Sacit Hadi Akdede
Yaz ayları olması dolayısıyla Türkiye’nin birçok il ve ilçesinde kültür ve sanat festivalleri düzenleniyor. Bu festivallerin bir kısmı herhangi bir ilçenin kiraz festivali gibi popüler müzik türünü ve sanatçıları barındıran festivaller olurken, bir kısmı da İstanbul müzik festivali, İzmir caz festivali, Bodrum bale festivali gibi “yüksek sanat” denen sanatı içeren festivaller oluyor. “Yüksek sanat” ürünlerinden oluşan festivallerde dünyanın isim yapmış başka ülke sanatçıları sahneye çıkıyor ve sanatını icra ediyor ya da eserleri sergilerde yer alıyor. Gerek kiraz festivali türünden festivaller gerekse “yüksek sanat” festivalleri kendine özgü seyirci kitlesine ulaşmaya çalışıyor. Bu festivallerin büyük bir çoğunluğu merkezi idarenin de dönem dönem maddi katkı verdiği vakıflar, dernekler, belediyeler aracılığıyla gerçekleşiyor, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV), İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı (İKSEV) gibi. Bu vakıflar da festival harcamalarını, bilet gelirleri, merkezi idarenin katkısı, belediyelerin yardımı ve özel kişi ve kuruluşlardan gelen bağışlar aracılığıyla karşılıyor. Bu festivallerde, gösterilerin bir kısmı biletli olurken çok büyük bir kısmı da bedava olmaktadır. Belediyelerin, vakıfların, derneklerin seyirciler için bedava gerçekleştirdikleri gösteriler aslında bedeli bu kurumlar tarafından ödenen gösterilerdir. Çok doğaldır ki, sanatçılar sanatlarını ücretsiz icra etmemektedirler; hizmetlerinin bedelini belediyeden, vakıftan, dernekten vb. almaktadırlar. Bu örnek bize sanatın hem organizasyonunda (hizmetin planlanması), hem de ne kadar sanat hizmeti üretileceği konusunda işlerin sadece piyasaya bırakılamadığını göstermesi bakımından önemlidir. Bir sanatsal gösterinin piyasaya bırakılması demek, aslında sponsorsuz (devlet veya özel sektör kuruluşları ve firmaları desteği olmadan) yaşaması demek anlamına gelmektedir. Özel sektörün sürekli bağışlarla ayakta tuttuğu bir sanatsal faaliyet piyasaya bırakılmış bir faaliyet olarak adlandırılmamalıdır. Çok az sanat dalı (örneğin popüler müzik türleri) sadece piyasa mekanizması içinde ayakta durabilecek durumdadır.
Bu yazıya böyle bir giriş yapmamızın nedeni, tiyatro hizmeti üretimini sadece piyasaya bırakmayı öneren bazı liberal siyaset bilimcilerin argümanlarını biraz daha ayrıntılı incelemek amacıyladır. Bu yazarlara göre devlet-sanat ayrılığı, devlet-din ayrılığı kadar önemlidir. Kulağa hoş gelen bu ayrılıklar, uygulamada gerçekleşmemektedir. Keşke, sanata olan talep çok yüksek olsaydı da, üretimi sadece piyasaya bırakılabilseydi. Bunun yanında, dinsel hizmetlere olan talep yüksek olmasına rağmen hala devlet-din ayrılığı çok gerçekleşebilmiş değil. Diğer bir ifadeyle dinsel hizmetler piyasaya bırakılabilmiş değil. Bu konu başka bir makalenin konusu olabilecek önemdedir ve dolayısıyla burada incelenmeyecektir. Türkiye’de devletin sanata (özellikle de “yüksek sanata”) yardımını kesmek çok kolay gerçekleştirilebilecek bir durum iken, devlet-din ayrılığını gerçekleştirebilmek oldukça zordur (Fiili durum da bunu göstermektedir çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesinden oldukça fazladır). Demek ki, din hizmetlerinin piyasaya bırakılması çok kolay olmamaktadır. Buna karşın, liberal yazarların vurgusunun sadece tiyatroların özelleşmesi üzerinde yoğunlaşması konunun ekonomiyle değil de siyasetle daha yakından ilgili olduğunu göstermektedir.
Devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi veya kapatılması konusu siyasilerin “sıcak” gündeminden şimdilik çıkmış görünmektedir. Buna karşılık konu güncelliğini, sanat ve kültür sorunlarıyla ilgilenenler açısından hala korumaktadır. Hem sağ hem de sol kesim konuyu entelektüelleri düzeyinde tartışmaktadır. Genel olarak kültür ve sanatın, özel olarak da tiyatro hizmet üretiminin nasıl olması gerektiği konusunda iki kesim de konuyu tartışmakta ve araştırmaktadır. Kültür ve sanatın organizasyonu ve üretimi hakkında, ekonomistlerin yanında, siyaset bilimciler de fikir beyan etmektedirler. Bu konu sadece tiyatrocuların üzerinde söz söyleme tekeli olan bir konu olmaktan çoktan çıkmış durumdadır. Bu durum bile tiyatro hizmeti üretiminin politik tartışmaların çok iyi bir konusu olabileceğini göstermektedir çünkü kültür ve sanat hizmetinin üretiminden tüketime (sanat izleyicisi) kadar giden yolu, hem siyasetin (politics) hem de kamu politikalarının (public policy) alanına girmektedir.
Bu yazıyı, kendilerini özellikle liberal olarak tanıtan bazı köşe yazarı siyaset bilimcilerin, bu alanda genel olarak kabul edilen, devletin tiyatroya yardım gerekçelerini çok anlamlı bulmayıp, sanatın ve bu bağlamda tiyatro hizmeti üretiminin de tamamen piyasaya bırakılması gerektiği konusunda yazdığı yazılar nedeniyle kaleme alma gereksinimi duydum. Devletin tiyatroya neden yardım yapması gerektiği ve tiyatro hizmeti üretiminin sadece piyasa tarafından gerçekleştirilemeyeceği konusunda bir yazı daha yazmanın yerinde olacağını düşündüm çünkü bu konuda İktisat ve Toplum Dergisi’nin eski sayılarında birden fazla yazı yazdım. Ayrıca, devletin sanata ve bu bağlamda da tiyatroya neden destek vermesi gerektiğinin gerekçelerinin daha iyi anlatılması gerektiğini düşünüyorum çünkü farklı bilimsel ve sanatsal disiplinlerden insanların kafasında hala bu konuda çeşitli sorular olabilir. Bununla beraber bazı liberal siyaset bilimciler kafalarında bu sorunu çözmüşler ve tiyatro hizmeti üretiminin tamamen piyasaya bırakılması gerektiğini düşünmektedirler.
Daha fazla ilerlemeden “piyasa” kavramının ne olduğunu ekonomist olmayan okuyucular için çok teknik olmayan bir dille ve kısaca açıklamaya çalışalım. Piyasa, herhangi bir mala olan taleple o malın arzı arasındaki ilişkiden ortaya çıkan kavramsal bir varlıktır. Alıcıyla satıcının herhangi bir şekilde buluştuğu bir ortam olarak tanımlanabilir. Piyasaya göre, eğer bir mal veya hizmet çok talep ediliyorsa (çok isteniyorsa), yeterli üretim koşulları ve girdileri olduğu sürece çok üretilecektir. Eğer bir mal veya hizmet az talep ediliyorsa az üretilecek, hiç talep edilmiyorsa da hiç üretilmeyecektir. Bir malın üretimini piyasaya bırakmak demek, piyasa talep ve arzına bırakmak demektir. Daha gündelik bir dille ifade edersek, eğer bir malın üretimini insanlar kendiliğinden istiyorsa, bu mal üretilecek, istemiyorsa ya da yeterince istemiyorsa da üretilmeyecektir. Bugün dünyada birçok ülke çok çeşitli nedenlerle birçok mal ve hizmetin üretim ve tüketimini piyasaya bırakırken, birçok mal ve hizmetin üretim ve tüketimini de yoğun bir şekilde kontrol etmekte, özendirmekte veya caydırmaktadır. Bugün yeryüzünde hiçbir ülkesinde insanlar sadece piyasa sinyallerine göre üretim ve tüketim yapmamaktadır. Ülkeler bu özendirme ve caydırma işini çeşitli organizasyonları aracılığıyla yapar. Bunun yanında, ülkelerin en örgütlü organizasyonu olan devlet, yasalar ve yaptırım gücü aracılığıyla özendirme ve caydırma işini en etkin yapabilen araçtır.
