Koray Löker
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi, Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Şehir Tiyatroları Şube Müdürlüğü Görev ve Çalışma Yönetmeliği yayınlayarak, Darülbedayi-î Osmani’den günümüze İstanbul Şehir Tiyatroları olarak süregelen kurumun yapısını, rolünü ve yönetim biçimini değiştirmiş. Yeni yönetmeliğin açıklanmasıyla birlikte twitter’da sehirtiyatrolariyokedilemez etiketiyle gösterilen tepkilerden sonra ortaya çıkan tablo bu.
Cuma günü Muhsin Ertuğrul Sahnesi önünde saat 13.00′de bir eylem gerçekleşecekti. Cuma sabahları üniversitede ders veriyorum. Dersi biraz erken bitirerek açıklamayı takip etmeye gittim. Kimkime, dumduma, yarım saatlik bir gecikme ile yapıldı açıklama. Bir yandan da sitemkar bir yaklaşım var. Seyircilerin de sahip çıkması gerekirmiş açıklamaya… Nasıl?
İstanbul gibi bir şehirde, mesai saatleri içinde yapılacak bir gösteriyi bir önceki akşam duyurmak, kimsenin gelmemesine hazır olmayı gerektirir. Bir de kalkıp gelen insanlara herhangi bir yönlendirme, bilgilendirme yapacak bir organizasyon yoksa, işten, mesaiden çalınmaya çalışılan zaman çarçur ediliyorsa, bu açıklamaların zayıf geçmesine kimse kızmamalı.
Kamuoyu yaratmak için, kimsenin bir şey bilmediği var sayılmalı. Ağzından çıkan her cümle için kendine “neden?” diye sormalı ve cümleler yerine bu soruya verdiğin yanıtları dolaşıma sokmalısın. Tiyatro kapatılamaz! Neden? “Daha bir de soruyor…” bir kamuoyu oluşturma biçimi değil, zırlama şeklidir. Bugün insanlarda gördüğüm tavır da genel hatlarıyla ne yazık ki buydu…
Tuhaf bir önkabulden doğuyor bu tavır. Kimseye özgü bir şey değil, herkesin düşebileceği bir hata. Karşındakini seninle aynı dünya görüşünü paylaşıyor, aynı düşünsel kaynaklardan beslenme olanaklarına sahip zannedince bazı şeyleri konuşmadan devam edebileceğini zannediyorsun. Herkesin başına gelebiliyor, ama kişisel deneyimim kentli orta sınıflarda epey yaygın bir maraz olarak var oluyor. Bu marazın kişisel olarak etkilendiğim sonucu insanı ziyadesiyle antipatik yapması. Üstten bakıyor göstermesi. Nesnel bir sorunu ise iletişim kurmayı zorlaştırması.
Bugün yaşanan örnekten devam edeyim. Basına iki parçalık bir dosya dağıtıldı. Biri yönetmelik, diğeri de Kadir Topbaş’a gönderilen mektup. Bir gazeteci için ziyadesiyle anlamsız bir dosya bu. Her iki metin de İnternet’ten erişilir durumda. Böyle bir metni (hele A4 üzerine A5 olarak fotokopi çektirilerek okunaksız hale getirerek) dağıtmak pek bir şeye hizmet etmiyor. Olması gereken, yeni yönetmelik hangi maddeleriyle rahatsızlık yarattı bunu göstermek, vurgulamak. Yukarıdaki videoda görebileceğiniz gibi açıklamada zaten bu vurgu kavramsal düzeyden somut düzeye inmiyor. İnsan dağıtılan dosyada bu durum tek tek, madde madde, olgularıyla somutlaştırılarak incelenmiştir zannediyor. Heyhat!
Neyse ki memlekette yayıncılık yapmak için canını dişine takanlar var. Mimesis Portal tarafındsn hazırlanan haberde yeni yönetmeliğin böyle bir tepkiye neden olan başlıkları, daha önceki işleyişin tarifiyle kıyaslamalı olarak verilmiş. Öykü Gürpınar ve Fırat Kuyurtar’ın ellerine sağlık.
Bu şekilde somut hale getirilmiş bilgi, olgular olmadan. Derdini tane tane (diksiyon açısından demiyorum, hamdolsun o konuda sıkıntıları yok) anlatmaya muktedir bir iletişim kanalı kurmanın gereklerinden kaçılmamalı. Bu gerekleri davanın öznesi insanlar yaratmayıp, dolaylı olarak takipçisi basından beklerse; birincisi daha çok bekler. Mimesis’in gösterdiği özen bir anlamda ‘içerden’ olmaktan kaynaklı. Ana akım medyanın da dikkatini çekme derdi varsa bunun gereklerini yerine getirmek gerekir. İkinci ve daha önemli neden, bu hazırlık davanın asıl sahibi tarafından oluşturulmazsa, dil kurumsallaşmaz, birikmez. Başkasının diliyle tartışmaya girilmez. Mimesis ŞT sanatçılarının derdini nakletmeye aracılık edebilir ama duygularına tercüman olurken, onları onlardan daha iyi anlatmak onun görevi olmamalı. Eğer tiyatrocular politik bir bilinçle bir araya gelip siyaset üretmeye başlamaz, bu türden araçları çoğaltmazsa, dertlerini nakletmeye değil anlamaya çalışırken gazetecilerin de enerjisi tükenir, yalnızlaşırlar.
Politika parti kurup seçime girmek değildir… Günlük yaşamını, üretim ilişkilerini, kendini ve çevreni dönüştürmek siyaset üretmektir. Tiyatrocular da herkes gibi (hatta kendi iddiaları ciddiye alınırsa, herkesten önce ve çok) bu sorumluluğa sahipler. Madem üretim alanlarına müdahale var. Politika üretsinler. Henüz bu konuda atılmış bir adım yok ve bu kafayla giderse ağlaya ağlaya kaybedecekler… Yedi yıl önce kültür bakanı, Devlet Tiyatroları genel müdürünü görevden almış, sadece demokratik değil bürokratik teamülleri de hiçe sayarak konuyla ilgisiz birini atamıştı. O günlerde de aynı altı boş, söylem yoksunu tepkilerle gündem oluşturmaya çalışan tiyatro camiasının eli boş kalmış, genel müdür de görevine ancak mahkeme kararıyla dönmüştü…
Zaten bir başka vahim durum da, “siyasetçiler sanata karışmasın” talebiyle yapılan açıklamada bu konuda doğru adımın atılması için siyasetçilerin göreve çağırılması. “Kadir Topbaş ŞT’ye karışmasın” sloganı anlamlı ama “Kadir Topbaş gerekeni yapsın, meclis kararı konusunda tasarrufta bulunsun ki bize karışılmasın” demek, özgürlüğünün gereğini ihale etmek anlamına gelir. Keşke bunun yerine “İBB Meclisi, biz senden eskiyiz, bize gücün yetmez” söylemi olabilseydi. Meclis tekrar toplanıp yönetmeliği değiştirseydi. Bunun sağlanamadığı bir mücadele bence anlamsız bir mücadele olacak…
1 Yorum
Bana göre sanatçılar hazırlıksız yakalanmış oldular.
Böyle bir şeyle karşılaşacaklarını öngöremediler,haklılar onların düşündüğü gibi iyi niyetli olmayabiliyor yönetimler,kendileri gibi hassas,duygusal yapıda olsaydı belediyemiz,ve tiyatro müdürümüz,şu anki durum tabii ki gerçekleşmezdi.””sanatçılar iyi insanlardır,sahip çıkanlar da iyi insanlardır.””