürdürülen “sanat maratonu” ile taçlandırılan eylemlilik süreci, tiyatro camiasının kolay pes etmeyeceğinin işareti gibiydi.

Belirtmek gerekir ki tiyatro, tarihin bütün dönemlerinde iktidarların elinde önemli bir silah olmuştur. Toplumu etkilemiştir, yön vermiştir ve daha açık bir tabirle hâkim iktidarların kurgulamaya çalıştıkları düzene bağımlı yurttaşlar için fırsat yaratmıştır. Elbette bu demek değildir ki, tiyatro tarihin bütün dönemlerinde yalnızca yönetici sınıfın çıkarlarına hizmet etmiştir. Tiyatro, tartışmasız bir netlikte muhalif bir güç olarak da varlığını sürdürmüştür. Nitekim, Cumhuriyet tarihi, iktidar ile aynı dili konuşan, onu “muhafaza” etmeye çabalayan sanat eserlerini bol miktarda barındırır. Cumhuriyet’in ilk döneminin dayatılmış bir sanatı vardı, 27 Mayıs’ın, 12 Eylül’ün de..Ve bugünün Türkiye’sinde yeni bir sanat anlayışı dayatılmaya çalışıyor: Muhafazakar Sanat.

Sanata tarihin penceresinden bakıldığında, sanatın tarihinin hiçbir zaman salt sanatçıların tarihi olmadığı görülür. Bu tarih içinde her zaman siyasal aktörlerin rolü vardır, az ya da çok…Bugün, Türkiye’de yapılan tartışmalara baktığımızda da, gerçekte sanat üzerine bir tartışma yürütülmediğini, ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel veçhelerle yeniden şekillendirilmeye çalışılan bir “iktidar” tartışması içinde olduğumuzu görmek zor değil. Yeni bir rejimin, kültür/sanat alanında da kendi hakimiyetini kurma sürecidir içinden geçtiğimiz.

Bugün Türkiye’de, muhafazakarlığın ekonomik-toplumsal gelişimi “sanat alanındaki gelişimini” aşmış bulunuyor.  Muhafazakar sermaye, son on yılda yarattığı yeni yaşama biçimine uygun sanat yaratma çabasında artık. Refahı yükselmiş yeni muhafazakar zenginliğin,sermayesini kullanarak kendine dair bir sanat yaratma arzusu ortaya çıkıyor. Ancak, bu durumu, bir grup “taşralı tüccarın”, siyasal iktidarı ele geçirip sanat alanında kendince eğlenmek için, Hamlet’e tespih çektirmek ya da takım elbiseyle Arap çöllerinde gezindirmek gibi komik bir duruma düşmesi olarak değerlendirmek pek mümkün değil. Durum çok daha ciddi: Bir hegemonya mücadelesi!

Hegemonya mücadelesi alanının bir uzantısı olarak, muhafazakar sanat, düzenleyici ve  baskıcı bir kumpanyadır: Karşısında sakız çiğneyen seyircisine el pençe divan duran, cinselliği repertuvarından kazımış, parasını veren iktidara, hamisine boynu kıldan ince, muhafazakar ve liberal değerleri ezber etmiş, muhalif tek söz etmeyen bir sanat ve onu icra edecek kendisine ve sanatına ihanet etmiş sanatçılar yaratmaktır hedeflenen…Doğal olarak, bu kurgu ancak totaliter bir ortamda hayat bulabilir. Siyasal erk tarafından şekillendirilen despotik bir yaklaşımın, “muhafazakar sanat” tanımlamasıyla meşrulaştırılması tam da bu noktaya denk düşer. Nitekim, önceleri içine tükürülen heykellerin yerini, ucube ilan edilerek yıkılan heykellerin alması tesadüf değildir.

Muhafazakar sanat, bir bakıma, eskinin yeni gibi pazarlandığı bir tarihsel dönemeçte, çağdaş, çok sesli, evrensel bir çözüm için kapatılmak istenen yolları zorlayacak insanları susturmanın, sindirmenin aracı olabilir. Tarih,  sanatı kendi iktidarları için toplumu manipüle eden bir araç olarak kullanmaya yeltenen despotik iktidarların varlığına tanıklık ettiği gibi; sanat olgusunun, varoluşu gereği, otoritenin yanında değil, mazlumum yanında durduğunu anlatır bize. Çünkü sanat, başkaldırmanın ve isyanın adıdır. Yürürlükte olanı bozmak, yıkmak, özgürleştirmektir sanat. Oysa muhafazakarlık tarih boyunca,  itaatin ve biatın ifadesidir.

