Siyaset alanında sanat yoluyla mesaj vermek, Türkiye’de yaygın olmakla birlikte, her seferinde ağızda kekremsi bir tat bırakıyor. İstisnaları var elbette. Modern dansın önemli ismi Zeynep Tanbay’la bunu konuştuk.
Zeynep Tanbay, Türkiye’de modern dansın öncüsü. Onu daha çok, insan hakları ve demokratikleşme sorunlarının en tanınan aktivisti olarak biliyoruz. Sanat ve siyaset birbirine girmişken, her iki tarafta bezi olan Tanbay’la ‘doğru’lardan söz açabilir, hatta sıcak gündemle de kesişen bazı sıcak konulara girebilirdik. Girdik de nitekim. AK Parti’den BDP’ye, vesayet sisteminden tiyatroda olup bitenlere kadar…
-“10 yıl önce insan haklarıyla ilgili eylemler yaptık. Beraber olduğumuz sanatçı arkadaşlarımızla artık aynı karede buluşamıyoruz.” dediniz. Bu ayrılığın sebebi nedir?
En önemli sebebi Ergenekon. Bu dava ortaya çıktı çıkalı bir kutuplaşma oldu insanlar arasında. Arkadaşlar, dostlar arasında da oldu hâliyle. Bu dava, Türkiye’nin dönüm noktası. Çünkü ilk defa asker soruşturmaya uğradı ve bu birçok insanın hoşuna gitmedi. Çoğunluk bunu AK Parti’nin bir intikamı gibi gördü, işin gerçeğini görmek istemedi.
-Sizin içinde bulunduğunuz kitle azınlıkta mı kaldı peki?
Şu anda kamuoyundaki yoklamalara baktığınızda Ergenekon soruşturmalarına inanan ve sonuna kadar gidilmesini isteyen kitle yüzde 60. Evet, sanat camiasında çok az olduğunu düşünüyorum. Sanat camiası, tiyatro ve sinema dünyası, -çok koyu CHP’li mi diyeyim, Kemalist mi- bir refleks gösteriyorlar. Böyle bir yetiştirilme tarzları var. Emin değilim. Sonuç olarak birçoğu konservatuardan yetişiyor. Türkiye’de eğitim sistemimizin ne kadar militarist, ne kadar Kemalist olduğu ortada.
-Demokrasi ve özgürlükler konusunda bir ilerlemeden söz edebilir miyiz?
AK Parti’nin iktidardaki 10 yılının ilk 8 senesini olumlu buluyorum. Şimdilerde bir adım ileri, iki adım geri gidiyor diye düşünüyorum. İlk 8 yılda çok olumlu gelişmeler oldu. İnsanlar ciddi şekilde farklılıkları tartışmaya başladı. En önemlisi, bugüne kadar Demirel’inki olsun, Özal’ınki olsun sağ partiler her zaman muhafazakârdı. Herkes takiyye yapıyor derken, AK Parti gayet açık olarak “Biz muhafazakârız ve demokratız.” dedi. Bu, insanları “Bir dakika, Türkiye’de geniş bir muhafazakâr kesim varmış.” diye düşündürdü. O vakte kadar çok küçük bir kitle, çok geniş başka bir kitleden oluşan ülkeyi idare etmeye çalışıyordu. Bir sürü de haksızlıklar oluyordu. AK Parti bir yerde eşitliği getirdi. En son tiyatro olayında Tayyip Erdoğan yaptığı reformları hatırlasa, başbakan olduğunu hatırlasa keşke diyorum. “Despot aydın” nitelemesi… Bir başbakanın aydınlara karşı tavır alması yanlış bir tutum. Güç elinizde, en güçlü sizsiniz. Daha mütevazı, daha olgun bir şekilde bunu halledebilirsiniz. 10 senedir son derece muhafazakâr, gayet Müslüman bir başbakan tarafından yönetiliyoruz. Daha öncesi başka türlüydü, çok sıkıntılar vardı tamam; ama 10 yıllık süreden sonra bir memnuniyet ve bir rahatlık olması gerekmiyor mu?
-Zaten AK Parti iktidarı her şeyi iyi yapsa dahi onu hep kötülemeye devam edecek bir kitle olacak.
O kitle, küçük, tam bir CHP kitlesi. Memleket yıkılsa da fikirleri değişmeyecek bir kitle…
-Başbakan niye o kitleye takılıyor da üstlenmiş olduğu reformları daha da açarak devam ettirmiyor, diyorsunuz.
