Yaşam Kaya
Fransız Kültür Merkezi ve İKSV tarafından ‘İstanbul Tiyatro Festivali’ kapsamında organize edilen, Fransa’nın dünyaca ünlü tiyatro eleştirmeni Jean Pierre Thibauda ile beş günlük ‘tiyatro eleştiri atölyesi’ gerçekleştirdik. Atölye kapsamında birisi yabancı dördü yerli yapım oyunları izleyerek, oyun ertesi Fransız Kültür’de oyunlar hakkında detaylı tartışmalar yaptık. Jean Pierre, Fransız Le Monde Gazetesi’nde başlayan gazetecilik mesleğini 1968 öğrenci hareketlerine dayandığını uzun uzun anlattı. Sol kültürünün yanında Fransa’da sola yönelik geçmişteki baskıları dinlediğimizde bizden bir konuyu tekrar etmiş olduk. Akademisyenler, gazeteciler, eleştirmenler beş gün boyunca oyundan oyuna koşturduk. İKSV’ nin Türkiye’ye getirdiği beş yabancı tiyatro oyunun en önemlisi Ostermeier’in ‘Hamlet’ini geçtiğimiz yazılarda eleştirmiştim. Bu hafta İsviçreli Martin Zimmermann ve Dimitri de Perrot ikilisinin yönettiği ‘Hans ya da Heiri’ye değineceğim.
Avrupa’da Amerikan Kültürüne İsyan!
Zimmermann ve Perrot’un hayal süzgecinde başlayıp, rutinin ne olduğu ışığı altında, dünyanın kendisini tekrar eden döngüsünü eleştiren; insanların aslında kendi hayatlarını yaşamadıklarını, onlara biçilen rolleri devamlı tekrar ettiklerini aktaran ‘Hans ya da Heiri’ çarpıcı bir sahne şölenine sahip! Geleneksel Avrupa tiyatrosunun kukla, maket yapısıyla, akrobat oyuncuların büyüleyici dans gösterisiyle oyun sözsüz bir gösteri. Walter Benjamin’ in söylediği ‘sahne-nesne’ ilişkisini devrimci misyonla algılayan sanatçılar seyirciye yaşadığımız dünyanın ne derece sahte bir görüntüye sahip olduğunu açıkça göstermişler.
Sahnenin bir köşesi müziğin ince ritmini ayarlayan kabinle, diğer tarafı kare şeklinde dört parçaya ayrılmış devasa büyüklükte dönen bir mekanizmayla doldurulmuş. Tahtalar, masalar, sandalyeler, kutular oyun ilerledikçe dansın, sirk gösterisinin içinde eriyip gidiyor. Konuda herkes birbirini taklit ederken, aynı döngü içinde sıkışan yığınlar karşımıza geçiyor. Kapitalizmin savaşlarla soydaş insanları birbirine düşman ettiğini, zenginlik içinde rahat nefes aldığını zanneden kişilerin ne derece yapay bir dünyada yaşadıklarını konu aktıkça anlıyoruz.
Amerikan kültürüne Hollywood’ un en meşhur filmlerinden birisi olan Percy Adlon’ın Bağdat Kafe / Bagdad Cafe film müziğiyle saldıran Zimmermann ve Perrot, kapitalizmin ‘arkadaşlık, dostluk’ ilişkilerini nasıl hayvanlaştırdığını çarpmış suratımıza. Öldürmek, öldürülmek kapitalizm için sıradan bir olgu. İnsanın hayatı para üstüne kurgulu yapıda şekillendiği sürece, ‘Hans ya da Heiri’ gibi biz de devamlı kendimizi tekrar edip dururuz.
Avrupa’da son zamanlarda dikkatimden kaçmayan olaylar silsilesini bu oyuna bağlamalıyız. BirGün okurları bunun farkında, ama ben yine de tekrar etmeliyim. Yunanistan, İtalya, Fransa, İspanya… gibi ülkelerde son zamanlarda ‘sol’ ciddi bir sıçrama gösterdi. Amerikan güdümlü hükümetlerin ürettiği Neo-Liberal politikalar ekonomik krizle bir bir çöktü, sağ eğilimli politikalar sandıkta büyük hezimet yaşadı. Sonuç itibariyle meclislerinin yapısı değişen Avrupa ülkelerinin ürettiği sanatsal politikalar da büyük devinim gösterdi. Artık kapitalizmin insanları insanlıktan çıkardığını, hayvanca ilkel dürtülerle toplumları kronikleşmiş düşmanlığa ittiğini tüm dünya biliyor. Aslında bunu herkes biliyordu, ama kapitalizmin nimetlerinden faydalanan insanlar gözlerinin önüne perde çekmiş, dünyanın sömürülen kesimine at gözlükleriyle bakıyorlardı. ‘Hans ya da Heiri’ perdeleri yırtıp, o at gözlüklerini çıkararak seyircisine; ‘bak, yaşadığımız sistem bizi bu hale getiriyor!’ diye açıkça haykırıyor.
Zimmerman’ın kendisi gibi sirk kökenli sanatçıları Dimitri Jourde, Gaël Santisteva, Mélissa Von Vépy, Methinee Wongtrakoon ile dansçı ve pilates eğitmeni Tarek Halaby oyunun asıl kahramanları. Sahnedeki dönen yapı içinde gerçekleşen eylem; tahtalarla, kuklalarla kurulan ilişki oyuncuların ne derece konuyu özümsediklerini kanıtlıyor. Olağanüstü kadro var sahnede.
İKSV İstanbul Tiyatro Festivali’nin sonlarına geldik. Böylesi büyük festivalde sadece beş tane yabancı topluluğu izlememiz hem büyük şans hem de çok büyük hayal kırıklığı. Düşünün iki senede bir yapılan Türkiye’nin en büyük tiyatro festivalinde beş tane uluslararası oyun görebiliyoruz. ‘Hans ya da Heiri’ gibi prodüksiyonlar aslında kırk tane oyuna bedel, fakat yine de çeşitliliğin bol olması seyirci için önemli.