İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları yönetmeliğinin değişmesinin ardından kopan fırtınaya Başbakan Erdoğan’ın ‘Özelleştirilecek’ diyerek son noktayı koyması, yönetmelik karşıtı İSTİŞAN grubu üyesi tiyatrocuları daha da kızdırdı. İSTİŞAN sözünü sokakta söylerken, mikrofonu, olan biteni izlemekle yetinen muhafakazar camianın tiyatrocularına uzattık.
Tüm tartışma İBB Şehir tiyatroları yönetmeliğinin değiştirilmesiyle başladı. Yeni yönetmeliğe göre artık oyunların seçimini sadece sanatçılar yapmayacaktı. Bu durum, yıllarca Şehir Tiyatroları’ndan ekmek yiyen oyuncuları fena kızdırdı. Sokağa çıkıp bağırıp çağırmaya başlayan sanatçıları görenler, kendisini ‘hayırdır, şehir tiyatrolarında yokedilen bir şey mi var’ sorusunu sormak zorunda hissetti. Sanatçıların bu soruya cevabı ise ‘özgürlük’ oldu. Artık istedikleri oyunları oynayamayacaklarını savunan sanatçılar, bu kez karşılarında Başbakan’ı buldu. İstanbul Büyükşhir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde şehir tiyatroları oyuncularını yakından tanıma fırsatı bulan, gerek belediye gerekse Başbakanlığı döneminde şehir tiyatrolarına karışmayan Erdoğan, sanatçıların özgürlük feveranına hay hay dedi ve ardından ekledi: “Bakanlar Kurulu’na özelleştirme teklifi götürüyorum. İşte buyurun özgürlük, istediğiniz oyunları istediğiniz gibi oynayın.” Başbakan yıllardır halkın vergileriyle tiyatro yapan, kendileri dışındaki kitleyi cahil, sanattan anlamaz ilan eden despot tavrın artık geride kaldığını da dile getirdi. Başbakan aslında haftalardır sosyal medyada ve çeşitli mecralarda mevcut yapının içyüzünü deşifre eden muhafazakar oyuncuların tespitlerine kulak verdi. Peki işin aslı ne? Yeni yönetmelik ne getirecek? Mevcut düzenin değişmesini kim neden istemiyor? bu soruların cevabını senelerdir tiyatro mevcut anlayışın baskısı altında sanat icra etmeye çalışan isimlere sorduk.
EN RAHAT DÖNEMLERİ
Yılardır devletin bütçesiyle rahat bir şekilde oyunculuk mesleğini icra edenleri vicdanlı bir şekilde konuşmaya davet eden oyuncu Ahmet Yenilmez, asıl haksızlık edilenlerin yıllardır ideolojik sebeplerden dolayı kadrolara alınmayanlar olduğunu dile getiriryor. Yenilmez: ‘Son dönemde meydana gelen tartışmaların sebebi ‘mesuliyetsiz, mesnetsiz bir sanat anlayışının, şımarıklığın’ tezahürüdür. Ne acıdır ki bu şımarıklık idarenin müsamahası, aman bir tatsızlık olmasın korkusu altında palazlanmıştır. Samimi ikazlara “aman ya bizimkiler yine konuştu, bu Ahmet de amma konuşuyor” diyerek görmezden gelinmiştir! Milli, İslami muhafazakar siyasetin seçim meydanlarında okkalı sloganlarla medeniyet iddası olmasına rağmen bu iddanın olmazsa olmazının edebiyat ve sanat olduğu ısrarla görülmemiştir! İddia ediyorum ki Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları tarihlerinde en rahat çalışmayı bu iktidar döneminde yapmışlardır. Ama bu Şehir ve Devlet Tiyatrosu oyuncularını aklı selime değil, şımarıklığa ve azgınlığa sevk etmiştir. Öylesine sevk ettiki Başbakan’ın evladına sahneden hakaret etmeyi bir meziyet saydılar! Başörtülü bir seyirci salondaysa ona mutlaka laf attılar! Ortada bir edepsizlik vardır. Tiyatronun sorunları başkadır; binlerce tiyatro bölümü mezunu arkadaşlar günü bir simit yiyerek geçiriyorlar. Bunlar bu bulanık halde konuşulmaz. Öncelikle Kültür Bakanlığı Turizm Bakanlığı’ndan ayrılmalı. Çünkü turizm genel bütçeye katkısından dolayı kültürü gölgede bırakmaktadır. Acilen sanatın her dalında kurultaylar toplanmalı yeni anayasa ve kanunlarda reformlar yapılmalıdır.’
