[İbrahim Kiras’ın 30 Nisan 2012 tarihinde Star gazetesinde yayınlanan ve muhafazakar sanat kavramıyla ilgili değerlendirmelerini içeren yazısını okuyucularımızla paylaşıyoruz.]
Yıllar önce Fatih’te bir restoranın ziyaretçi defterini karıştırmıştım, meraktan. Müşterileri “Allah razı olsun, sizin sayenizde ailece dışarıda yemek yiyebiliyoruz” gibisinden şükran ifadeleriyle doldurmuşlardı defterin sayfalarını. Oysa kalite-siz yemekleri pahalıya yiyorlardı. Oraya verdikleri parayla her yerde benzer bir yemeği “ailece” yiyebileceklerini düşünemiyorlardı nedense.
Şimdilerde duymaya başladığımız “muhafazakâr sanat” laflarını da estetik değeri olmayan ürünleri sırf “muhafazakâr”sıfatına sahip olduğu için baş tacı etmemizi isteyen birileri dolaşımda tutuyor.
Edebiyat sosyologları tarihte roman türünün ortaya çıkışını Avrupa kentlerinde oluşan burjuva sınıfının okuryazar olsalar da henüz evlerinde oturdukları için boş vakitleri olan karılarının ve kızlarının oyalanma ihtiyacına bağlarlar. Bizde de galiba yıllardır özlemi çekilen “İslami burjuvazi” nihayet dünya hayatına merhaba demiş olmalı ki onların da karılarının ve kızlarının okuyabileceği romanlar piyasaya çıkmaya başladı.
Dediğim gibi, bunların edebi değeri yok. Ama müşteri kitlesi “cihad gayesiyle” üretilmiş bu metinleri “Allah razı olsun emeği geçenlerden, nihayet bizim de gönül rahatlığıyla okuyabileceğimiz romanlarımız var” diyerek kapışıyorlar. Birazcık daha parası olanlara ise hat, tezhip ve ebru gibi geleneksel süsleme sanatlarımızın çağdaş örnekleri sunuluyor.
Alan memnun, satan memnun… Öyleyse kimseye laf söylemek düşmez, diyeceksiniz. Ama şöyle bir problem var: Mallarını muhafazakâr sanat etiketiyle pazarlamaya çalışan bezirganlar bu arada boylarından büyük laflar etmekten de geri durmayarak, “sanat muhafazakâr olmalıdır” misüllü mottolar üretiyorlar. Bu yüce fikirler de sanki “İslamın veya Müslümanların sanat görüşü” buymuş gibi lanse edilmeye çalışılıyor.
“İslam’ın sanat anlayışı” apayrı bir tartışma konusu. Ama özellikle yeni yetişen nesillere “Bak aslanım, kendini sanatla anlatacaksan veya yaşadığın dünyayı sanatın penceresinden görüp anlamaya kalkışacaksan boş yere kendini yorma. Bizde hazır yapılmışı var. Al sana hat, tezhip, ebru. Al sana üçüncü sınıf romanımsılar. Al sana muhafazakâr sanat…” denilmesi sanatın hayatımızdaki yerini ve işlevini bilenler için kabul edilemez bir tavır.
İkincisi, Türkiye’deki sanat ve edebiyat ortamının uzunca zamandır kendilerine solcu denilen birtakım çetevari yapılaşmaların tahakkümünde bulunuyor olması yüzünden inançlı, yerli değerlere bağlı sanatçıların ve yazı adamlarının yok sayılmaya çalışılması bir vakıa. Bizim gençliğimizde sözgelimi Sezai Karakoç’a, İsmet Özel’e yer verilmeyen “Türk Şiiri” antolojileri vardı.
Bu dinozorlar “sanat devrimci bir uğraştır. Öyleyse sağcı sanatçı olamaz” mantığını ileri sürerek kendileri gibi düşünmeyenleri dışlamaya çalışırlardı. Eskisi kadar olmasa da bugün de var bunlardan. Muhafazakâr sanat laflarının bu kadar rağbet bulması biraz da bunlara tepki gösterme ihtiyacından kaynaklanıyor.
Hâlbuki bunlara verilecek cevap “sen kimin edebiyatından kimi dışlıyorsun” olmalıdır. Yoksa “Hayır efendim, neden muhafazakâr sanat olmuyormuş bakalım, bal gibi olur. Bakın hat, tezhip ebru var. Genç kızlarımızın okuduğu romanlarımız var” diye bir cevap yanlış cevap oluyor.
Burada asıl mesele muhafazakâr kavramının yanlış kullanılmasından kaynaklanıyor. Muhafazakâr “dini inancı olan”demek değildir bir defa. Muhafazakâr kabaca verili durumun devamından yana olan demektir. Dolayısıyla dindar bir insan konservatif de olabilir, progresif de olabilir.
Sanat ise tanımı gereği mevcut olandan ayrışmaya meyyaldir. Bir resim, bir müzik, bir şiir, bir film yeni bir söz söylüyorsa, yaşadığımız dünyaya bakışımızda yeni bir perspektif getiriyorsa sanat eseridir. Bu yüzden muhafazakâr tutumla sanat olmaz, “çoğaltma” olur. Hat, tezhip, ebru olur.
Elbette bir sanatçı kişisel olarak sosyal ve siyasi alanda muhafazakâr bir tutum benimseyebilir. Mesela T. S. Eliot şiiriyle devrim yapmış olan bir adam. Ama siyasi ve toplumsal görüşleri itibarıyla muhafazakâr kimlik taşır. Ezra Pound ise yalnızca şiiriyle değil siyasi görüşleriyle de devrimcidir.
Buna mukabil bir tane bile “muhafazakâr sanat” örneği gösteremezsiniz. Çünkü bu tamlama mükemmel bir oksimoronörneğidir. “Yaşayan ölü” gibi.