Ford Mach I Bağdat Caddesi’nde

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Söyleşi / Sevim Burak’ın ‘hayatımın aşkı’ dediği ve tamamlayamadığı romanı Ford Mach I’den sahneye uyarlanarak Ocak ayından itibaren Maya Sahnesi’nde sergilenmeye başlayan, Bilsak Tiyatro Atölyesi ve Maya Sahnesi ortak yapımı Ford Mach I Bağdat Caddesi’nde adlı oyun üzerine, Zeynep Okan’ın oyunu sahneleyen Nihal Geyran Koldaş, Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.

Bildiğim kadarıyla siz düzenli olarak birlikte tiyatro yapmıyorsunuz. Bu ekip nasıl bir araya geldi?

Nihal Geyran Koldaş (NGK): Ben, Ayşe ve Şehsuvar ilk kez 1999 yılında, İyi Hava Kötü Hava adlı Çehov öykülerinden bir kolaj projesi için birlikte çalıştık. Ondan önce birbirimizi seyirci olarak izliyorduk. Ondan bir sene sonra Ayşe ve Şehsuvar Bilsak Tiyatro Atölyesi olarak Nazım Hikmet’in Yolcu’sunu çalıştılar, onun ardından da kendi tiyatroları olan Tiyatrotem’i kurdular.

Ayşe Selen (AS): Geçen sezon Tiyatrotem olarak Beraber ve Solo Şarkılar adlı bir oyun yapacaktık, Nihal’e ‘bizimle çalışır mısın, şarkı söyleyeceğiz, var mısın’ dedik. ‘Bayılırım’ dedi.

NGK: Misilleme olarak, ben de bir sene sonra onları Ford Mach I’e çağırdım.

Şehsuvar Aktaş (ŞA): Al gülüm ver gülüm derler ya, biraz öyle oldu.

Ford Mach I Sevim Burak’ın tamamlayamadığı bir romanı. Elinizde tamamlanmamış bir roman, oldukça zorlu bir metin vardı. Metni oyuna uyarlama sürecinizden ve ardından da sahneye koyma sürecinizden bahseder misiniz?

NGK: Ben sahne metnini 2004 yılında oluşturmuştum ve bir başka arkadaşımla iki kişilik bir oyun olarak sahnelemiştik. Fakat o zaman sadece üç kez oynayabildik. Ondan sonra ben ara ara bu metin üzerinde çalışmaya devam ettim ve ‘müzikle olsa ne güzel olur’ duygusu içinde yavaş yavaş bazı bölümlerine müzikler yazmaya başladım. Ayşe ve Şehsuvar’a ‘birlikte çalışalım mı’ dediğim vakit, eskiz olarak belli bir sayıda müzik de vardı. Nitekim onlara projeyi önerirken müzikleri de dinlettim. Böyle bir noktada beraber çalışmaya başladık.

Metinde parçalı bir yapı olduğu için, o parçalardan yararlanarak bir başlangıç, orta ve son oluşturmuştum. İlk yaptığımda oyun üç bölümdü, şimdi iki bölüm halinde: iki kadının birlikte bir isyanı dillendirdikleri birinci bölüm ve caddede palyaçoyla karşılaşıp ona katıldıkları ve isyan ile Ford Mach 1’e kapılmalarının iç içe geçtiği ikinci bölüm. Üçüncü bölümü tekrar olacağını düşünerek çıkarttık.

Sahneleme aşamasına geçtiğinizde ‘bu nihai metindir’ diyerek doğrudan onu mu sahnelediniz, yoksa denemeler, değiştirmeler sahne üstü çalışmalarda da devam etti mi?

AS: Metni esas aldık ama ihtiyaç duyduğumuz anlarda yer değiştirmeler, çıkarmalar, eklemeler yaptık.

ŞA: Hatta şarkı olan bir bölümü düz metne çevirdik. Ama Sevim Burak’ın diline, söyleyişine kesinlikle müdahale etmedik.