İMKANI OLMAYAN SANATÇILAR NE YAPSIN?
Tiyatro oyuncusu Zühal Öztürk Murat Bardakçı’nın dile getirdiği ‘Tiyatroların özelleştirilmesi yarım asır önce yapılması gerekiyordu. Hatta sadece tiyatroların değil; isminin başında “Devlet”, “Cumhurbaşkanlığı”, “Kültür Bakanlığı” yahut “Belediye” ibarelerinin bulunduğu bütün kuruluşların özelleştirilmesi gerekir!’ açıklamasına katıldığını dile getiriyor. Öztürk:’Devletin tiyatrosu olur mu? Yoksa sanat daha özgür bir şey midir? Yıllardır tartışılan bir konu zaten… Eğer gerçekten özgürlükçü sanat yapmak istiyorlarsa böyle bir karar günlerdir süregelen ‘Sanatta bürokrat yönetici olur mu?’ tartışmalarına da bir nokta koyuyor. Bu kurumlarda keşke kusursuz yöneticiler olsaydı. Yirmi yıldır hiçbir oyunda oynamayan fakat maaş alan oyunculara ayrımcılık yapılmasaydı bugün böyle tartışmalarda olmayacaktı.’ açıklamasında bulunan Zuhal Öztürk, kendi imkanlarıyla sanat icra edenleri takdir ediyor; ‘Beni bu ülkede türlü imanksızlıklarla sanat yapmaya çalışanlar daha çok ilgilendiriyor. Kendi imkanlarıyla tiyatrosunu ayakta tutmaya çalışan o kadar çok sanatkar var ki, onları takdir ediyorum.’
“Başbakan ‘memur tiyatrocu’ları iyi tanıyor”
Şehir Tiyatroları’nda yönetmelik değişimine kimileri ‘bürokrasinin ağırlığı’, kimileri de ‘gerekliydi, geç bile kalındı’ dedi. Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi olarak “Şehir Tiyatroları Hepimizin” dediniz. Meseleye sizin bakışınız nedir?
Yakın zamana kadar öyle çok büyük krizler oluşmadan belediye-tiyatro uyumunun devrede olduğunu gördük. Aslında ortada büyük bir sorun vardı ve bir taraf hep ‘düzelir’ beklentisiyle beklemeyi uygun görüyordu. Nihayet tiyatro tarafının neredeyse ‘Belediye’yi hiçe sayar gibi çalışmasına belediye ‘yönetmelik’le cevap verdi. İşte bu noktada mesele düğümlendi. Çünkü Şehir Tiyatroları’nda ciddi bir klik var. İstanbul Şehir Tiyatroları Sanatçıları Derneği (İSTİŞAN) dediğimiz yapılanma, iç muhalif yapıyı diri tutuyor, belediye cenahından yapılacak tüm hamlelere protestolarla cevap veriyor. Biz, Türkiye Yazarlar Birliği olarak bu meselede çözümden yana durduk. Yönetmelikle gelebilecek bürokrat ağırlığının doğru olmadığını, belediyenin kendi belirleyeceği sanatçılara vereceği desteğin doğru olacağını düşündük. Ancak belediyenin bir adımına kuvvetli bir destek verdik. Repertuar kurulunun genişletilmesi önerisi oldukça yerinde ve bu değişim bugüne kadar sorun oluşturan meselelerde doğru bir yerde durabilmeyi kolaylaştırabilir.
