Ordu’da Karikatürümüz Sahnelendi: ‘Eşeğin Gölgesi’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

2011-2012 Tiyatro Sezonunun Ardından…

“İline güzellikler katan başkan” olarak nam salmışlığıyla yetinmeyip, yardımcısı Özer Karadağ ile birlikte “Ordu, Türkiye’nin Kültür ve Sanat Başkenti Olacak” sloganını gerçek yapmak için uğraşan Seyit Torun’un Ordu’sunda, bu sezon Haldun Taner’in (1915-1986) adı yankı yapmakta. Karadeniz Bölgesi’nin üçüncü büyük kenti olan bu ilimizin 48 yıllık kuruluşu Ordu Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda (OBKT), Haldun Hoca’nın epik tiyatronun temel yaklaşımını geleneksel tiyatromuzun çeşitli öğeleriyle en başarılı biçimde kaynaştırdığı oyunlarından olan “Eşeğin Gölgesi (Bilgi Yayınevi-1995)” oynanmakta.

Süryani Retorikçi/Hiciv Yazarı Samsatlı Lukianos’un Masalı

Pek iyi bilindiği gibi, geleneksel yapıyla çağdaş olanın masal düzleminde buluştuğu bir taşlama olan “Eşeğin Gölgesi”nde Haldun Usta, Süryani Retorikçi/Hiciv Yazarı Samsatlı Lukianos’un (125-180) bir masalından yola çıkmıştır. Masalsı kaynak, oyuna “Politik Alegori” niteliğini kazandırdığı gibi, tiyatrosallıktan eğlence atmosferine, ironiden yergiye uzanan zengin bir malzemeyle, gerçek bir durumu, kurmaca bir dünyayla anlatma olanağı sağlar. Böylece Taner (Prof Dr. Nurhan Tekerek’in dediği gibi), asıl gerçeği görmek yerine, yanılsamaların içinde yitip giden bir toplumu ve bireylerini oyun boyunca, yerginin keskin kılıcıyla acımasızca kesip biçer.

T. Murat Demirbaş Eserden Toplumsal Karikatür Çıkarmış

Oyunda, kentteki panayıra çalışmaya gitmek isteyen Berber Şaban, bir eşek kiralıyor. Yolculuk sırasında aşırı sıcaktan bunalan Şaban, biraz dinlenmek için durup eşeğin gölgesine oturunca, Eşek Sahibi Mestan: ‘‘Ben sana eşeği kiraladım, gölgesini değil’’ diyerek gölge kirası istiyor. İki taraf arasında bu “minval üzere” çıkan tartışma, ülkeyi eşekçiler ve gölgeciler olarak ikiye bölecek, durum politik bir davaya dönüşecektir. Oyunu sahneye taşıyan Ankara Devlet Tiyatrosunun başarılı oyuncu/yönetmenlerinden T. Murat Demirbaş bu karmaşık durum ve ortamı tam da yazarının amaçladığı gibi pek güzel toplumsal bir karikatüre dönüştürmüş. Yıllardır geçemediğimiz demokrasi alt geçidinde yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz aksaklıklara, sisteme, kişilere yönelik, eserdeki göndermelerin altını kalın mı kalın çizmiş. Haldun Taner’in ironi ve hiciv ustalığını iyi kullanarak, izleyicinin imgelemini mıncık mıncık mıncıklamış. Gülmenin yanı sıra düşünmeyi ve yeniden bir durum değerlendirmesi yapılmasını sağlamış. Gel gelelim, durum değerlendirmesi yapılmasını biraz abartmasa, Şaban’ın eşeği cinsel tacize uğrattığı tabloyu keşke esere katmasaymış. Ve de keşke, “Ninni” tablosunda izleyiciyi güldürmek amacıyla kullandığı Amerikan bayrağı yerine, Amerikan bayrağını çağrıştıran başka bir motif kullansaymış!

