Bülent Sezgin
AKP hükümetinin Şehir Tiyatroları yönetmeliği ve bürokratik sanat kurumlarının örgütsel yapılanması (İBBŞT; Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi vs.) konusunda kendince bir değişiklik tasarısı hazırladığı bugünlerde, tiyatro camiası içinde haklı tepkiler devam ediyor. Ancak oluşan tepkilerin “Özerk ve Özgür Bir Tiyatro İstiyoruz” sloganından çok da fazla ileriye gidemediğini söylemek sanırım abartılı olmaz.
Kamuoyunda oluşan muhalefetin ana motifinin “Karanlığa Karşı Sanat” ve “Tehlikenin Farkındayız” ekseninde kalması, bana kalırsa özerk bir sanat paradigması konusunda somut ve rasyonel bir eylem planının olmamasından kaynaklanıyor. Bunun nedeni de bence, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana himaye görmüş ve devlet destekli olarak gelişmiş bir kültür sanat ortamının olmasıdır. 1960’lı yıllardaki amatör ve alternatif tiyatro bölgesindeki radikal-politik çıkışları saymazsak, sanat alanının ağırlıklı olarak hami devletin şemsiyesi altında yapılandırıldığı, 1980’ler sonrası ise sermaye çevrelerinin de işin içine girdiği söylenebilir.
Özerk ve demokratik bir örgütlenme anlamında sanatçılarımızın sicilinin çok da iyi olmadığı herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Bugüne kadar bürokratik sanat kurumlarının çoğunda KİT (Kamu İktisadi Teşebbüsü) mantığıyla hareket edildiği ve memur-sanatçı anlayışı egemen olduğu için, yapılması düşünülen değişiklikler acı bir reçeteyi ortaya çıkardı.
Son kertede AKP hükümetinin neo-liberal ekonomik politikalar ve milliyetçi-muhafazakâr kaygılardan hareketle hazırlamayı düşündüğü yeni planlamaların reddedilmesi gerektiği ortada. Ancak akıllara şu soru da geliyor. Hemen hemen her yerde yazılı düzeyde çok fazla olmasa da “peki kardeşim eski sistem çok mu iyiydi ki hala köhnemiş bir sistem savunuluyor” dendiğine şahit oluyoruz. Peki, neydi eski sistem? Biraz içeriden bir dille yazacağım.
- Eğer eski sistem, oyun ve repertuar seçimlerinde bilimsel bir sorumlulukla ve şeffaflıkla hareket etmeden, sırf dönem arkadaşı ya da yakını yazar payı alacak diye estetik yoksunu projelere imza atmaksa,
- Eğer eski sistem, ara ara çift maaş alıp, uzun bir süre hiçbir oyunda oynamadan dizi ve reklam sektöründe cirit atmaksa,
- Eğer eski sistem yıllarca norm kadro açılmayan, açılsa da kadroların eş-dost ilişkileriyle doldurulması, Beyaz-Türk anlayışıyla yapılan eleme sınavları ve cinsiyetçi casting sistemiyle oyuncu seçimi yapılması ise,
- Eğer eski sistem halkın vergileriyle yapılmış tiyatro binalarını amatör-alternatif tiyatrolara açmamaksa,
- Eğer eski sistem rol alabilmek isteyen kadın oyunculara “tanrı yönetmenler” tarafından cinsel tacizde bulunmaksa,
- Eğer eski sistem Türkçe dışındaki dillerde oyun sahnelemeye sembolik olmanın ötesinde izin vermiyorsa,
- Eğer eski sistem yenilikçi arayışlara yönelmeden, sıkıcı ve didaktik oyunlarla seyirciyi uyutmaksa,
- Eğer eski sistem, oyunların sahne amirinin oyuna başlamadan önce “Haydi beyler son fırtlar” demesiyle başlıyorsa,
Bu satırları okuyan birçok kişi eski sisteme karşı çıkacaktır. Lütfen kendimizi kandırmayalım, bir şeylerin değişmesi gerektiği gün gibi ortaydı. Ancak hazırlıksız yakalanıldı ve AKP hükümeti bu konuda muktedir pozisyonu ile sanatçılara güzel bir çalım attı. Ama özelikle bürokratik sanat kurumlarında çalışan sanat emekçilerinin iradesi bu noktada önem kazanıyor. Kriz zamanları insanları değişim yönünde mecburi adımlar atmaya zorlar. Bana kalırsa özeleştirel ve samimi bir tonda konuşulması da gerekiyor, yazılan çizilen bildirilerde bu yönün oldukça eksik olduğunu düşünüyorum. Sadece “bunlar bizi yok etmeye çalışıyorlar” demek de yetersiz kalıyor.
Bu yüzden, artık “Özerk ve Özgür Bir Tiyatro İstiyoruz” diyenlerin gerçekten ne istediğini iyi tanımlamasının vakti. Örneğin Avrupa’da oldukça yaygın bir sistem olan proje üretimi merkezli fon sisteminin Türkiye’deki sanatçıları tedirgin ettiği gözlemleniyor. Bana kalırsa bu tedirginliğin en büyük nedenlerinden birisi üretimsizlik kaygısı. Bugüne kadar çoğu kesim tabir-i caizse “salla başı al çift maaşı hesabı” çalıştı. Neo-liberal kapitalist bir anlayış şunu getirecek, “üretimin yoksa gelirin de yok”. Bu tez tiyatro gibi meta değeri az bir alanda elbette acımasızlıklar ortaya çıkaracak. Ben de AKP’nin Türkiye koşullarına çok uymayan bu yaklaşımına karşıyım, ama bunun alternatifi olarak üretimsizlik ve hantallık olacaksa ona da karşıyım.
İşin özü şu aslında, “Özerk ve Özgür Bir Tiyatro İstiyoruz” şiarının altının somut, bilimsel ve rasyonel önerilerle doldurulması. Örneğin DETİS’in yayınladığı bildirinin (http://mimesis-dergi.org/2012/06/devlet-tiyatrosu-sanatcilari-ozerk-ve-ozgur-tiyatro-istiyor/) iyi incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla İSTİŞAN’ın bu konuda somut önerilerini kamuoyuna deklarasyonu olmadı. TBMM ve Kültür Bakanlığı ile doğrudan görüşmeler Oyuncular Sendikası ve konu hakkında panel düzenleyen İKSV de bu konuda alternatif model taslaklarını kamuoyuyla paylaşmadı. 26 Mayıs 2012’de ESKADER (Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği) tarafından gerçekleştirilen Tiyatro için Beyin Fırtınası etkinliğinde ne gibi sonuçlara ulaşıldığını da bilmiyoruz. Basın yayın organlarında konu hakkında görüş belirten birçok sanatçı oldu. Ancak bir model taslağıyla ortaya çıkan henüz olmadı. Ancak epeyce veri oluştuğu gözlemlenebilir.
Devletin tiyatro ile ilişkisini sorgulama adına 2 tane önemli akademik çalışmanın olduğunu biliyorum. Birisi Dost Yayınları tarafından basılan Doç Dr. Tahsin Konur’un Devlet ve Tiyatro İlişkisi adlı kitabıdır. Diğeri de Sacit Hadi Akdede’nin Eylül yayınları tarafından basılan Kültür ve Sanatın Politik Ekonomisi, Devlet Tiyatroları Örneği adlı çalışmasıdır. Her iki çalışmada da dünya ve Türkiye ölçeğinde ekonomik ve politik bağlamda model analizleri yapılmıştır. Bu süreçte yapılacak tartışmalarda “destekli” konuşmak isteyenler için yararlı olacağını düşünüyorum.
Evet Türkiye dönüşüyor, dönüşümde ben de varım diyenlerin yeni bir paradigma ile modeller oluşturması gerekiyor. Eğer sanatın uzun maratonunda koşmaya devam edeceksek, devlete bağımlı modeller yerine alternatif modeller üretmeliyiz.
4 yorum
“Akademik” olma iddiası taşıyan, ama “Bilgi”den çok, “Fikir”le beslenmiş bir yazı olarak değerlendiriyorum… Yazık…
Paradigmasına kurban olduğum Bülent Sezgin ben seyirci olarak senin yok sandığın öneri ve öz eleştirilerin varlığından haberdarım. Bu konuda düzenleme yapılması talebinin, eleştirdiğin kesimden geldiğini, çalıştay raporları, Yüce Erten’in kitabıyla “nasıl olmalı” sorularına yanıtları bulunduğunu biliyorum. Yalnız sloganları değil, en azından bir kaç televizyon programını izlemiş olsaydın sen de rasyonel bir eylem planını olduğundan haberdar olurdun ve kendini bu kadar üzmezdin. Sevgiler.
ders alınıp,ivedilikle öneriler üretilmesi gerekiyor..elbette eski alışkanlıklardan silkinerek..suçlama ve yazıklanmalara girmeden,nesnel gözle..
Değerli Bülent Sezgin,
konularımıza ilişkin yazıları takip etmeye çabalıyorum. Ama bu yazı gözümden kaçmış. Yaklaşık iki ay sonra, şimdi gördüm ve bir not düşme ihtiyacı duydum:
Ödenekli tiyatrolar alanının sorunları ve çözüm önerileri üzerine 2000 yılında Boyut Yayınevi tarafından yayınlanmış bir kitabım var: “Devletin Tiyatrosu Olmaz! (Mı?)”… Akademik olup olmadığı konusunda kuşkusuz kararı başkaları verecektir. Ama elimden geldiğince somut irdelemeler yapmaya çalışarak yazdığımı, okuyunca göreceksiniz umarım.
O kitabı okuduktan sonra bu yazınıza bir ek yapmanızı istemek çok mu olur?
Dostlukla.