SAHNEYE KENDİ DÜNYALARI HAKİM
Repertuarın genişletilmesi nasıl işe yarayacak?
Şehir Tiyatroları’nda öyle bir yapı var ki, kendi yaptıkları dışında doğru bir iş olabileceğini düşünmüyorlar. Yedi Tepeli Aşk’ta Alevi ve başörtülü vatandaşlarımızı rencide eden bir oyunu sahneye koyabilen bir yapı, İstanbul Efendisi’nin özel gösteriminde de yerel yönetimlerin seçilmiş başkanlarına olmadık oyuna yedirilmiş hakaretlerde bulunabiliyor. ‘Aşk Hastası Şeyh Galip’ oyununu eline güç geçtiğinde sahneden çekenler, kendi dünyaları dışındaki hiçbir yazara sahnelerini açmıyorlar. Artık bunu kimse yapamayacak.
Acaba yeni gelenler düşüncelerini dikte ettirip ‘artık üstünlük bizde’ derler mi?
Bu süreçte muhatap olduğum farklı kesimlerden insanlar bu konuda kaygılarını dile getirdiler. Ben bu konuda kafa karışıklığı olduğunu, bunun doğru bir eleştiri olduğunu düşünmüyorum. Repertuar kuruluna gelecek olan insanlar kültür hayatımıza katkı sunmuş yazarlar olacak. Rövanşist yaklaşımlar olacak idiyse 1994’ten beri aynı düşünce belediyede iktidarda. Neden daha önce yapmadı? Bunca zamandır ideolojik takıntılarından kurtulamadıkları halde olgunlukla işi yürüten belediye cenahına ‘siz bu işten anlamazsınız, paramızı verin susun’ demek yakışıksız bir tavır değil midir? Yeni repertuar farklı kesimleri bir araya getirecek ve -her türlü- ideolojiyi dışta tutarak, bu halkın değerlerini önemseyen kişiliklerin de görüşlerini açıklamasına zemin hazırlayacak.
BAŞBAKAN ‘MEMURLARI’ İYİ TANIYOR
Başbakan’ın bu açıklamasını bekliyor muydunuz?
Kendi adıma söyleyeyim; üzülerek bekliyordum. Çünkü sayın Başbakan belediye başkanlığı döneminde kendisine karşı ideolojik tutum alan ‘memurları’ çok iyi tanıyor. ‘Tiyatro memuru’ olup da ‘hakaret etme özgürlüğü’nü kullananların neler yaptığını gayet iyi biliyor. Son dönemde de neler yaşandığını, nasıl bir pervasızlığın hüküm sürdüğünü, yapılacak yeni çalışmalarda nasıl bir engelin başkanın önüne çıkarıldığının farkında. Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılıp yerine cami yapılacak diye ortalığı ayağa kaldıranların Darulbedayi’nin geniş ve biricik arşivinin bir müze yapılarak korunmasını engelleyenler olduğunu da iyi biliyor. Maalesef şov tiyatronun önüne geçmiştir.
Yönetmeliği kabul edilemez bulanlar şimdi de Başbakan’ın açıklamalarıyla şaşkına uğradılar. Bundan sonra ne olacak?
Artık ok yaydan çıktı. O en baştaki kibirli tavırlar, sadece ‘biz bilirizci mantık işlemez durumda. “Madem özgür sanatçısın buyur kendi sahneni kur, cebinde gezdirdiğin 15 bin seyircin zaten hazır, belediyede tiyatrocu memur olma!” denilmesi gereken şovmenleri kendi sahnelerini kurmaya ikna edelim. Özel ve özgür tiyatroda iyi oyunlar sahnelesinler. Özel tiyatroların gelişeceği bir döneme giriyoruz. Ortada katsayı adaletsizliği gibi bir durum var. Özel tiyatrolar bin bir zahmetle oyun koymaya çalışıyor, ödenekli tiyatro oyuncuları dizi saatlerine göre oyun ayarlıyor, yeni sahnelerin açılması fikrine de o kadar yeterli değil kadrolarımız açıklamasını yapıyorlar. Konservatuardan gelebilecek olanların önünü kesip, arkaik modellerini ayakta tutmaya çalışıyorlar. Tiyatro değil ama arpalık bitti.