Burada bir bilgiyi daha eklemekte yarar vardır. Kültür ve sanat ürünleri, diğer mal veya hizmetlerden farklıdır. Kültür ve sanat ürünleri erdemli mallar (merit goods) denen mal türlerine en iyi uyan mal ve hizmet türleridir. Özellikle “yüksek kültür” veya “yüksek sanat” diye adlandırılan kültür ve sanat ürünleri erdemli mallara örnek gösterilir. Bu mal ve hizmetler, insanların örtünme gereksinimi, acıkma hissinin giderilmesi gibi kendiliğinden ortaya çıkan ihtiyaçları gidermek amacıyla üretilen mal ve hizmetler kategorisinde değildir. Kültür ve sanat hizmetine olan ihtiyaç ancak eğitim yoluyla insanlara kazandırabilir ve bu tür ihtiyaçlar acıkma ve örtünme ihtiyacı gibi sıfır maliyetle ortaya çıkan ihtiyaçlar değildir. Devlet, “eğer sanata ihtiyaç (talep) yoksa o zaman üretilmesin olsun bitsin” diyemez. Kültür ve sanat ürünlerine talep yaratılabilmesi için gerekli ortamı hazırlamak için de devletin ve kamu kurumlarının özendirici, teşvik edici planlamasına ve programlamasına ihtiyaç vardır.
Ayrıca, anladığımız kadarıyla bazı liberal siyaset bilimciler piyasayı bir “sihirli değnek” gibi görmeye devam etmektedirler. Bugün günümüzde, özel sektörü en gelişmiş ülkelerde bile piyasalara ibadet derecesinde inanılmaz ve güvenilmez çünkü piyasalar hem çok kolay manipüle edilebilmektedir hem de her zaman toplumun çoğunluğunu mutlu edecek çözümler üretmez. Özellikle son ekonomik krizden sonra, “piyasaların” insanların gönlündeki hâkimiyeti zayıflamış durumdadır. Ayrıca, son ekonomik kriz bu yazarlara piyasalara ibadet edercesine inanılmaması gerektiğini öğretememiş görünmektedir.
Öncelikle, bazı liberal siyaset bilimcilerin, devletin tiyatrolara yardım etmesi veya gerekirse tiyatro hizmetini kendi üretmesine teorik destek olan gerekçelere karşı geliştirdikleri kendi argümanlarına bakmakta yarar vardır. Liberal yazarların bu gerekçelere katılmadıkları noktaların tartışılmasına geçmeden önce, kültürel ekonomi alanında genellikle kabul edilmiş teorik gerekçelerin iki ana noktada toplandığını belirtelim.
-Piyasa bu hizmeti yeterince üretemediğinden devlet yardımı ya da devletin kendi üretimi gerekmektedir.
-Devlet bu hizmeti dolayısıyla bir dışsallık yayar.
