Üstün Akmen
V. Murad, 19. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun vals, kadril, polka gibi Avrupa’nın popüler dans formlarında yüzlerce beste yapmış, “sultası” 93 gün sürmüş bir sultanı. Sık sık yinelenen sinirsel buhranları nedeniyle “Deli Padişah” diye de bilinmekte. Oysa deli meli değilmiş. Amcası Sultan Abdülaziz’in (1830-1876) yerine tahta geçince, amcasının esrarengiz ölümünün sorumluluğundan çekinmiş. Kültürlü, zarif, duygusal, sanatçı ruhlu biriymiş… Tahttan indirilmiş, İstanbul Boğazı gerdanlığının incilerinden Çırağan Sarayı’na ailesi ile birlikte yerleştirilmiş, daha doğrusu hapsedilmiş.
V. Murad’ın Kendi Benliği ile İkinci Benliği
Müzikolog Emre Aracı, librettosunu yazdığı, müziğini düzenlediği, 3 Mayıs 2012 akşamı Ankara Opera Sahnesi’nde dünya prömiyerini yapan “V. Murad” balesinde, didaktik bir tarih süreci izlemek istememiş. Padişahın tutsaklık yaşamından bir günü, Sultan’ın 50. doğum gününü (21 Eylül 1890) kesit almış ve V. Murad’ı kendi benliği ile çatışan ikinci beni ile birlikte kurgulamış. Böylece, bir yandan gerçek V. Murad ile diğer taraftan zaafları nedeniyle olamadığı, ama imgeleminde pamuklara sararak sakladığı “güçlü Padişah V. Murad” karakterleriyle iki ayrı figür yaratmış. Müzikleri araştırmış, sormuş, soruşturmuş, kurcalamış, saptamış, yazmış koreografların eline bırakmış. Koreograflar G. Armağan Davran ve Volkan Ersoy, yazılı eseri ele almış, Emre Aracı’nın sözcüklerle can üflediği metni figürlere uygulamış, ortaya bir bale eseri çıkmış.
Dramatik/Lirik Fantastik Senfonisine
Emre Aracı’nın bizzat yerli ve yabancı arşivleri tarayarak saptadığı notalarla orkestrasyonunu “kısmen” hazırladığı proje, Ankara Devlet Opera ve Balesi Şefi Bujor Hoinic tarafından daha geniş bir partisyona uyarlanmış. Aracı-Hoinic ikilisi, V. Murad’ın o yıllarda bestelediği eserleri “kısmen” de olsa partisyonlarında kullanmış. Yetinmemiş, örneğin Sermüezzin Rifat Bey’in V. Murad’ın “cülûsu” vesilesiyle bestelediği hüzünlü mü hüzünlü “Prière”ini balenin uvertürü yapmış. Sultan Murad’ın Piyano Öğretmeni Guatelli Paşa’nın bestelerine, hatta onun Murad’a ithaf ettiği “Élegie”sine, Bartolomeo Pisani’nin ve Charles d’Albert’in eserlerine de yer vermiş. Yapıt, Chevelier August d’Adelburg’un Sultan Abdülmecid (1823-1861)’e ithafen bestelediği “Aux bords du Bosphore (Boğaziçi Kıyıları’nda)”un dramatik/lirik fantastik senfonisine kilitlenmiş.
Sultan Abdülaziz’in Bestesi ‘Le Gondole Barcarolle’
Senfoniye kilitlenmekle iyi de edilmiş, zira efsunlu bir yolculuğu anlatan senfoni, düşsel yapıya yaslanmış. V. Murad’ın babasının inşa ettirdiği (şimdi yerinde yeller esen) Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosunda, şehzadeliği sırasında izlediği bale temsilini anlattığı tabloda icra edilen iki görkemli vals, eser içinde kendine pek güzel yer etmiş. Sultan Abdülaziz’in bestesi “Le Gondole Barcarolle”, bir “anımsama” tablosu olan 2. Perde başındaki Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilişine yerleştirilmiş. Beste, Sultan’ın sisli bir günün sabahında kayıkla Topkapı Sarayı’na doğru sürgüne götürülüşünü anlatan tabloya pek güzel işlenmiş.
Benlik Çatışmasından Ortaya Çıkan Dramatik Yaşamdan Kesitler
Emre Aracı’nın, handiyse arkeolojik bir çalışma yaparcasına sonuca ulaştığı tarihi ayrıntılar, koreografların elinde şekilden şekle taşınmış. V. Murad’ın, Sultan Abdülaziz’in, V. Murad’ın kızı Hadice Sultan’ın ve diğer aile mensuplarının klasik batı müziği formunda bestelemiş oldukları eserlerin tınıları, koreografik çalışmalarda ilginçlikler yaratmış. Sultan’ın yaşadığı travmaların yansımaları anlatılırken, Osmanlı’nın istediği ve beklediği padişah profilinden uzak, kendi içinde yaşadığı benlik çatışmasından ortaya çıkan dramatik yaşamdan kesitler, sahneye başarıyla aktarılmış. 2. Perde 3. Tabloda Çırağan Sarayı’nın altında bulunduğu tevatür edilen Mevlevi tekkesi ve Sultan Murad’ın dervişlerden yardım istemesi, sahneye bale adımlarıyla mükemmelen yansıtılmış. Ortaya, içinde klasik baleden de ögeler taşıyan neoklasik bir eser çıkmış. V. Murad’ın yaşadığı ruhsal incinmelerin sahneye bale diliyle yansıması gibi kendi başına oluşan zorluk, Davran-Ersoy ikilisi sayesinde başarıyla aşılmış.
Kendi Başına Bir Öyküyü Anlatabilme Gücü
Aracı-Hoitic ikilisinin “leitmotif” yapıya dayandırdığı, dramatik bütünlüğü olan yapıt, Davran-Ersoy ikilisinin başarılı koreografi katkısıyla ortaya çıkmış. Çıkmış da, (bilen bilir) ben her zaman opera ve bale eserlerinin sahneye konuluşunda teatral hava arayanlardanımdır. Örneğin “bale” dediğimiz; duyguları dans ve müzik eşliğinde anlatan sahne gösterisini, tiyatro sanatından soyutlamak mümkün mü?
Bence hayır!
Ne mutlu ki, Davran-Ersoy ikilisi oyunu sahneye hazırlarlarken, bu işin tiyatro yanını hiç mi hiç savsaklamamış. Bale-tiyatro ilişkilendirilmesinde tam da Metin And’ın “tiyatro dansı” tanımına uygunluk sağlanmış. Hani Usta: “… XVIII. yüzyılın ortalarında bale ilk kez operadan koptu ve bağımsız bir tiyatro sanatı oldu,” diyor ya! İşte tam da öyle! “Ballet d’action” kusursuz. “V. Murad”a, yazılı metne gerek kalmadan kendi başına bir öyküyü anlatabilme gücü sağlanmış. Büyük Koreograf Salvatore Vigano’nun, romantik bale döneminin eşiğinde “dramatik anlatım” diye tutturmasının boşuna olmadığı, “V. Murad”da G. Armağan Davran ve A. Volkan Ersoy tarafından kanıtlanmış.
Teatral Koreografide Başarı
Malumdur Vigano, 1801’de Viyana’da oynanan ve müziğini Beethoven’in yazdığı “Prometheus’un Yaratıkları” balesinden başlayarak tüm koreografilerinde, müziğe çok iyi uyan tavırlar ve yüz anlatımı yoluyla olayların akışının canlandırılması ilkesini getirmiş ya! Davran-Ersoy ikilisi de ne yalan söyleyeyim teatral koreografide başarıya ulaşmış. Koreograf-besteci-libretto yazarı üçgeninin bu somut gösterisi, yavaşlık ve devamlılık içinde sergilenme açısından bir ustalık gösterisi halini almış.
Dansçılar
Dansçılara gelince söylenecek olan şu ki, “V. Murad”ı canlandırmak hiç de kolay bir iş değil!
“Kolay” ne kelime, tam bir bıçak sırtı…
Cankat Özer, dansçı olarak dengenin merkez noktasını, denge düzeninin bozulup yerine gelmesini pek güzel sağlamış. Dansının akıcı olması için gerekli teknik kuralları iyi bildiğini ortaya çıkarmış. Burak Kayıhan, Hayali V. Murad’ın hareket çizgisini duruş ve adımlarda çok iyi yakalamış. Reftaridil Kadın Efendi’de, Sanem Ergüler’in dingin ve bakışımlı bir hareket için denge kuralına uyabilmesi; ayak ve kol hareketlerinin bitişlerdeki zamandaşlıkları özel alkışa hak kazanmış. Eleron Mevhibe Kadın Efendi’de Almula Ersoy, Hadice Sultan’da Selin Sezer danslarıyla olduğu kadar mimikleriyle ve “pas”larıyla oyuna uyum sağlamış.
Olabildiğince Temiz Dans Tekniği
2. Perde 3 Tablo’daki dervişlerin şiirsel dansları koreografların elinde usta işi kotarılmış. Geçit ya da hazırlık adımlarının önemli ve gösterişli adımlarla bağlanması, bu bağlanmalara kayıcı-sıçramalı adımların fevkalade başarıyla oturtulması; “arabesque”ler, dansçının önden görünüşlü attitude’ünden ayrı olarak yan görünüşü ile değerlendirilmesi başarıya katkı sağlamış. Fehime Sultan’da Mine Örsçekiç, Fatma Sultan’da Sanem Subaygil olabildiğince temiz dans teknikleriyle bedenlerini etkileyici kılmış. Diana ve Apollon karakterlerinde Arzu Kıran-Olıver Spence’in “Brisé”leri, “pirouette”leri, “demi-pointe”leri baleseverler için bir ziyafet niteliği kazanmış. Pulcinella Dansı’nda Özge Al, Aslıhan Baysak, Kadir Okurer, Cem Şenoğlu; Vals’de Müge Göktan, Ezgi Korkmaz, Emre Güler, Eren Keleş gözden ırak tutulmaması gerekenler arasında adları ilk sıralarda yer alanlar olmaya hak kazanmış.
Camgöz’ün Dekor-Kostümü, Gök’ün Işığı
Savaş Camgöz’ün kostümlerine, dekor tasarımına ağzımı açarsam, biliyorum tiyatronun tanrıları beni çarpar. Camgöz’ün, hele Çırağan Sarayı’nın anıtsal rıhtım kapısını kullanışı, saltanat kayığının işlevselliği birer tasarım harikası olarak dahi tanımlanabilir, ama “Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu’nun içi” tablosunda saltanat locasının altındaki kontrplak üstü drape perde çizimi ne öyle ayol! O görkeme yakışmış mı hiç? Diğer taraftan, Fuat Gök’ün ışık tasarımı için, ışığın bir bale yapıtında görüntünün ardında gizlenen derin niteliği müzikle birlikte verebilmesi gerektiğini söyleyeceğim, hatta ve hatta rejisör, gerekirse yalnızca ışık ve müzikle birlikte tüm istediklerini anlatabilmeli diyeceğim, başka da bir şey dememeye özen göstereceğim.
Diyeceğim Şu Ki…
Fuat Gök, illa: “De hadi” derse, ışığın etken ve devingen olması gerektiğini, dansçıyı tamamlaması gerektiğini sözlerime ekleyeceğim. Ya Fuat Gök: “Bütün bu söylediklerin, benim tasarımımda var,” derse… O zaman?
O zaman ne diyeyim!
Desem, desem: “ışık salt aydınlatma için kullanılmaz, atmosfer yaratmak ışığın görevidir, uzam ya da hareket alanı ışıkla belirtilir,” diye söylenmeyi sürdüreceğim.
Bujor Hoinic yönetimindeki orkestrayı sual edecek olursanız, benim izlediğim akşam “sallabaşını al maaşını” icrası yapmadığı akşamlardan birini “idrak” etti diyeceğim