[Ömer Faruk Kurhan Mimesis’in Elazığ Kütüphanesi’ne sokulmama kararına dair yazısını fkurhan.blogspot.com adresinden alıntılıyoruz.]
Tiyatro üzerine bambaşka konulara dalmışken, Elazığ İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğünün, üç kişinin şikâyetini göz önüne alarak, Mimesis’in 19. sayısının Elazığ il ve ilçe halk kütüphanelerine bağış yoluyla da olsa gönderilmesini yasaklayan bir karar aldığını öğrendik.
Gerekçe bilimsel bir makale bağlamında yer verilen antik Yunan dönemine ait figürlere çocuklar tarafından erişiminin sakıncalı bulunmasıydı. Yani Müdürlük, kütüphane görevlilerine Mimesis’in bu sayısını çocuklar talep ederse geri çevirin demeyip, kestirmeden sorunu çözmüş.
Şu anda bu absürt karar, Kültür Bakanlığı’nın kararı ile çelişki halinde. Çünkü Mimesis’in çeşitli il ve ilçe kütüphanelerine gönderilmesini sağlayan bu bakanlıktır.
Böylece, Türkiye’de “muhafazakâr” sanat bağlamında yaşanan tartışmalara Mimesis aracılığıyla antik Yunan sanatı da dâhil edilmiş oldu. Sanıyorum konuyla ilgili en bilgilendirici açıklama Mİmesis’te yayınlanan makaleyi yazmış olan Sarah Culpepper Stroup’tan geldi. Mimesis’e gönderdiği mektupta (“Müstehcen” Makalenin Yazarından Mektup Var), şunun altını çiziyor: “Sansürün de ötesinde böyle bir uygulama tarihe yönelik revizyonist bir yaklaşımıdır. ‘Eğer beğenmiyorsak, ortadan kaldırırız ve olmamış gibi davranırız.’”
İzleyebildiğim kadarıyla, başta TEB olmak üzere çeşitli sivil toplum örgütleri konuya ilgisiz kalmadılar ve önemli açıklamalarda bulunuyorlar. Her zaman olduğu gibi, TEB Başkanı Üstün Akmen’in bu tip konulara karşı örgütlediği hızlı duyarlılık, bu olayda da devreye girdi ve bir hayli uyarıcı oldu.
Tiyatro dünyası aylardır “muhafazakâr” baskının etkilerini iliklerine kadar hissediyordu. İKSV Tiyatro Festivali ile başlayan ve iç içe geçen hareketlenme ve sonrasında düzenlenen Sanat Maratonu meydana gelen tepkinin sokağa taşmaya başladığına işaret ediyordu. Tam yaz ve de tatil rehaveti başladı mı derken, Elazığ İl Halk Kütüphanesi Müdürlüğünün aldığı yasaklama kararı, “muhafazakâr” baskının pek de tatil yapmaya niyeti olmadığını gösterdi.
Tahminime göre bu gidişatın sonu yoktur. Elazığ İl Halk Kütüphanesi nere, merkezi hükümet nere dememek lazım. Kültür Bakanlığı, AKP hükümeti ile kültür sanat çevreleri arasında bir kanal işlevine sahipti, ama bir yara da Mimesis’in 19. sayısının yasaklanmasıyla aldı.
Yakın zamana kadar liberal çevrelerin “Yetmez, ama Evet” sloganıyla özetlenebilecek uzlaşma ve destek politikaları artık işlemiyor ve bir kopuş yaşanıyor. Bu ayrışma bir türlü yeni bir uzlaşma zemini yaratılarak durdurulamıyor. Bu gelişme bir ara “otoriter demokrasi” (Ahmet İnsel) denilerek yumuşatılmak istendi, ama daha sonra “proto faşizm” (Halil Berktay) kavramı daha kullanışlı görünmeye başladı.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay tabii ki merkezi hükümet ile kültür sanat çevreleri arasında liberal köprü görevi görme gayretinde. Mesela Mimesis’in başına gelen olaydan hiç hazzetmediğini düşünüyorum. Muhtemelen “Al başına bir bela daha!” diye düşünmüştür.