Öte yandan, muhafazakarlığa eşlik eden liberal söylemlere inat, sanat, ticarileştirilmesi en zor olgulardan biridir. Zanaatçı ile sanatçıyı ayıran temel özelliğin para ilişkisi olduğu düşünüldüğünde, günün neo-liberal iktidarlarının ve onların muhafazakar sanatlarının, “gişe hasılatına” indirgedikleri sanat politikaları, daha baştan iflas etmiş, özünden sapmıştır. Milyarlarca liralık bütçe açığını bir yana bırakıp, devlet tiyatrolarına ayrılan 140 milyon liranın peşine düşen bir iktidarın dayattığı sanatın varacağı yer ortadadır:  Mizahın fersah fersah uzağındaki argo-küfür fıçısı İvedik idolleri,  estetikten uzak ucuz kahramanlık ve hamaset nutuklarıyla dolu Fetih filmleri,  içeriği tümden arabeskleşmiş, tüketim kültürünün popüler şarkıcıları…  “Devlet don satmaz anlayışından devlet tiyatro yapmaz anlayışına” evrilen süreçte, kamusal fonların kesilmesi sonucu kitleleri niteliksiz ve bayağı popülist sanat ürünlerine mahkum ederken kitlesel bir gericileştirme, bilinçsizleştirme ve apolitikleştirme sürecine de muhafazakar sanat ile zemin hazırlanmaktadır.

Bugün, insanlık tarihinin bütün birikimine “zamanı durdurma” adına el koyan bir muhafazakar zihniyet bulunuyor orta yerde. Bu zihniyetin renginin “yeşil” olması değildir önemli olan, zira kapitalist dünyada “muhafazakar”, gerçekte rengi ne olursa olsun, sermayeyi muhafaza ediyor. Üçüncü bin yıla girerken, Ortaçağ’ın bütün karanlık güçlerini yardıma çağırmış kapitalizm, şimdi de bu güçlerin yardımıyla kendini muhafaza etmeye çalışıyor. Bu muhafaza sürecinin bu coğrafyadaki izdüşümlerinden biridir muhafazakar sanat yaygaraları…

Muhafazakar sanat tartışmaları, Antik Yunan’da Antigone’den beri devam ediyor. Bugün, çekişmenin tarafları “sanatçı” ile “idareci” gibi görünse de aslında çatışan, “özgürlük” ile “köleliktir”. Çünkü, hayat bir tiyatro, tiyatro ise gerçek hayattır. Bugün, siyasal iktidarın müdahalesi, tiyatro sahnesinden resim tuvaline kadar tüm sanat eserlerinde, gerçek hayatın ve yansımalarının silinmesi, gerçekliğin hasıraltı edilmesi üzerinedir.

İstanbul Bilgi Üniversitesi,  geçtiğimiz günlerde, özelleştirileceği söylenen tiyatrolarla ilgili kapsamlı bir araştırma yaptı. Araştırmaya göre 2005’te 2 milyon 161 bin 537 olan tiyatro izleyici sayısı, 2010’da 4 milyon 686 bin 209’a yükseldi. Yani, 5 yılda ikiye katlanan ve her yıl pek çok ilde açılan yeni sahneler halkın ilgisini toplamayı başardı. Tiyatroya müdahalenin tam da böylesi bir döneme denk gelmesi manidar…

Unutulmaması gereken şudur: Sanatın binlerce yıllık yolculuğu boyunca aldığı formlar ve tarihteki öncü rolü, hiçbir zaman sadece esen günlük politik rüzgarların değil, kültürel, sosyal hayatı yontan tüm yer altı ve yerüstü sularının, zamanla ve sabırla verdiği şeklin estetiğidir.

Başladığımız gibi, “müstehcenlikle” ilgili başka bir hikaye ile noktalayalım dilerseniz. Resim ve heykel sanatının zirvesinde olduğu Rönesans döneminin en ünlü ustalarından ve Papa’nın heykeltıraşı ve mimarı ünvanına sahip  Michelangelo’ya kulak verelim.  Michalengelo’nun Kıyamet Günü adlı tablosuna başından beri muhalefet eden Papa IV. Paulus, tablodaki imgelerin fazlaca müstehcen göründüğünü belirterek Michelangelo’dan tabloyu biraz daha ‘düzgün’ hale getirmesini isteyince, büyük usta, muhafazakar sanat yaygaralarına dair tarihsel bir yanıt verir:Papa’ya söyleyin, bu küçük bir mesele ve kolaylıkla uygun hale getirilebilir. Önce kendisi yaşadığımız bu dünyayı uygun ve yaşanılır bir hale getirsin, sonra da bu tablo da aynı uygunluğa girecektir! “

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Yavuz Pak

Yanıtla