Peki tiyatrolarda yapılacak olan yeni düzenlemelerle Darulbedayi’nin ötekileştirmeyen birleştiren yapısı yeniden uygulanabilir mi?
Aslında Şehir Tiyatroları bize ‘Darulbedayi’ geleneğini taşıyan bir kurum. Yapısal değişimlerin doğru olacağını görüyoruz. Ancak özelleştirme konusunun biraz daha üzerinde düşünülmeli. İnanıyorum ki, Şehir Tiyatroları içinde gerçekten bu geleneği önemseyen sanatçılar var. Bugüne kadar belediye yetkilileri kendilerini seçen halkın beklentilerini dillendirmeden sadece ‘tiyatrocuların taleplerini yerine getirme’ye odaklandıkları için yanlış anlaşılmış olabilirler. Bu saatten sonra da ‘bizim dediğimiz olacak’ dayatmasının olmayacağını, olmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Şehir Tiyatroları ‘halkın tiyatrosu’dur. Vatandaşın problemlerini sahneye ‘ayrımsız’ yansıtabileceğine inanıyorum. Bu ülke çok acılar çekti. Farklı görüşlerin acıların sahnelere ulaşması en büyük dileğimiz. Artık sahnelerin de apoletlerinden sıyrılmasının, sivilleşmesinin zamanı geldi.
Muhafazakarlara nefes bile aldırmadılar
Tiyatro Külliyen Genel Sanat Yönetmeni Osman Doğan’ın görüşleri ise şöyle: ‘Bu ülke tiyatrolarında yıllarca Marks’ı, Lenin’i, Freud’u yıllarca izledik. Müstehcenliği sanatın özgürlüğü olarak gördük. Sistemleri eleştirdik, dini yerden yere vurduk. Ve sonuçta sanat bir kesimin kendi dili olarak gelişti. Bize de sadece kenarından bakmak düştü. Mesela biz Şehir Tiyatroları sahnelerinde istediğimiz oyunları oynayamadık. Şimdi her şeyin bittiğini söylüyorlar. Bu mümkün müdür? Devlet ödenek vermeyeceğiz deyince küplere biniyorlar. Ama devlet müdahale edince de aynı şekilde sinirleniyorlar. Bu ironi insanı tebessüm ettiriyor. Konservatuarlara yıllarca kendi öğretileriyle mezun ettikleri öğrencileri kabul ettiler. Muhafazakar olarak bunların içerisinde nefes alma imkanımız bile olmadı. Hasbelkader konservatuar bitirmiş bile olsak, ödenekli tiyatrolara alınma durumu rüyadan öteye geçmedi. Dalga geçtikleri dil “özgürlük” anlayışlarıyla bağdaşmıyor. Tuhaf bir fobi var bu insanların üzerinde. Sanıyorlar ki, muhafazakar izleyici kitlesine hitap eden oyunlar olursa kendileri yok olacak ve bitecek. Sarsılmaz ve köklü sanat anlayışları bu kadar basit mi çöküyor? Bu insanlar maaşlarını düzenli olarak yıllarca aldı. Biz özelde kendi yağımızla kavrulmaya çalışırken onlar imkanların içerisinde rahattılar. Gündeme baktığımda boş yere göğe yükselen bağırmalar görüyorum. Yapılan müdahale doğru olmayabilir. Sanata hiçbir baskının olmaması gerekir. Ama ortaya çıkan durumdan ötürü de siz bir görüşü aşağılayıp, küçük görüp, alay edemezsiniz. Kimse size bu hakkı vermez!’