O hâlâ solcu ve liberal bir bakan. “Liberal” terimi bu ülkede o kadar yanlış kullanılıyor ki, mesela “liboş” diyerek husumet ilanlarında bulunanların dahi liberal bir tutum içinde olabildiklerini gösterdiğimizde, “hayır, olabilemez” türünden tepkiler alabiliyoruz.
Bugün durum farklılaşıyor: AKP hükümetinin liberal çevrelerin önemli bir bölümüyle yaşadığı uzun balayı bir geçimsizlik halini almış durumda. “Yetmez, ama evet” zemini artık yok. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı hâlâ makamında tutan, liberal çevrelerle yaşanan geçimsizliğin henüz net bir boşanmaya dönüşmemiş olması. Yoksa “muhafazakâr” kültür sanat komiseri İskender Pala’nın talebi doğrultusunda çoktan istifa etmiş olması gerekirdi.
Tiyatro alanında meydana gelen sanatçı hareketlenmesi, Türkiye’nin gerçeklerinden kopuk olmak bir yana, neredeyse bire bir örtüşüyor. Mesela ben bir ara “Kim ne derse desin, Haluk Bilginer tiyatromuzun en avangardı” derken biraz da provokatif bir çıkış yapmıştım. Fakat beklenebileceği gibi kimse çıkıp ne demek istiyorsun diye sormadı.
Oysa mesele gayet basit: Haluk Bilginer’in ana aktörü olduğu Oyun Atölyesi, Türkiye’de özel tiyatrolar alanında ana akım tiyatronun kurucu unsuru olma yolunda en ileri adımları atan ve önde (avangard) olan tiyatro olma özelliği taşıyor ve bunu daha tutarlı bir şekilde yapıyor. Sol liberal bir eğilimi temsil ediyor ki bu da bir yerde mecburiyet, tiyatro sonuçta kapitalizmin içselleştirebildiği değil, ancak sosyal devlet iddiası içinde kapsama alanında tutabileceği sanatları içine alıyor.
Şu anda Türkiye’de oluşmaya başlayan tiyatro muhalefeti liberal bir eksene sahiptir. Doğal olarak bu eksenin etrafında daha radikal önermelere sahip etkili çıkışlara da yer olacaktır. Fakat bunu abartmak gerçekçi olmaz.
“Muhafazakâr” baskı, bir mahalle değil iktidar baskısı. Mimesis, Elazığlı çocukların alıp okuduktan sonra içindeki antik Yunan dönemine ait figürleri gördükleri ve bunu fark eden aileler ilçe ve il halk kütüphanelerine başvuru yaptıkları için yasaklanmadı. Ama tezgâh böyle kuruldu. Bunu en iyi halk adına açıklama yapan ELÖYDER (Elazığ Öğretmenler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) gösteriyor. Onlar topluma farklı öğretilmesini istiyorlar. Bunun için “mahalle baskısı” yaratıyorlar.
Varsayalım ki Elazığ Baskil ilçesinden bir köylü üzerinde “ayıplı” figürler bulunan antik bir vazo buldu. Acaba ne yapar? “Ne kadar ayıp!” deyip parçalar mı? Hiç sanmıyorum. Eğer biraz uyanıksa, bunu “Kaç paraya kime satabilirim?” diye düşünür. Ya da belki, memleket adına doğru olanı yapar; saf saf gidip civardaki bir müzeye teslim eder. Peki, o vazoyu Mimesis’in “muzır” sayısından şikâyetçi öğretmenlere teslim etse, onlar ne yapar?
Halkı tanımayı gerçekten bilmek lazım; halk kurgusu başka, halk bilgisi başkadır.
NOT:Bu yazının son paragrafını, “Baskilli (Öğretmen) Velinin Dilekçesi Üzerine” yazısıyla ve akla ziyan twitleriyle, sırf Oyun Atölyesi’ne karşı istediği gibi haber yapmadığı için sanal husumetini Mimesis’e de yayan, bununla da kalmayıp sırf kendisini destekledikleri için nefret ve küfür yayınlarına düzenli şükran köprüleri atan, bir ara oyun eleştirmenliği adına umut vaat etse de, şu sıralar sanal âlemin tescilli dedikodu yazarı ve twitçisi Melih Anık’a ithaf ediyorum.