Can Gürzap ile bir süre önce Remzi Kitabevinden çıkan ‘Perdenin Arkasından: Devlet Tiyatrosu Gerçeği’ adlı kitabı hakkında konuştuk. Sahneyi Can Gürzap’a bıraktık.
Kitabı 9-10 yıl önce yazmaya başladım, Ocak 2012’de bitirdim. Son dönemdeki konular üzerine yazmadım zaten Şehir Tiyatroları meselesi martta patladı. Nisan sonu-mayıs başı Devlet Tiyatroları kapatılsın mı özelleştirilsin mi konusu gündeme geldi. Basit bir şekilde nedir bu Devlet Tiyatroları (DT), ne yapar ne eder onu yazıyordum sonra baktım ki bürokratı, gazete yazarı, politikacısı bizim üzerimize geliyor… O zaman dedim ki birinin bu meseleyi ayrıntılı bir şekilde anlatması gerekiyor. Oturdum yazdım.
‘Perdenin Arkasından: Devlet Tiyatrosu Gerçeği’, tiyatroyu, tiyatronun işleyişini, gereklerini, tiyatrocunun nasıl olması gerektiğini, kendine nasıl özen göstermesi gerektiğini anlatıyor. DT üzerinden bizi anlatıyorum. Mesela bakan ya da bürokratların çoğu koltuğa oturur oturmaz DT’yi kurcalamaya başlar. Bu arada bu bürokratların çoğunun gençliklerinde ya da öğrenciliklerinde tiyatroyla ilişkileri vardır. Bir bakan vardı mesela, öğrencilik yıllarında filmlerde figüranlık yapmış harçlığını çıkarmak için. Adam tiyatroyla, sanatla ilişki içinde olduğunu zannediyor, vehmediyor. Yani tiyatroyu bilen de konuşuyor bilmeyen de…
Tiyatro renkli bir dünyadır, büyük bir sanat dalıdır. O yüzden ben Kültür Bakanlığı kaldırılsın diyorum. Kültür Bakanlığı olursa bir ülkede sanat politikanın içine, politika da sanatın içine girer. Hele Türkiye gibi politikanın bu kadar kolayca oraya buraya girebildiği, günlük hayatta bile insanların konuştuğu konuların yarısından belki de fazlasının politik olduğu bir ülkede Kültür Bakanlığı dediğiniz zaman kültürün içine politika mutlaka girer. Kültür Bakanlığı kaldırılırsa yerine Cumhurbaşkanlığı’na veya Başbakanlık’a bağlı bir müsteşarlık getirilebilir. O zaman oraya yatkın bir insanı getirirsiniz. Getirmek de zorundasınız, o ihtiyacı hissedersiniz zaten. Mesela DT, Başbakanlık Müsteşarlığı’na bağlı olduğu zamanlarda çıt çıkmıyordu, gayet iyiydi.
DT, düştü düştü kalktı ama hep ayakta durmaya çalıştı. Ülkenin kültürüne, sanatına katkıda bulunmaya çalıştı. Sanatla ilgisi olmayan siyasilerin, bürokratların hakaretlerine maruz kaldı. Üstelik DT topluma değişik çehrelerle sunuldu. “Bunlar zaten yan gelip yatar, para alır” denildi, “İkide bir kazan kaldırır”, “Bunlar eskimiş tiyatro yapmaktadır” vs… Sonunda da “Devlet Tiyatrosu’nu kapatalım” noktasına gelindi. Üstelik çoğu aydın “Bu Devlet Tiyatrosu neden belirli zamanlarda, bazı uygulamalara karşı çıkıyor, şunu bir araştıralım.” bile demedi. Yani kısacası eğer DT bildiri yayımlamış ya da kamu önünde toplantılar yapmışsa, kendini ve tiyatroyu korumak için yapmıştır.
1914’te kurulan Darülbedayi’nin en önemli problemlerinden biri Edebi Heyet’ti. Bu Edebi Heyet daha sonra Edebi Kurul adını aldı. Bu kurul, ödenekli tiyatrolarda oynanacak oyunlara karar veriyordu ve 1928-29 tiyatro sezonunda kaldırıldı. O zaman resmen kıyamet koptu. Muhsin Ertuğrul, Darülbedayi ve İstanbul Belediyesi aleyhinde müthiş bir yayın başladı. Bunun nedeni de uzun yıllar Darülbedayi’yi kargaşa içinde yönetmeye çalışmış, onu bunu kayırarak kötü oyunlara oynanabilir raporu vermiş, ‘al gülüm ver gülüm’ anlayışı içinde bir grubun işten el çektirilmesiydi. Edebi Kurul’a, tiyatroya zarar vermekten başka hiçbir özelliği olmayan bir sansür kurulu da denebilir. İster özel, ister ödenekli olsun, araştırdığım kadarıyla hiçbir uygar ülkenin tiyatrosunda böyle bir kurul yok.
Mesela Çehov’un ‘Yalta’ diye bir oyununu oynamak istemiştim ki daha önce Ali Poyrazoğlu oynamıştı onu çok iyi bir şekilde. Ama Edebi Kurul’da takıldı oyun! Telefon açtım Edebi Kurul başkanına, “Can’cım bu oyun çok statik, çok durgun” dedi adam. Yahu oyunu ben oynayacağım, ayrıca oyun oyundur, sana ne? Ayrıca sahnede dört insan dört saat boyunca hiç kımıldamadan konuşabilir. Bu da tiyatrodur. Dört kişi o şekilde konuşabilir ama öyle hareket vardır o konuşmaların içinde ki o durgunluğu görmezsiniz! İşte mesele budur. Dedim ki, “Ben sahneye koyacağım bunu”. “E peki geçirelim o zaman” dediler. Sonra kısmet olmadı, ben oyunu sahneye koyamadım.
DT, şu an çok huzursuz. ‘Ne olacağız?’ kaygısı var tabii. Ben bu ‘Kapatılacak ya da özelleştirilecek’ sözünü duyacağımı hiç zannetmemiştim. Fakat çok ilginç, niye olmaması gerektiğini birilerinin anlaması gerekiyor. Çıktılar, özel tiyatro olsun dediler. Birkaç kişi savundu da bunu, bir tek Cüneyt Özdemir çıktı yurtdışından 4 ayrı tiyatrodan bilgi aldı, bağlanıp.
‘Mutsuzluk içinde tiyatro yapılmaz’
Tiyatro adamı kolay yetişmiyor. Mutsuzluk içinde tiyatro yapılmaz. Türkiye ’de 12 Mart, işkenceler, ölümler, idamlar, 12 Eylül vs…
ekonomik krizler. Neler neler yaşandı. Hepsinin üstesinden bir şekilde geldi tiyatrocular…
İngiltere , Fransa gibi Avrupa ülkelerinde devletten yardım alan, devletin sponsor olduğu ŞT vardır. Bunların adını ulusal tiyatro koymuşlar, kime ne zararı var?
Devletin, hükümetin görüşünü sahneye çıkartan oyunlar söz konusu olursa işte ona faşist tiyatro denir. Ismarlama tiyatro olmaz.
AB ’ye girmek istiyorsanız zaten ödenekli tiyatroları kapatamazsınız. Kapatmak bir yana AB , bunların arttırılması konusunda sizden adım bekliyor.
Babam Reşit Gürzap tiyatrocuydu. Onun etkisiyle gözümü açtım tiyatroyla buluştum. Müsamereleri saymazsak, profesyonel olarak ilk sahneye çıkışım 1965 yılıydı.