Liberal olduklarını özellikle vurgulayan, köşe yazarlığı da yapan bazı siyaset bilimciler ( ne ilginç ve hatta belki de sevindiricidir ki, muhafazakâr diye bilinen gazeteler sekterlik yapmayıp bu liberal yazarlara köşelerini açmışlardır) yukarıdaki gerekçelerden ilkine
“piyasanın tiyatro hizmetini yeterince üretemediğini nereden biliyoruz ?” “burada yeterince ne kadardır?” gibi sorularla, piyasadan bağımsız objektif bir miktarın ne olması gerektiğini sormaktadırlar. Bu liberal yazarlara göre, devletçi entelektüel, bürokrat, aydın kesim piyasanın ürettiği miktarı “yeterli” bulmamaktadır ve bu devletçi kesim devletin vergilerini kullanarak kendi siyaset ve kültür anlayışlarına göre oyun üretmektedirler. Bu “yeterli miktar” sorunu liberal yazarların özellikle üzerinde durduğu bir konudur. Onlara göre, bu yeterlilik konusu bir değer yargısı içermektedir ki, doğrudur. Onlara göre piyasa en doğru miktarı üretecektir ve piyasaya müdahale etmeye gerek yoktur.
Önce bu “yeterli miktarın ne olduğu” konusu üzerinde durmak yararlı olacaktır. Öncelikle hemen şunu belirtmekte yarar vardır. Piyasanın tiyatro hizmetini yeterince üretmediğini nereden biliyoruz sorusunun objektif yanıtı ekonomik değil, kültürel ve siyasidir. Piyasalar da zaten her zaman ekonomik değil siyasi varlıklardır. Piyasaları ekonomik objektiflik olarak sunmak veya öyle görmek sadece naiflikle açıklanamaz. Örneğin, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2009-2010 sezonunda Türkiye’de yirmi bir ilde hiç tiyatro oyunu sergilenmemiştir. Bu iller Ağrı, Amasya, Artvin, Balıkesir, Bayburt, Bilecik, Burdur, Çanakkale, Çankırı, Edirne, Gümüşhane, Isparta, Karaman, Kastamonu, Kili, Muş, Rize, Şırnak, Tekirdağ, Tokat ve Yozgat illeridir. Bu illerde devlet tiyatrosu yoktur. Bu iller özel tiyatro grupları da çıkaramamıştır. Liberal yazarlar açısından durum çok nettir: bu şehirlerde tiyatro kendiliğinden ortaya çıkana kadar devlet müdahale etmemeli ve bu şehirlere tiyatro hizmeti götürmemelidir. Oysaki piyasanın yeterli bulduğu bir üretim seviyesi, kültür politikasını oluşturanlar tarafından yeterli bulunmayabilir. Piyasada oluşan miktar, arz ve talebin oluşturduğu miktardır. Bu durum, sadece tiyatro ve kültür politikaları için geçerli değildir. Örneğin, piyasanın ürettiği çelik miktarı ülkenin kalkınma politikasını oluşturanlar tarafından yeterli bulunmayabilir ve çelik üretimi devlet yardımıyla ve bizatihi devletin kendisi aracılığıyla üretilir. Ülkeleri, yönetmek için politikalara ihtiyaç duyulur ve bu politikalar da bürokrat, aydın, entelektüel kesim tarafından tartışılır ve oluşturulur. Bunun başka yolu maalesef henüz yoktur. Ülkenin sağlık politikaları sadece özel hastane sahiplerine, eğitim politikaları özel okul ve dersane sahiplerine bırakılamayacak kadar çok ciddi bir iştir. Eğer liberal yazarlar, sanatçının devlet memuru uygun değildir, devlet tiyatroları etkin çalışmıyor gibi gerekçelerle devletin tiyatroya yardımını veya devlet tiyatrolarını eleştirselerdi, bu yazıya gerek kalmazdı.
Piyasanın üzerine devletin ne kadar daha eklemesine kim nasıl karar verecektir? İşte bu noktada, tümden devletin müdahalesini reddetmekle, devletin ne kadar ve nasıl müdahale etmesine kimin karar vereceği konusu bu liberal yazarlar tarafından ayrıntılı açıklanmamaktadır. Bu yazarlar bu konuyu daha önce çok ciddi bir şekilde düşünmemişlerdir. Bu konudaki siyasi tartışmalar kızışınca da, yakın oldukları iktidar partisine destek vermek amacıyla ve argümanlarına da bilimsel dayanak sağlamak gerekçesiyle “piyasa” sihirli değneğine başvurmak durumunda kalmışlardır. Öncelikle kültür ve sanat ürünlerinin, dünyanın hiçbir ülkesinde politikadan/siyasetten bağımsız, sadece piyasaya bırakılan ürünler olmadığını belirtmek gerekir. Bununla beraber, dünyanın diğer ülkelerinde de Türkiye’de olduğu kadar kültür ve sanat alanında şiddetli siyasi kutuplaşmalar bulunmamaktadır. Örneğin kültür varlıklarından ören yerlerinin korunması, bakımı, varlıklarının geleceği piyasaya bırakılmış olsaydı, bugün Efes antik kenti üzerinde beş yıldızlı oteller yükseliyor olabilirdi. Ya da Selçuklu dönemi bir kervansarayın yerinde çok katılı bir otopark inşa edilmiş olabilirdi. Demek ki, sadece piyasaya bırakılmaması gereken hizmet alanları vardır. Kültür ve sanat bunların başında gelen alanlardan biridir. Burada tekrar vurgulamakta yarar vardır: piyasalar sadece ekonomik değil, siyasi varlıklardır.
Aslında bugün devletin tiyatroya destek vermesi konusunun tartışılıyor olmaması gerekirdi çünkü dünya bu sorunu çoktan çözmüş durumdadır. Piyasanın en derin olduğu ülkelerde bile, devlet tiyatroya destek verir. Asıl tartışılması gereken konu devletin tiyatroyu destekleme biçimleri olmalıydı. Devletler ya da çeşitli kamu kuruluşları tiyatro hizmeti üretimini ve sanatı nasıl destekler sorusunun yanıtının araştırılması, işin açıkçası daha faydalı ve heyecan verici olabilirdi. Bununla beraber bu yazıda ne yazık ki devletler tiyatro hizmetini nasıl destekler sorusu değil, neden desteklemek zorundadır sorusu üzerinde durulmuştur.
Piyasa mekanizmasının, daha önceki kimi yazılarımın tekrarı pahasına, tiyatro hizmetini bir yerleşim yerinde yeterince üretmemesi veya hiç üretmemesinin ana nedeni o yerleşim yerindeki bu hizmete olan talep yetersizliğidir. Teknik bir dille de söylemek gerekirse, talep eğrisi ortalama maliyet eğrisinin altında kalmaktadır. Eğer o yerleşim yerinde minimum standartlara uygun bir tiyatro hizmeti üretilecekse, bu hizmetin ortalama maliyeti insanların bu hizmet için vermeye razı oldukları en yüksek fiyatın da üstündedir. Bu durumda bu hizmeti, maliyetleri karşılayacak bir fiyat düzeyinden kimse talep etmeyecektir ve bu hizmet piyasa tarafından ( özel gruplar) üretilmeyecek demektir. Bu hizmeti ancak devlet tiyatrosu ya da devlet veya kamu kuruluşları destekli özel tiyatrolar üretebilir çünkü devletin bazı hizmetleri sağlarken piyasa mantığıyla, kar güdüsüyle, hareket etmesi düşünülemez. Liberal yazarlara göre eğer talep eğrisi ortalama maliyet eğrisinin altındaysa, o zaman bu hizmetin üretilmesine gerek yoktur. Bu tartışmalar sırasında, Sayın Başbakan devlet tiyatrolarını kapatacaklarını ve gerekirse kendi uygun gördükleri tiyatroları destekleyeceklerini duyurmuştur. Başbakan meseleyi liberal siyaset bilimcilerden daha iyi kavramış durumdadır ve daha dürüst davranmıştır çünkü tartışmanın ana ekseni tiyatroyu desteklememek değil, politik olarak beğenmedikleri devlet tiyatrolarını desteklememektir.
İkinci gerekçe de liberal yazarlar tarafından çok sağlam bir gerekçe olarak bulunmamıştır. Devlet tiyatrolarını dışsallık yaratan bir kurum olarak değil de, sübvansiyonlar aracılığıyla devlet tiyatrosu oyuncularına ve devlet tiyatrosu seyircilerine kaynak aktaran bir kurum olarak görmüşlerdir. Bu yazarların, sübvansiyonlar aracılığıyla hem oyunculara hem de seyircilere dolaylı olarak kaynak aktarılması gözlemi doğru olabilir. Bununla beraber, bu durum devlet tiyatrolarının olumlu dışsallık yaratabileceği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Kaldı ki, olumlu dışsallıkları sadece devlet tiyatroları yaratmaz. Özel tiyatrolar da olumlu dışsallık yaratır. Burada liberal yazarlar, çok düşük fiyatlarla bilet satılmasını ve memur sanatçılara yüksek maaşlar verilmesini, vergi mükellefleri açısından negatif bir ayrımcılık olarak görüyorlar. Bu negatif ayrımcılık konusun daha ayrıntılı bir kamu ekonomisi analiz başka bir yazıya kalmak zorunda çünkü bu yazı için kelime sınırına yaklaşmış bulunmaktayım. Olumlu dışsallık konusuna dönecek olursak, devlet tiyatroları pekâlâ olumlu dışsallık yaratabilir. Liberal yazarlar yaratılan olumlu dışsallıklarla devlet tiyatrolarının etkinsiz çalışması nedeniyle yaratabileceği olumsuz dışsallıkları karşılaştırmış olsalardı daha hayırlı ve işe yarar bir analiz yapmış olurlardı. Örneğin, işe gitmeden maaş almak ve bankamatik sanatçıların varlığı gibi durumlar olumsuz dışsallık yaratır çünkü kamunun diğer kurumlarına kötü örnek oluştururlar, çalışma huzurunu ve ahengini bozarlar, kayırılan sanatçı hissi kurum içindeki çalışma huzurunu da bozar. Can Gürzap’ın Perde Arkasından Devlet Tiyatrosu Gerçeği adlı kitabının bir bölümünde vurguladığı gibi bazı oyunlar gösterimden kalkar, sanatçılar gereksiz izin alırlar vb.
Bunun yanında yarattığı olumlu dışsallıklar da görmezlikten gelinemez. Kar kaygısı olmayan kurum, ortalama zevke hitap etme ve alışılmış yöntemlere başvurma derdinde olmak zorunda değildir. Daha fazla deneysel iş yapabilme riskini göze alabilir. Türk devlet tiyatroları böyle bir şey bu zamana kadar yapmamıştır. Onların oyunları birbirine benzeyen yöntemler ve bir birinin tekrarı olan sahneye koymalar olmuştur. Devlet tiyatroları aslında fiiliyatta ortalama zevke hitap etme kaygısında olmuştur. Liberal yazarlar keşke işin bu sanatsal kısmına değinselerdi eleştirilerinde.
Burada sadece teorik olarak kar kaygısı olmayan ve devletten ve kamudan destek alan tiyatroların, belirlenen bir kültür politikası çerçevesinde daha yaratıcı, daha deneysel olabileceği, daha yeni yöntemlerin, araçların, konuların ortaya çıkması konusunda risk alabileceği vurgulanmak istenmiştir. Bu tiyatroların bu türden laboratuar işlevi gören faaliyetleri, diğer özel tiyatrolar tarafından örnek alınabilir. İşte bu durum olumlu dışsallığın yaratılmış olması demektir.
Sonuç olarak, tiyatro hizmetinin tamamen piyasaya bırakılması tiyatro sanatının ilerlemesinden çok gerilemesine ve yok olmasına neden olabilir. Tiyatrolar, devletten ve çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarından yardım almalılardır. En azından talebin düşük olduğu bölge ve şehirlerde böyle olmalıdır. Biz aslında devlet ve kamu kuruluşları sanatı ve tiyatroyu nasıl desteklemeli konusunu daha çok tartışmalıyız. Bir kültür politikası çerçevesinde kültür ve sanatı planlamak gerekir çünkü Fransa, Almanya, Amerika, İngiltere gibi kapitalizmi Türkiye’den daha gelişmiş ülkeler bile bunu yapmaktadırlar.