AS: Evet, hatta bu konuda en Ortodoks benim, ‘metinde böyle yazıyor, böyle söyleyeceğiz’ diye arkadaşlarımın tüm ezberlerini düzelttim (gülüyorlar). Yazar başka bir dil kullandığı için, Sevim Burak dili diye bir şey olduğu için ona sadık kalmamız gerektiğine inandığım için…

ŞA: İster istemez dili kendi söyleyişine veya kendi gündelik gerçekliğine çekme tehlikesi olabiliyor. Birden öyle söyleyiveriyorsun, halbuki orada o söyleyiş özellikle seçilmiş, öyle kurulmuş o cümle.

NGK: Sevim Burak bir takım konuşma kalıplarını, başkalarından duyduğu kalıpları, cümleleri, devrik cümleleri alıp kullandığı için bu söyleyişe sadık kalmak çok önemliydi. Biz Şehsu ile biraz daha gevşek ruhluyuz (gülüyorlar), söyleyişi değiştirdiğimiz anda Ayşe uyarıyordu.

Sahnelemenizde, metinde bir tane olan yaşlı kadını ikiye çıkartmışsınız. Sahnedeki iki yaşlı kadın birbirlerine hem çok benziyorlar hem de tavır olarak ayrıştıkları noktalar var. Biraz yaşlı kadınlar yorumunuzdan biraz bahseder misiniz?

AS: Aslında ikisinin aynı kadın olduğundan yola çıktık, bir kadının farklı halleri. Metin çalışmasına girmeden önce uzun zaman doğaçlamalarla tipleme çalışması yaptık. Bu kadınlar nasıl yürüyor, nasıl yiyor, içiyor, önce bunları çıkartmaya çalıştık, ondan sonra metni çalışmaya başladık.

ŞA: Öncelikle tiplemelerin mastar hallerini bulmaya çalıştık. Metni ondan sonra paylaştırdık.

NGK: Metni tiplemeler arasında paylaştırdık. Metin aslında tek bir ağızdan gidiyor, Palyaço Ruşen de aynı ağzın içinden gidiyor. Aslında ilk başta yaptığımız, Beraber ve Solo Şarkılar’da yaptığımıza çok benzer bir çalışma. Orada da o kadınları ve o adamı bir biyografi üzerinden çıkarmaya çalışmıştık.

Metinden bağımsız doğaçlamalar mı yaptınız tiplemeleri çalışırken?

AS: Sözsüz doğaçlama yaptık. Doğaçlamaya nereden başlayacağımız konusunda yol gösterici olması için, Nihal temel çıkış noktaları verdi, gül bahçesi, Bağdat Caddesi gibi. Bu kişileri belli mekanlara sokarak, belli durumlarla karşılaştıklarında ne tepki verecekleri, birbirleriyle ilişkilerinin nasıl olacağı üzerine sözsüz doğaçlamalar yaptık.

NGK: Bir de, her metnin içinde karakterlerin genel bir çatışma çizgisi var. Yani bir niyetleri var ve bu niyetleri oyunun sonuna kadar devam ediyor. Onun üzerinden ve onların çatışması üzerinden bir doğaçlama yaptığımız vakit birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzu buluyoruz.

ŞA: O temel niyet önemli zaten.  Temel niyet üzerinden o kişileştirme yapılıyor, o karakter ete kemiğe bürünüyor. Dolayısıyla Nihal’in oynadığı kadınla diğer kadının niyetlerinde bir ayrışma var. Mesela Ruşen için şöyle idi: bir araba olmak isteyen çocuk-adam, ‘bu bedenle nasıl bir nesneye dönüşebilir? bu niyet nasıl bir fiziksel aksiyona dönüştürülebilir?’ diye yola çıktık.

NGK: Bir de tabii Ruşen’in karşısına çıkan, onu ezmeye çalışan başka bir sınıftan kişiler var. Bunu böyle fiziksel olarak aldığınız zaman sözcüklerle ifade etmek daha kolaylaşıyor.

