Bilal Akar
Her ne kadar şu sıralarda tiyatro dünyası gündemini işgal eden popüler konu İstanbul şehir tiyatrolarındaki yönetmelik değişikliği olsa da, üniversite tiyatrolarının prömiyerlerini yapmaya başladıkları bu dönemde bir başka tartışmayı da gündeme almak gerektiğini düşünüyorum. Üniversite tiyatroları oyunlarını ve şenliklerini niçin bilet satarak sergiliyorlar? Bu yazıda her sene tekrar tekrar yapılan bu tartışmaya dair görüşlerimi, savlarımı sunacağım. Olgusal açıdan açıklamalar yapabilmek için bu tartışmaları üyesi olduğum BÜO (Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları) üzerinden yürütmeye çalışacağım. Ancak kaleme aldığım bu yazı grup içerisinde tartışılmadığı için (her ne kadar BÜO oyunları için bilet satan bir grup olsa da) şahsi imzamı taşımaktadır.
Üniversite tiyatrolarının oyunlarını biletli oynamaları ve bunun politik olarak nereye tekabül ettiği hususlarındaki tartışmaları teorik ve olgusal açıklamalar olarak iki başlık halinde ele almak gerektiğini düşünüyorum. Şüphesiz bu tartışma, politik anlamda söyleyecek bir sözü olan topluluklardaki işleyiş üzerinden gerçekleşecektir, böyle bir kaygısı bulunmayan topluluklar konu dışındadır. Onlara dair şu durumu belirtmeyi elzem görüyorum ki apolitiklik fena halde politik bir eylemdir ve egemenden yanadır.
Özellikle muhalif kimliğe sahip üniversiteli tiyatrocuların veya seyircilerin bu konuda yaptıkları ilk eleştiri, oyunları paralı oynamanın emeğin metalaşmasına hizmet ettiği ve kapitalizme eklemlenen bir tavır olduğudur. Bu teorik eleştiride göz ardı edilen çok önemli bir nokta var: Kapitalizm, sadece emeğin metalaşması ile ilgili değildir. İçinde “para” barındıran her unsur kapitalizmin bir aracı değildir. Kapitalizmi sadece piyasa ilişkileri çerçevesinden tanımlamak hali hazırda Adam Smith’in yaptığı analizdir ve bilindiği üzere kendisi görünmez el mefhumunu literatüre kazandırmıştır. Şöyle ki emeğin metalaşmasından bahsedebilmek için Marksın kendinden önceki düşünürlerden ayrıldığı en önemli noktaya bakmak gerekir: Kapitalizmde üretim ilişkileri. Kumpanya niteliği taşıyan bir üniversite grubunda üretim araçlarının bir sahibi yoktur ve bir bireyin ya da grubun çıkarına emek sömürüsü gerçekleşmez. Amaç kârı maksimize etmek ve bunun içinde emeği sömürmek değildir. Böyle bir üretimde kapitalist bir mantıkla “artı değer” den bahsedilemez çünkü üretim ilişkileri kapitalizmin ön gördüğü biçimde kurgulanmamıştır. Fiyatların belirlenmesi de farklı bir mantıkla gerçekleştirilmektedir. Arz talep eğrilerinin çakışmasına göre değil, grubun ihtiyaçları ve daha önemlisi ürünün sunulduğu kitlenin (üniversite öğrencileri ve Boğaziçi özelinde genellikle orta sınıf öğrenciler) durumu göz önüne alınmaktadır. Fiyat belirlemek sadece emeğe maddi bir değer biçmek demek değildir. Belirttiğim üzere bu fiyat başka unsurlar kale alınarak belirlenmektedir.
“Parasız oyun” savını ortaya atanların göz ardı ettiği ikinci nokta ise “toplumsal-sosyal-ekonomik koşullar”. Var olan koşullarımızda parasız oynamak bu koşulları göz ardı etmektir. Özellikle birtakım sol-muhalif çevrelerde, üretimden ve koşullardan uzaklaşmış, soyut söylemler üretme rahatlığı ve hastalığı oluşmuş durumda. Seyirciden para istemek kapitalizme teslim olmak değildir. Muhalif bir üretimin devamlılığı için gerekli olan desteği sağlamamak o üretime ket vurmaktır ve bu grupların çok sevdiği tabirle “karşı devrimci”dir. Üretilen, yaratılan alternatif ortamın devamlılığı muhalefetin kendini yeniden üretmesi, genişlemesi ve gelişmesi için gereklidir. Bunları düşünmeden konuşmak Althusser’in tabiriyle koşullardan bağımsız bir “melodramatik” bilinçlilik kurmaktır.[1] Bu tartışmanın böylece sürüp gitmesi mümkün zira herhangi bir olgusal temele dayanmadığı ve soyut söylem üreterek muhalefet etmek mastürbatif bir zevke dönüştüğü için önünü almak pek olanaklı gözükmüyor. Bu arkadaşlar Schrödinger’in kedisinin hayati fonksiyonlarını tartışadursunlar, ha bu tartışmalardan bir sonuç beklemişiz ha Godot’yu beklemişiz…
Asıl üzerinden tartışılması gereken konu bu savların olgusal temelleridir. Şunu çok net ortaya koymak gerekiyor: Oyun nerede oynuyor ve bu oyunun seyirci kitlesi kimdir? İsmiyle müsemma bir üniversite tiyatrosunun ana seyirci kitlesi üniversite öğrencileridir. BÜO’da yer alan insanlar da öğrencidir, yurtlarda, yurt bulamayanları evlerde, kimisi de ailesinin yanında ikamet eden, aynı yerlerden aynı fiyatlara yemek yiyen az çok benzer bir hayat tarzına sahip insanlardır. Hedef seyirci kitlesi başta Boğaziçi Üniversitesi öğrencileridir. Demem o ki BÜO’yu oluşturan unsurlar bizzat var olduğu kitle içerisinden gelmektedir ve seyircilerin ekonomik-sosyal durumunu bilmektedir. “Bilete verilen parayla bir öğün yemek yenebilir.” argümanı doğru ama hatalı bir söylemdir. Tiyatroya gitmek ve yemek yemek insan yaşantısında çok farklı doyumlara yol açan, farklı deneyimlerdir. Bunların paranın değişim değeri üzerinden eşleştirilmesi, insanların bireysel deneyimlerinden gelen edimleri aynılaştırmaktır ki bu da çarpık bir düşüncedir. Amatör tiyatroların paralı oynaması doğru değil diyenlere ise söylemek istediğim şey şu: kimse amatör tiyatroyuz dediğimizde bize kostüm için bedava kumaş, dekor için malzeme vermiyor. Hakkını yememek lazım bir seferinde öğrenci olduğumuzu öğrendiğinde bir marangoz indirim yapmıştı. Okulun verdiği bütçe ortadayken ve sponsor kullanmayı reddeden bir grup olarak varlığımızı sürdürürken ortaya atılan bu sav geçersizdir. Bahsettiğim şeylerin ücretsiz olarak bize tahsis edildiği durumda bile bu konunun yeniden enine boyuna tartışılması gerekecektir. Şimdiden koşulları göze önüne almadan hayali varsayımlarda bulunmak yersizdir.
Etkinliklerin içeriklerine ve sahnelendikleri alanlara bakacak olursak, hiçbir zaman bir öğrenci eylemliliğinde sahnelenen skeçte veyahut Boal’in ezilenlerin tiyatrosu pratiğinde seyirciden, katılımcıdan para talep edilmez. Neyi, niçin, nasıl yaptığınızla ilgili bir durumdur. Ücretli oynadığımız oyunlara dönecek olursak biz seyirciye sadece hazırlanmış bir ürün sunmuyoruz. Üretim sürecimiz, provalarımız, çalışmalarımız izlemek isteyen herkese, akademisyenlere, öğrencilere, okulun kantincilerine, B.Ü. emekçilerine, hatta dışarıda üşüyen herhangi bir insana açıktır. Bunları söyledikten sonra parası olmayan birinin oyunlara giremeyeceğini iddia etmek abesle iştigaldir çünkü amaç mümkün olduğunca çok para kazanmak değildir.
Oynadığımız oyunlar kampüs ve ülke gündemine dair söz söyleyen oyunlardır ve amaç oyunların mesajlarının mümkün olduğunda geniş bir çevrede gündem olmasıdır. Ekonomik krizin yaşandığı dönemde İş Ararım İş adlı oyunumuzu, ülkedeki iç savaşın tırmandırıldığı dönemde Aristofanes’in barış oyunlarını, bu sene yoksulluk temasını işleyen Sezuan’ın İyi İnsanı’nı oynamamız sadece sanatsal, estetik kaygılardan gelmemektedir. Geçtiğimiz dönemde farklı üniversitelerden farklı birçok sanat kulübü Van depremi sonrası yardım etkinlikleri düzenlemiştir. Bu durumda devletin politikaları ortadayken, bu tarz organizasyonları yapabilecek maddi imkânlara sahip olmak, Van halkı için, yerinde oturup birilerine küfretmekten daha faydalı olmuştur. Üniversiteler arası deneyim aktarımlarının yaşanması için atölyeler, paneller, toplantılar, şenlikler düzenlemek bu alanda bir örgütlenme çabası yürütmek maddi imkanlara haiz olmayı gerektirmektedir. Sanırım bu örnekler bahsi mevzu olan üretimlerimizin ve etkinliklerimizin yapısını ortaya koymaktadır.
Hâl bu iken herkes neyi, nasıl tartışacağını tekrar düşünmek zorundadır. Eğer bir kimse bütün bu söylediklerimin gerçekleşmesinin onu ilgilendirmediğini söylüyor ve düşüncesini fiiliyata dökmekte ısrar ediyorsa “emek sömürüsü” kavramını tekrar düşünmelidir. Önemli olan parasız oynamak değil kendini topluma, sokağa kapatmamaktır. Çünkü “Kendini sokağa kapatmış bir tiyatro ölüdür, içinde çok üşümüş birinin ısınmadığı tiyatro sadece mezarlıktır.” Bunu kabul etmiyorsanız “Gidin ve her gece gömün ölülerinizi.”[2]
[1] “Materyalist Bir Tiyatro Üzerine Notlar“, Louis Althusser, MİMESİS 6, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi
[2] Süreyya Karacabey, 27 Mart 2010 Alternatif Tiyatrolar Günü Bildirisi