Dans Deyince Ali Kemal Tandoğan’ın Yeri Başka

Kimin tasarladığını bilemediğim dekor hayli uyduruk olduğundan üzerinden atlıyorum. Kim yaptıysa yapmış, ama dekorun amacının salt olayın geçtiği mekanı yansıtmak değil, oyuncunun kabullendiği, kavrayabildiği, yabancılık çekmeyip hareketlerini kısıtlamayacağı ortamı yaratmak olduğunu “bilvesile” anımsatmak isterim. Işık tasarımı için: “Çetin Atay, seviyeleri yüksek atmosfer ışığı kullanarak oyuncuların yüzlerindeki detayları yememiş” derim, başka da bir şey demem, anlayan anlar! Diğer taraftan, her kiminse ya da nereden gelmişse gelmiş, kostümlerin oyuncunun komediye olan duyarlılığını artıracak ve imgelemini bu yönde yoğunlaştıracak nitelikte olduğunu söyleyebilirim, ama öykü hayali ülke Abdaliya’da geçtiğine göre avukat cübbeleri günümüz Türk adliyesinde kullanılan cübbeler olmamalıydı diye de eklerim. Acaba hiç değilse yakalarına (yeşil bantlar yerine) örneğin birer sarı bant konamaz mı diye sual de eylerim. Sezgin Mercan-Zafer Bozdağ-Hüseyin Aydın üçlüsünün, ağırlığı 7/8’lik Karadeniz Bölgesi halk danslarından oluşturduğu müzik; bu müziğin Zafer Bozdağ (Klavye-Piyano), Sezgin Mercan (Bağlama), Hüseyin Aydın (Kemençe), Hamit Ekiz-Kamil Aydın (Ritim) beşlisince icrası ve gene bu müzik üzerine Gürcü Koreograf Phridan Kontselidze’nin düzenlediği hareketler için “çok iyi” diyeceğim. Diğer taraftan oyuncuların neredeyse tamamını dansların tümünde başarılı bulduğumu açıklayacağım, ama içlerinden birini ayrıştıracağım. Bedeni ile değil ruhu ile dans eden, bedensel hareketlerini ruhsal coşkusunun bir ifadesi olarak kullanan, kendini enstrümanların sesindeki ritme ve derinliğe rahatça bırakan Ali Kemal Tandoğan’ı öne çıkaracağım.

T. Murat Demirtaş’ın Oyuncu Yönetimi

Oyunculuklara sıra geldiğinde T. Murat Demirtaş’ın oyuncu yönetimindeki başarısını öncelikle övmeliyim. Haldun Taner’in hayal gücünde oluşturduğu karakterleri düşünce biçimleri, duyguları ve davranışlarıyla oyuncuların yaratıcı hayal güçlerine iyi yerleştirmiş. Oyunculara olayların akışını araştırtırken, bu düşünce ve duygularla kendisiyle özdeşleşmelerini sağlatmayı bilmiş.

Ünlü Tiyatrocu Can Gürzap’ın “konuşmanın bestesi” dediği diksiyon hatalarını yönetmenin boynuna dolamak elbette haddim değil. Oyuncuların kimisinde diş sorunu var, bazılarınınsa boğumlanmaları bozuk. Aralarında bir sözcükte ya da cümlede hece ya da sözcükleri diğerlerinden ağırlıklı, farklı söyleyemeyenler var. Bu durum ise yönetmenden değil, doğal olarak oyuncunun kendini yetiştirmesinden kaynaklanmakta. Şimdi, hem de hemencecik burada OBKT’nin bütün oyuncularına tiyatro adına yapılan her şeyin, ama her şeyin ayırma, seçme, yöntem aşamasından sonra diyaloglara geldiğini anlatacağım. “Uyumlu ve birbirini mükemmel oyunculuğa özendirici oyuncular sahnede tiyatro yapmış oluyorlar” diyeceğim. Söylediklerimi bir eleştirmen “amca”nın öğüdü olarak not etmelerini önereceğim.

Eşek Tiplemesi Görülmeye Değer

Oyunculardan Burak Çağlar, Sibel Günday, Doğukan Ekinci, Gülin Ekim, Soner Şensoy, Miray Öztürk, Seyhan Güngör, Phridon Kontselidze, Hikmet Altan görevlerini neredeyse kusursuza yakın yapıyorlar. Avukat’larda A. Kemal Tandoğan ile Murat Saylan için yöntemli oyunculuğun teatral başarıyı sağlayabileceğine olan inancımı kanıtladıkları için teşekkür edeceğim. İsa Küçük için, Aygır Hoca’ya aklının ve duygularının uyumlu beraberliğinde can verdiğini söyleyeceğim. Eşek tiplemesinde Bülent Reisoğlu’nu özel olarak kutlamak isterim. Hakan Altan’ı oyunculuğunun ön plana çıkması için gerekli olan “etkileyici olma” halinin bireysellikle gerçekleşmeyeceğini bilerek eşcinsel Savcı’ya can verebildiği için öveceğim.

