Yeni Tiyatro’nun Dezavantajları…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Özen Yula bu yazısında Türkiye’de yeni tiyatro deneyimlerini inceliyor.] Yeni, küçük, 40-80 seyirci kapasiteli tiyatro/gösteri alanlarının açılması Türkiye’deki tiyatro ortamının 2000’li yılların ilk on senesi içinde ciddi anlamda canlanmasını da beraberinde getirdi. Bu dar alanlarda kendilerini ifade etme yolunu seçen bağımsız topluluklar mekânın “sınırlı derinliği/basıklığı/ensizliği” gibi dezavantajları, oyun atmosferinin bir yorumu haline dönüştürmeye çalıştılar. Dolayısıyla bu yerlerde tasarım yapan sahne/dekor tasarımcıları,  mekânla fazla ilişkilendirilmiş bir yapıyı kurma yolunu seçtiler.

Öncelikle bu mekânların ortak özellikleri üzerinde durmakta yarar var. Genelde bir binanın bodrum katında yer alan mekânlar basıklık, rutubet, bir de koyu renk birimlerle giydirildikleri için daha iç karartıcı ve karanlık bir yapı sergiliyorlar. Dolayısıyla öncelikli olarak koyu rengin egemenliğinde bir atmosfer durumu söz konusu oluyor. Sonra seyir yeri ve oyun yeri ayrıldıysa bir kutunun içinde yaklaşık yarı yarıya ve belki az bir yüzde fazlasıyla oyuncuların kayrıldığı kadar bir alan yaratılmış durumda.

Eğer seyirci oyun yerinin bir parçası olarak konumlandırılmışsa o takdirde bir de oyunun sahne tasarımı içinde yer alması ve işlevsel bir parçası olması amaçlanmıştır diyebiliriz. Ancak işlevsel olması gereken bu yeni birimin (yani mekâna konumlandırılan seyircinin) işlevi nedir?

Aslında, mekânların dayattığı yeni bir estetik algı durumu söz konusu. Ama yeni “estetik algı”nın, Seksenli yılların siyah ya da koyu renk nerdeyse birörnek kıyafetler giyerek benzer devinim ve ses arayışlarıyla anlatılmaya çalışılan özgürlük, tutsak olma hali, kaybolma gibi temaları içeren politik söylemli, soyut dengesi ağır basan oyunların yarattığı garip estetikten farklı bir estetik olması gerekir.

Halbuki şu anda seyircilerin “gençler ne zor şartlar altında bu işi yapıyorlar” desteğinin ötesine geçilmesi gereken bir durum arz ediyor bu estetik algı durumu.

Dar, basık, iyice karartılan, üniversitenin ilk yılında eve çıkacak kadar şanslı bir gencin evdeki odasının duvarını koyu renge boyayıp, düşük dereceli ampuller takması kafasıyla ve estetiğiyle seyirciye dayatılan bir durum söz konusu gibi görünüyor. Keza seyircinin bu destek olma arzusu, gençlerin yaptıkları işlerin arkasında durma ve önlerini açma arzusunun biraz daha “zorunluluk” gibi seyirciye algılatılması durumunun kırılması gerektiğini düşünüyorum.

Herkes kendi sanat kaygısını, estetik düzeyini, oyun tarzını, reji üslubunu belirlediği yapılarla seyirci karşısına çıkıyor elbette. Ama bu oyunların, o tiyatroda çalışanların aile bireyleri ve onların ahbapları, böyle oyunlar yapan diğer toplulukların üyeleri ya da daha usta tiyatrocular ve eleştirmenler tarafından seyredilsin ve değerlendirilsin diye yapılmadığı da bir gerçek. Dolayısıyla bu oyunların seyirci için, seyirci getirmek ve daha ileri aşamada kendi seyircisini yetiştirmek için yapıldığının unutulmaması gerek diye düşünüyorum.

Ezcümle bu alanların sınırlı olması ve daha da sınırlandırılarak kullanılması reji olanaklarını zorlamak gerekliliğini ortaya koymaktadır. Daha disiplinlerarası işler ya da teknoloji yoğun işler söz konusu olabilecekken görsel/işitsel teknolojik imkânların da sınırlı olması bu işleri daha “dar alanda kısa paslaşmalar” kategorisine yerleştirmektedir.

Öte yandan sokak dilini sahne üstüne getirmeye çalışan, günümüz şiddetiyle yorulmuş oyunları oraya koyan mantık, aynı zamanda bu işlevselliği sağlamaya yönelik bir içerik de barındırmaktadır. Yani, farklı (sinema seyircinin çoktan alıştığı ama tiyatro seyircisinin daha yavaş alıştığı) kurgulama teknikleri, zaman atlamaları ve geri dönüşleri gibi teknikleri uygulayan genç yazarlar bunları biraz da mekânın darlığının ve boğuculuğunun getirdiği işe eksi başlamak duygusunu nötralize etmek amacıyla ortaya koymaktalar. Yani tekstin ilgi çekici ve izlenebilir, merak uyandırıcı, şiddet egemen olmasının amaçlarından biri de sahne üstündeki eksikliği bir başka şeyin artısıyla dengelemek olarak ortaya çıkmaktadır.

Belki de en mantıklısı bu mekânlardaki estetik anlayışı mekân giydirme, yerleştirme mantığı ve bunu oyunculuk ağırlıklı rejilerle yeniden harmanlayarak ortaya konan bir estetik anlayışı olmalı. Bu da rejiye hakiki zekâ ve oyuncuya samimi oyunculuk fırsatı veren bir tavır içinde ele alınmalı. Ama bu defa da ortaya yeni sorular ve sorunlar çıkıyor. Genelde deneyimsiz, bazıları gerçekten yetenekli, ama bir kısmı da sahne üstü doğallık anlayışını hayattaki doğallıkla karıştırıp daha bir oda içinde seslerini dahi duyuramayan, klasik eğitimdeki ses ne nefes tekniklerini reddedeyim derken yerine koyacak yeni bir şey bulamayan ve artikülasyonu anlaşılmayan genç oyuncularla yeni bir estetik anlayışı yaratmak olası mı? Ya da rejiyi atraksiyonların peş peşe birbirini takip etmesi olarak düşünen ya da gerçekçi olacağım diye ipin ucunu kaçırıp sahne üstünü kendi oturma odasına ve arkadaş ortamına çeviren yönetmen adayları bu estetik anlayışı kuracak kadar kavramsal, düşünsel olarak bu işle ilgilenmişler midir? Ya da sahne üstünü, o dar mekânı parçalı da olsa bir bütünsellik içinde değerlendirebilecek ve bunu belli bir estetik anlayış içinde yapabilecek kaç tane sahne-mekân tasarımcısı var?

Bunların ötesinde bütün bunlar maddiyata gelip dayanıyorsa, maddiyat dışında yalın (ama basit ve bayağı olmayan) çözümler ortaya koymak mümkün mü acaba? Yani teknoloji artık Doksanlı yıllara göre daha ekonomik, kullanılabilir, gelişkin ve işlevsel. Ama bunu sağlayabilecek bir mentalitenin varlığı da gerekiyor bu alanda. Yani rejisör, yapımcı her kimse kendi yapamadığı takdirde, doğru olarak yönlendirebileceği kişilerle çalışabilir mi acaba?

Belki de bu anlamda atılabilecek ilk adım, ülkemizde tiyatronun temeli gibi görülen ve algılanan ve dahi kabullenilen ego durumunun (sorununun) çözülmesi, rejisörün genele hizmet edecek ehil ellerle çalışması gerekliliğidir. Yani yetkinin dağıtılması durumu. Ama bünyemize ve nerdeyse genlerimize işlenmiş totaliter yapılardan sapmayı öğrenmek, haddini bildirmek yerine haddini bilmek de bu anlamda elzem olarak beliriyor.

Yeni tiyatro yapmaya çalışanların bu işe devam edebilmeleri, hayal kırıklıklarını yapıcı bir tiyatro anlayışıyla ikame edebilmeleri için gerçekten okuyup kendilerini geliştirmeleri gerekliliği ortada. Parasal olarak tiyatroyu çevirecek bir sponsor bulabilmek kadar zihinsel olarak de gelişimine katkı sağlayıcı bir mentor ya da sponsor bulmak ama bunların da ötesinde katkıyı kendisi sağlaması da önemli.

Yani gerçek anlamda estetik bir canlanmanın sağlanması henüz uzak görünüyor. Ama nicelik anlamında bir canlanmadan ve farklı içeriklerin sahne üstüne gelmesinden doğan bir canlanmanın olduğu gerçeği de yadsınmamalı. Eksikler halledildiği takdirde nitelik açısından da çok önemli bir canlanmanın eşiğindeyiz. Yeter ki yeni küçük tiyatrolar seyircilerinin hoşgörüsüne çok fazla sığınmasınlar ve güvenmesinler. Ve de tiyatral/gösteri manasında varlık göstersinler.

newplays-blog.de

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.