Yani CHP’yle didişme, onların saçma sapan argümanlarına, eleştirilerine kulak asma. Seçimlerde de bu tuzağa düşüyor Başbakan. Başbakan’ı ve AK Parti’yi destekleyen, benim gibi oyunu vermemiş bir kitle de var. Bu referandumda ortaya çıktı. Bu müthiş bir güç. Biz “Yetmez ama evet” dedik. Ne zaman doğru adımlar atılsa yanında durduk, destekledik. Yani CHP’nin dışında, doğrunun yanında duran bir kitle de var. Ama Başbakan hiçbir zaman bu kitleye kredi vermedi. Bu kitleyi genişletmek, onlardan güç almak yerine son seçimde MHP’nin oyunu almaya yönelik hareket etti. O zaman bizi kaçırdı. “Size demiştik, şimdi suratınıza patladı!” dediler bize. İlk başta çok umutluyduk. Kürt açılımına dair ilk konuşması çok önemliydi. Bugüne kadar hangi başbakan Kürtlerin şairlerinden bahsetti, ‘Kürt sorunu benim sorunum’ dedi, problemi bu kadar açık ortaya koydu, ‘Anaları ağlamasın’ dedi? Ama son 2 senedir ne Kürt açılımında bir ilerleme oldu ne de anaların ağlaması durdu. Onlar durmadığı gibi 34 can Uludere’de yok oldu.
-“Yetmez ama evet” dediğinize pişman mısınız?”
Ben, hayatta doğruların her zaman doğru kaldığına inanan bir insanım. 12 Eylül referandumu, 12 Eylül anayasası değişimi içindi. Bunu böyle koyduğunuz müddetçe her zaman evet diyeceğim.
-Referandumda Sezen Aksu’ya yönelik çok sert söylemler oldu. Siz yıllardır açık bir şekilde tavrınızı gösteriyorsunuz. Size karşı nasıl bir tavır gelişti?
5N1K’ya çıkıp “Yetmez ama evet” dediğim için, Oda TV’de aylarca hakkımda bir itibarsızlaştırma kampanyası sürdürüldü. İşçi Partili biri çıkıp “Ben işkence görürken o bale yapıyordu.” diye yazılar yazdı. Sanatçı dostlarımdan “Sen de mi evet dedin!” diye tepkiler aldım. Selamı kesenler oldu.
-10 yıl önce kaç kişiydiniz, şimdi kaç kişisiniz?
2000 yılında sanatçılar girişimi adıyla, F tipi cezaevlerini eleştirmek amacıyla bir hareket kurduk. Her daldan sanatçılar vardı. Rutkay Aziz’den Ataol Behramoğlu’na, Edip Akbayram’dan aklınıza gelebilecek tüm sanatçıları toplayın, belki de o güne kadar Türkiye’de o kadar sanatçı aynı amaçla bir araya gelmemiştir. Sonra Rutkay Aziz, Tarık Akan başka bir grup kurdular. Tarık Akan, bir söyleşisinde “Ben solcuyum ve orducuyum.” dedi. Söylenecek söz kalmamış, ben ne yapabilirim.
-Siz kendinizi solcu olarak mı tarif ediyorsunuz?
Hiçbir şey olarak tarif edemiyorum Türkiye’de.
-Amerika’dan Türkiye’ye geldiğinizde kendinizi solcu olarak mı tarif ediyordunuz?
Öyle zannediyordum. Ama şimdi sadece doğrunun yanındayım. Herkes için mutlak özgürlük, mutlak eşitlik… AK Parti’nin 8 yılda oluşturduğu söylem, kendini sosyal demokrat diye tarif eden CHP’ninkinden çok daha solcu bir söylemdi. CHP faşist kaldı AK Parti yanında.
-Türkiye’de sanatçılar çok da özgürlüklerden yana ısrarla durabilen bir tavır içinde olmuyorlar. Neden böyle?
Mesela “Darbelere Karşı 70 Milyon Adım” hareketi… Herkesin ortak olması gereken bir hareket değil mi? Bir toplumun sanatçıları hiçbir şeyde yürümez ama bunda yürür dersiniz. Sizin sayabileceğiniz sanatçı var mıydı? Ben söyleyeyim: Lale Mansur, Kutluğ Ataman… O yürümeyen sanatçılar “Biz laikiz, dindar bir kişi iktidara gelirse bizim tiyatromuz durur” zannediyorlar. Onun için şu an belki de bir anlamda çok memnunlar, “haklı çıktık” demek için. İlk defa tiyatroculara hak veriyorum ama kesinlikle aynı nedenden dolayı değil. Söyledikleri doğru ama siz her zaman o doğrunun olduğu yerde durmadığınız zaman, bugün onların da doğrusu o kadar önemli bir şey ifade etmiyor. Çünkü bundan önce sadece karşı çıkmak üzerine hayır dediler birçok şeye. CHP gibi… AK Parti ne yapsa karşı çıktılar. “12 Eylül anayasasını Tayyip değil, Kemal değiştiriyor” desek hepsi evet derdi.
-Sizi diğer sanatçılardan farklı davranmaya iten sebep ne? Yurtdışında yaşamış olmak mı?
Tarafsız kalabilmem, yurtdışında yaşamamla ilgili değil. Değişime hazırım insan olarak. Başkalarının değişmesine saygı gösteririm. Bütün sorun buradan çıkıyor. Şahsen ben Semra-Turgut Özal çiftine nazaran Tayyip-Emine Erdoğan çiftini tercih ederim. Çok daha mütevazı görüyorum. Bir randevu söz konusu olsa Semra Özal yerine Emine Erdoğan’ı tercih ederdim. Semra Özal’la ne konuşacağımı bilemem. Ama Emine Erdoğan’la ortak nokta bulabilirim. İnsanları kalıplara koyuyoruz. Tayyip Erdoğan’ın sorunlarından biri de sürekli kendilerini ispat etmek zorunda kalmak. Bu onu yoruyor. Sonra başbakan olduğunu unutuyor, “Öyle mi ulan, özelleştiririm o zaman!” diyor.
-Son 10 yıl size ve Türkiye’ye ne öğretti?
Türkiye’de insanlar daha demokrat oldu, pek çok şey daha konuşulabilir oldu. Kürtlerin ana dilini öğrenme hakkını konuşabiliyoruz. Haklardan bahsediliyor. Diğer taraftan bence muhafazakâr kesim açısından türbanlılar okula gidermiş-gidemezmiş gibi konular daha net konuşuldu. Aleviler ‘Din dersine çocuğumu sokmak istemiyorum’ diyor. İnsanlar kendi özgürlüklerini bir şekilde dile getiriyor, mücadele ediyor. Eskiden yapılamayacak şeyler oldu. AK Parti bu reformist söylemleri durdurdu şimdi. Hâlbuki daha gidilecek çok yol var.
-Bir ilerleme oldu ama gerileme tehlikesi de var diyorsunuz..
Tabii ki. Vesayet rejimi bitti diyoruz ama o öyle kolay kolay bitecek bir şey değil. Biliyor musunuz ne kadar çok emekli asker bankaların ve sanat merkezlerinin yönetim kurullarında. Onlar hâlâ her yerde. Kendim biliyorum. Sanat dünyasında sponsorluk alacağım kurumun arkasında bir asker olabiliyor. O öyle kolay kolay gitmez. Erdoğan’ı rahat ettirecek kadar gitti ama beni rahat ettirecek kadar gitmedi. Zannediyorum onların gitmesini ben göremeyeceğim. Belki gençler…
-BDP üyeliğiniz nasıl oldu?
KCK davalarının ilki çıktı ya elleri kelepçeli, ona tepki olarak üye olduk. Ben zaten bütün oyumu Kürt siyasetine verdim. Referandum ve en son seçim hariç.
-Kürt siyaseti, referandumdan itibaren başka bir yola girdi. Nasıl buluyorsunuz BDP siyasetini?
Referandumdan itibaren farklı bir tutum oldu. “Yetmez ama evet” kampanyasını keşke BDP yürütseydi. “Evet ama şunlar şunlar…” diyerek eksikleri söyleselerdi. Çok daha fazla AK Parti karşıtlığı üzerinden hareket etmeye başladılar, Ahmet Türk’ten Selahattin Demirtaş’a… Ahmet Türk çok daha barışçıl, çok daha elini uzatan, çok daha olgun, hakikaten ‘barış olsun, ertesi günü öleyim’ demiş bir insan. DTP kapatılıp Ahmet Türk gittikten sonra BDP’de bence bir değişim oldu ve olay bariz bir şekilde ‘PKK karar versin’ gibi bir şeye dönüştü. Eskiden kamuoyu gözünde bir siyasi Kürt partisi vardı ve onlar Meclis’teydi. Kürtlerin silahlı örgütü var, onlar da arada şunu diretiyorlar, bunu diretiyorlar falan ama bir siyasi güç vardı. O gücün gittiğini gördük BDP’den. O gücün gitmesine karar verilmiş gibi bir hareket geldi. O söylem hep doğrunun yanında duran ve durmaya çalışan kitleyi rahatsız etti. O zaman biz de sustuk. Bir anlamda ben BDP’yle ilgili bir şey yaptıysam o da susmak oldu. Zayıf kaçtılar. Uzun bir süre Meclis’e girmediler. Girdikten sonra bir ara kendi kendime espri yapıyordum: Sırrı Sakık yaşıyor mu?
-Kürt meselesinin çözümünde ümitli olmak için ne var?
En büyük neden herkesin barışı istemesi. Kürtlerin hakları olan ana dili, eşit yurttaşlık talepleri karşılanmalı. Türkiye kamuoyu çok ciddi şekilde barıştan yana. Gerisi teferruat. En MHP’li mahalleye girin, oturun bir kahveye, “Kürtler Kürtçe konuşsun ya, bize ne!” der. Esas mantalite budur Türkiye’de. Bütün siyasi partiler Türkiye’de istisnasız kendi halklarının gerisinden geliyorlar, Kürt siyasetçileri de dâhil. Hiçbir siyasi parti ve liderleri kendi seçmeninin ilerisinde değil.