Gamze Saylan Gündüz Bu Kere Abartılı Değil

Mustafa Kırca’yı Mübaşir’de çok sevdim. Mestan’da Bülent Öztürk, Şaban’da Cemil Gündüz tekstten ne algıladılar, yönetmenden ne aldılarsa seyirciye başarıyla aktarıyorlar, aktarırlarken kavrama ve yorumlama sınırlarını zorluyorlar. Komedide amacın sadece güldürmek olmadığını “bu oyunda” biliyorlar. Seyirciyle aralarındaki ortak paydayı arıyorlar. Şaban’ın Karısı’nda Gamze Saylan Gündüz, “Albayın Karısı”ndaki gibi değil, bu kere fiziğinin sahneye yakışmasının hakkını veriyor, rolü abartmıyor. Yeliz Varol, Benli Nergis’in dış biçimini ve çatısını oluşturan noktalar dizisinden destek almış ve yönünü doğru bulmuş.

Benim Oyuncum

Benim bu oyunda baş tacı yaptığım oyuncu ise, Mestan’ın Karısı Güllübahar’a can üfleyen Dilek Gürsoy Çelik oldu. Dilek Gürsoy Çelik’in Güllübahar ile arasında kurduğu duygusal iletişimi doya doya alkışladığımı burada itiraf etmeliyim. Dilek Gürsoy Çelik’in rol alacağı yeni oyunları merakla beklediğimi de burada alenen söylemeliyim.

Haaa, bir de unutmadan, politik tiyatronun yıllardır uykuya yatırıldığı günümüzde “Eşeğin Gölgesi”ni repertuara aldıkları için OBKT yetkililerine teşekkürler etmeliyim.


Sivas Katliamı’nın Üzerinden 19 Yıl Geçti, 19 Yıl Daha mı Geçecek

Sivas davası, kamu adına görev yapan devlet görevlileri, hükümet yetkilileri, idari yöneticiler ve bir bölüm basın eliyle, iş birliği içinde yapılmış bir katliamdır. Katliamdan sonraki süreçte yaşananlar suçluların sadece birkaç gözü dönmüş ırkçı ve dincinin işi olmadığının somut kanıtıdır. Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı’nın dediği gibi, Sivas Katliamı sanıklarının avukatlarından kaçının milletvekili olduğu gerçeği işin aynasıdır. Kırmızı bültenle arananların bugüne kadar yakalanamamış olması, suçluların yönetici erk tarafından korunması, dünyanın hiçbir yerinde eşi benzeri olmayan örnekler arasındadır.

Bu koruma ve kollamanın arkasında devlet kurumları ve o günden bu güne hükümet eden iktidarların olduğunu bu yıl da bir kez daha tekrarlıyorum. Bu günkü siyasi iktidarın içişleri bakanlığının, emniyet yetkililerinin, askeri yetkililerin, valinin, belediye yetkililerinin de bu katliamın suçluları arasında olduğunu gene açıklıyorum. Tarihimizde yaşanan acılarla yüzleşmezsek, belge ve tanıkların sunduğu veriler ışığında kamusal alanda bu acıları tartışmazsak, böylesi toplumsal sarsıntıların kuşaktan kuşağa farklı biçimlerde yeniden yaşanacağına olan inancımı bu yıl bir kez daha söylüyorum. Sivas Katliamı’nın 19. yılında aydınlığa, demokrasiye, halkların kardeşliğine ve bir arada yaşama kültürüne yapılan bütün saldırıların karşısında duruyorum ve avazım çıktığı kadar bir kez daha  “Başka bir yaşam, başka bir Türkiye, başka bir dünya mümkün” diye bağırıyorum.

Halkımın bir an önce uykusundan uyanmasını, gözünü açmasını diliyorum.

Anlayana “sivrisinek saz, anlamayana bu yazı az” diyorum.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla