Nedim Saban
Dramatik sanatlar, uzun süredir karakter olgusunu çözümlemeye çalışıyor. Bir karakteri güçlü kılan, seyredilmeye değer kılan şey nedir? Öykü, karakterin harekete geçmesiyle mi başlar? Öyküler dramatik yapılarını sağlam karakterlerinin gelişimine mi, yoksa olay örgüsüne mi borçludurlar? Ya da, seyirci sevdiği bir karakterin, sağlam bir olay örgüsü içinde nasıl değişeceğini mi izlemek ister?
Aristoteles, “Poetika”’da, dramatik aksiyona yoğunlaşırken, karakteri önemsemez. Öte yandan Borges, sözgelimi Dickens’ın yazımından söz ederken, yazarın roman isimlerinin bile çoğunlukla karakter isimleri olmasının (mesela David Copperfield, Oliver Twist gibi) bir tesadüf olmadığını, iyi yazımın güçlü karakter yaratımında gizli olduğunu söyler. Franz Kafka ile Thomas Hardy de, aynen Borges gibi güçlü karakterlerin, güçlü öyküler yarattıklarına inanmışlardır… Hakikaten de Franz Kafka’nın “Dönüşümü”’nde Gregor Samsa karakterini önemsemeseniz, bir insanın böceğe dönüşmesi sizi neredeyse ilgilendirmeyecektir… Nietzsche gibi, karakterin çağın olaylarının biçimlenmesiyle ortaya çıktığına, iyi bir karakter analizinde çağın bakış açısı, devrimleri ve devingenliğinin çok etkili olduğuna inanırım.
Elinor Fuchs, “Karakterin Ölümü” adlı kitabında, postmodern çağda karakterin niye öldüğüne ilişkin çok önemli bir analiz yapar. Hakikaten neden ölmüştür karakter? Neden modern dramada güçlü karakterler yazamıyor artık yazarlar? Yoksa, o karakterlerin dünyayı değiştirmesinden korkarak, oto sansür mü uyguluyorlar?
19. yüzyılda yaşamış olan Fransız yazar Georges Polti, dramatik sanatların36 adet öyküyle sınırlı kaldığını Ronald Tobias “Roman Yazma Sanatı” adlı kitabında değişik biçimde öykülenecek, en fazla 20 öykü olduğunu iddia etmiştir.
Özellikle dramatik yazımda güçlü karakterler hem iç dünyaları, hem dış dünyalarında büyük çatışmalar ve olaylar yaratır. Stanley ve Blanche olmadan konumlandırılması halinde, “Arzu Tramvayı” sadece bir tramvay olarak geçer, gider hayatımızdan.
Edebiyatta “durumları” anlatabilirsiniz, ama dramatik yazımda, hele hele “dünya üzerinde söylenmemiş bir söz yoktur” görüşü ve genelde “36” üzerinde uzlaşılan öykü adedinin de sizi sınırlayacağını göz önünde bulundurursanız güçlü karakterler yaratma zorunluluğunuz vardır.
Bazı televizyon starlarımız, kendilerine izlenirlik oranı biçmiş, piyasaya bu oranlarla çıkarak, fiyatlarını belirlemişler, ancak bu yıl tanık olduğumuz fiyasko sonucunda, dizileri bir bir kaldırılırken, güçlü karakter olmadan, iyi star olunamayacağını da sanırım çözmüşlerdir.
Şimdi, gelelim bizlerden neden güçlü karakterler çıkmadığına?
2010’lar Türkiye’sinde topu topu 2 öykü kaldı: İçeride ya da dışarıda olmak!
Bu büyük çelişkiyi yerinden oynatacak çağdaş karakterler yaratmak zor olduğu kadar, yazarsı da korkutuyor.
Aristoteles, “karakterin bir önemi yoktur” derken, sadece “kaderci” davranmıyor, zaten Tanrı’larla karşı karşıya gelmenin ve insani zaaflar (hubris) nedeniyle yenilmenin, yaşamın değişmez koşulu olduğuna inanıyordu…
Bizde ise statükoya, düzene, kafa tutabilecek karakterler yazılamıyor, yazarlarımız yenilgiyle başlıyor işe. Düzen tarafından eleneceğini bilsek de, toplumun kaderini değiştireceğine inandığımız devrimci karakterler yazılmalı oysa! Bizim sümsükler karakterlerini daha yolculuğa çıkartmadan, onların ezilmesine göz yumuyor.
Yaklaşık bir yıl önce, oyun yazarlarımıza “devleti dolandıran şirketini açığa çıkartan bir üst düzey yöneticiyi” kahraman olarak örneklemiş, onun önemli bir oyun karakteri olabileceğini iddia etmiştim. Şimdi de, Türkiye’nin en uzun süre cezaevinde yatan mahkûmu Tahir Canan konusunda gözlerini açmalarını istiyorum.
30 yıldır cezaevinde yatan Canan:
“12 Eylül, Cunta başları için iddianame hazırlanıp yargı önüne çıkartılması süreci başlamış olsa da ben ve benim gibi insanlar hala 12 Eylül yargı mantığı ile içerde tutuluyoruz. Demek ki; süreç 12 Eylül ile hesaplaşma değil, sadece iki yaşlı generali günah keçisi olarak kamuoyu nezdinde yere sermektir. 12 Eylül ve öncesinde işkence yapanlar nerede? Bunlar hakkında ne gibi işlemler yapılıyor? Daha da önemlisi 12 Eylül hukukunun yarattığı toplumsal yapıda toplumu cendereye alıp, işkence yapanlar ne olacak? Hala 12 Eylül hukukunu geçerli hukuk sayarak 12 Eylülcüleri nasıl yargılayacaksınız? Toplumsal yaraların sarılması için 12 Eylül yargısıyla, 12 Eylül işkencecileri ile mağdurlar yüzleştirilecek mi? 12 Eylülde hakları ellerinden alınanların hakları iade edilecek mi? 12 Eylülde işlerinden atılanlar, ekmekleri çalınanların hakları nasıl geri verilecek? Haksız yere idam edilenlerin, cezaevinde yıllarca sürünenlerin hakları iade edilecek mi?
12 Eylül öncesi işlemediğim cinayetlerin faili haline getirilerek 36 yıl ceza ile “ödüllendirildim”! Ödüle işkenceli sorgu sürecini de dâhil etmek gerekir! Kaz gibi yolunmuş halimiz ile çekilen fotoğraflar devlet arşivlerinde yerini almıştı. Cezaevi yaşamımın da çoğu hücrelerde geçti. İşlemediğim suçlar nedeni ile işkence gördüm”!
Suçu nedir bilmem, kendisini tanımam ama 30 yıldır hapiste olan bir adam görmezden gelindiği müddetçe, çağdaş öykülerin yazılamadığı, karakterlerin daha yola çıkmadan yazarın beyninde öldükleri bir dünyanın mahkûmları olacağımızı çok iyi biliyorum.