ŞA: Ezmeye çalışan deyince, kadınların tutumları, davranışları, jestleri ortaya çıktı. Tüm bunlar üzerinden de onların sesleri, konuşma tarzları ortaya çıktı.

NGK: Biraz stilizasyon da istedik. Başta, metne ve karakterlere tam hakim değilken yaptığımız stilize hareketlerle kendimizi oyun dışında hissettiğimiz, zorlandığımız anlar da oldu.

ŞA: Öncelikle fiziksel olarak çok basit iki hal, iki tutumla sınırlayıp, sadece bu iki hal arasında birinden diğerine geçişi çalıştık, bu şekilde nasıl ilişki kuruluyor, o rol kişisi  nasıl hayat buluyor, ona baktık. Ondan sonra bu çeşitlendi.

Oyunda çok yoğun bir müzik kullanımını var ve atmosferi belirleyen en temel öğelerden biri müzik. Müzikler size ve Çelik Kasapoğlu’na ait.

NGK: Evet müzikleri Çelik’le beraber yaptık. Ben ilk melodileri oluşturdum ve tabii Sevim Burak’ın metnini de kullanarak sözlerini yazdım. Artık hangi sözler Sevim Burak’ın hangileri benim unuttum. Ardından Çelik düzenlemelerini yaptı. Bu da tabii kolay bir iş değil çünkü ne ben çıkmamış bir oyunun atmosferini biliyorum, ne de Çelik. Ben yine de uzun zamandır bu oyunun içinde olduğum için daha rahat hayal edebiliyordum ama Çelik profesyonel bir müzisyen de olsa oyunu hiç bilmiyordu. O yüzden müziklerden emin olamadığımız anlar oldu.

AS: Belki de tam bu nedenle, şarkıların dayatmasıyla, oyun bu hale dönüştü.

NGK: Bir süre sonra kurduğunuz işbirliğinin sizi götüreceği yeri tam olarak kestiremiyorsunuz. Bizi böyle bir yere götürdü. Oyunun çıkmasına üç hafta kala teknik nedenlerle hareketsel anlamda da büyük bir değişiklik yaptık. Biz headset mikrofonlarla, tüm sahneye yayılarak oynayacaktık. Fakat sonra headset mikrofonun kabloları filan nasıl olacak derken bir anda ayaklı mikrofonla seyirciye dönük şekilde oynamaya karar verdik. Tüm yaptığımız mizansenleri mikrofonun önünde ve seyirciye karşı olacak şekilde değiştirdik. Bu değişiklik birden bire oyunu ve ilişkilerimizi bambaşka bir yere götürdü.

ŞA: İki kadının arasındaki ve Ruşen ile olan ilişkilerindeki dramatik olanı seyirci üzerinden sağlar olduk. Dolayısıyla üç anlatıcıya dönüştük. Meddah gibi değil de seyirciyi olan bitene tanık tutmaya çalışan, üç nakleden kişiye dönüşmüş olduk. Aslında biz bu kararı vermeden önce de tartıştığımız bir konuydu, dolayısıyla bence bu değişiklik hayırlı oldu.

NGK: Çok iyi oldu, çünkü bence yazar da yazarken sürekli bir seslenme durumu içinde. Hep sesleniyor, birisiyle konuşurken de sesleniyor, ‘siz’ derken de aslında ‘ben’ demek istiyor gibi bir üslubu var. O yüzden bu değişiklik hepimizi rahatlattı.

Oyun büyük bir değişimi anlatıyor. Yaşlı kadınlar bu değişimden hem çok korkuyorlar hem de etkisine kapılıyorlar. Oyunda bu günden referanslar verme gibi bir çaba içine girdiniz mi?

ŞA: Sevim Burak üzerinde çok çalıştığı bir dönemi anlatıyor. Sene 1973, Boğaz Köprüsü’nün açılış günü, aynı zamanda Cumhuriyet’in 50. yıldönümünde geçiyor anlatılar silsilesi. Birinci köprünün yapılışına gelen süreçle seksenlerden itibaren çok hızlı yaşanmaya başlayan süreç arasında güçlü bir bağ kurma olanağı var. Çok büyük değişikliklerin olduğu bir zaman. Köprünün açılması demek şimdi hepsi birer şehre dönüşen bir sürü semtin merkezle kavuşması demek.

NGK: Zaten orada batı ile doğunun birleştiği köprü sembolü de var.

ŞA: Tabii Sevim Burak’da şöyle güzel bir katman da var, bu kadınlar Cumhuriyet’in ilk kuşağı, aslında yine çok büyük bir değişimi yaşamış kadınlar. Hiç bir ülkede yaşanmadığı şekliyle kökten bir modernizasyonu yaşamışlar. Bu kadınların bile bir döneme artık yetişemediklerini ve yaşanan değişiminin çok hızlı ve şiddetli oluşu karşısındaki şaşkınlıklarını görüyoruz. Sevim Burak’ın güzel bir yanı, ne bu kadınlardan taraf ne de onlara karşı. Bu değişim hem ürkütücü, hem de bir yandan da kaçınılmaz ve çok çekici.  Bu çekiciliği de Ford Mach I gibi gerçekten çok çekici, etkileyici bir arabayla somutlaştırıyor. Sevim Burak çok değinmiyor ama o yıllar Ford Mach I’in de son dönemleri aslında.

Evet, 1979’da üretimi durmuş.

ŞA: Modernleşme dediğimiz şeyin nasıl çok kısa bir süre sonra kadükleştiğini de görüyoruz. Bugünden okuduğumuz zaman bu görülüyor. Oyunun bir cazip tarafı da benim için bu oldu.

NGK: Metni bu güne getirelim diye bir ihtiyaç hiç duymadık. Böyle bir vurgu yapma ihtiyacı duymadan aslında hepimiz bireysel olarak da metni alıp onunla ilişki kurduğumuz vakit, yaş olarak da ortaklığımız var, kendi kişisel yaşamlarımızla o bağı kurabiliyoruz. Bu günle ilişki kurduğumuz ölçüde de bunun seyirciye yansıması mümkün zaten.

ŞA: Mesela Cumhuriyet projesi ömrünü tamamladı, birincisi bitti, ikincisi olmalı tartışmalarının tam aksine, cumhuriyet projesinin tamamlanamadığını düşünüyorum. Neden yarıda kaldığının ipuçlarını da kadınlarda görebiliyoruz.

NGK: Kozmetik olduğu için. O beni çok etkiliyor. Kadınların berberde bunu tartışıp hiç bir şey yapmamaları beni çok etkiliyor.

ŞA: Mesela oyunun acı verici ama çok güzel bir kısmı var: ‘bahçemde güllerim var, onlara dalmışım, duymadım, dışarda çok şey değişmiş’ diyor yaşlı kadın. Durumu çok güzel anlatan yerlerden biri ve bunu daha çok kadınların ağzından yapıyor.

AS: Benim için bu oyun iyi bir cumhuriyet eleştirisi. Bu oyunda mesela, annemle hesaplaşıyorum ben. Annemle özellikle son yıllarında, bu konuda çok çatışmalar yaşadık. Annem tam bir cumhuriyet kadını ve daha sonradan olup bitenin derinine bakamadan, neden bunların olup bittiğini göremeden yaşadı.

Siz her ne kadar oyunu bugüne getirmek için özel bir çaba göstermeseniz de bugünün genç seyircisi için referanslar çok güncel. Bugün de Bağdat Caddesi dendiğinde kafalarda benzer bir çağrışımların yapılabildiğini düşünüyorum. Sevim Burak’ın köprünün açıldığı Cumhuriyet’in 50. yılı kutlamalarıyla Bağdat Caddesi’ni bir araya getirişi çok etkileyici bir buluş.

NGK: Evet. Ve bunu çok bilinçli olarak yapıp yapmadığını da bilemiyorum. Hiç de öyle politik ve tepeden bakan bir yazar değil, çok kişisel meseleleri yazıyor. Hakikaten oğluyla birlikte bir Ford Mach I’e vuruluyorlar, satın almaya çalışıyorlar, böyle de bir hikaye var.

ŞA: Öncelikle kendisini ortaya koyuyor, yani taraf tutmuyor derken bunu kastediyoruz.

NGK: Evet! Kendisine dışardan bakıp eleştirebilen, kendisiyle alay edebilen, hesaplaşabilen bir yazar.

ŞA: Başka birisini alıp, onu alıntılayıp parodisini yapan biri değil. Kesinlikle kendi durumunu da anlamaya çalışan biri. O anlamda da minör edebiyat denen kavrama da çok yakın bir yazar.

NGK: O yüzden oyuncu da karakteri kendisi olarak aldığı vakit, ve arada bir içerde, arada bir dışarda olmaya çalıştığı vakit seyirci için de aynı ilişki söz konusu oluyor. Arada bir içerde, ama arada da dışardan bakıyor ve eleştiriyor. Bir olup bitene kapılıyor, bir şüpheyle bakıyor. O yüzden bu metni çok katmanlı olarak algılamak ve haz duymak mümkün.

ŞA: Benim için de kişisel olarak, bir erkek olarak, bu sahnelemede şöyle bir imkan var: Erkeklik durumunu anlamak. Çünkü ergenlikten çıkamamış erkek, çocuk-adam olma durumu ve bunun yanında değişim, sanayileşme, modernleşme, teknolojik ürünler, çelikten köprüler ve çelikten arabalar, özellikle arabalar, çok erkeksi bir söylemi açığa çıkarıyor. Bunun da alttan alta, çok sarkastik bir şekilde ele alınışı var. Dolayısıyla benim açımdan bu yönü de ilginç oldu.

Peki sizce Ruşen niçin Palyaço Ruşen?

ŞA: Ruşen biraz kast dışı birisi. Kast dışı olunca da palyaçoluk, soytarılık kavramıyla ifade edilmesi daha kolay. Tekinsiz birisi, ne olduğunu bilmiyoruz aslında. Büyük olasılıkla Ankara Asfaltı’nın yukarısından bir yerden geliyor. Bir sürü farklı işte çalışıyor ya da çalışmıyor, bilmiyoruz ama bütün bunlara göndermede bulunan, onları ima eden bir yanı var. Palyaço’yu Sevim Burak, Ruşen’i tarif edebilmek için kullanmış. Çırak Ruşen, Tamirci Ruşen, İşsiz Ruşen, Aylak Ruşen dese olmayacak, ama Palyaço Ruşen çok daha geniş bir çağrışım şansı tanıyor.

NGK: Ayrıca bunun da somut bir hikayesi var: O dönemde Medrano Sirki geliyor ve o sirkte bir araba gösterisi yapan bir palyaço var. Öyle bir şey görüp, oradan alıp buraya monte etmesi de bence çok metaforik bir şey. Biz şöyle bir yorum da getirebiliriz, bu kadınlar da bir noktadan sonra Palyaço Ruşen’le aynı kişi. Ruşen gibi arabanın peşinde koşuşturdukları, abartılı makyajları ile yaşlılıklarını gizlemeye çalıştıkları ve kendilerini sandıklarından çok farklı bir kimlikle algılandıkları için de palyaçolar. Palyaço öyle bir şeydir zaten.

Ford Mach I Bağdat Caddesi’nde her Salı akşamı Maya Sahnesi’nde.

Zeynep Okan – MİMESİS

Sevim Burak’ın romanından uyarlayan: Nihal Geyran Koldaş

Sahnede gerçekleştirenler: Ayşe Selen, Şehsuvar Aktaş, Nihal G. Koldaş

Dış Göz: Ayşe Bayramoğlu

Müzik: Nihal G. Koldaş, Çelik Kasapoğlu

Mekan / Giysi: Metin Deniz

Asistan: Wanja van Suntum (TiyatroTem )

Oyun süresi: 60 dakika

Yapım: Bilsak Tiyatro Atölyesi / Maya Sahnesi

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.